31/01/2020
Makedonyalı Türk'ün Gözünden Anadolu
Anadolu’da bir çocuk, konamadan beşiğe,
Hayatı bir uçurum, yaklaşıyor eşiğe.
Biliyordu sanki, doğar doğmaz ağladı,
Küçük yaşta geçimini çalışarak sağladı.
Yoktu sanki hayatta ne ana, ne babası,
Sonu baştan belliydi, boşunaydı çabası.
Onun yaşam kaynağı gece ıssız sokaklar,
Cesurca oradaydı kaçıyorken korkaklar.
Kız haliyle tarlada, henüz 6 yaşında,
Yaşıtları oynarken, kalıyordu dışında.
Yaşı ilerledikçe hayata isyan etmişti,
Daha 11 yaşında, canına tak etmişti.
Yaşıtları giderken her gün sabah okula,
Onun kendi hayatı sığmıyordu makula.
16’ya gelmeden zorla evlendirildi,
Şanlı da bir düğünle alem eğlendirildi.
Bütün gece ağladı yatağın arkasına,
Yok yere gidiyordu, bir başlık parasına.
Kimse de dememişti henüz çocuktur daha,
Paha biçilemezdi onun çocukluğuna.
Gerçi çocukluğunu yaşamadan aldılar,
Hemen de evlendirip başka eve saldılar.
Kocasından isteği oldu sade oyuncak,
Hiç oynayamamıştı, darı bilirdi ancak.
Haliyle de ilk günden yemişti dayağını,
Daha başlangıcıydı anladı hayatını.
Bir tek yapabildiği Allah’a dua etmek,
Gece fısıldayarak gönlünce de yüceltmek.
18’e varınca 5 aylık hamileydi,
Hayatta tek gayesi mutlu bir aileydi.
Karnı burnunda iken yine tarla başında,
Ak düşmüştü saçına, şu gencecik yaşında.
Devlet ona vermişti biraz verimsiz toprak,
Bir de buğday ekmişti, gün gece yorularak.
Satmaya çalışacak, hem de yok pahasına,
Ki yolun başındaydı, katlanacak dahasına.
Dünyaya getirmişti melek yüzlü bir oğlan,
Aldığı her nefese bedeldi anlaşılan.
Hayatında ilk defa tebessüm ediyordu,
Oğlu habersiz iken, onu seyrediyordu.
Hep zorluklar içinde zaman da geçiyordu,
Oğlunun da kaderi kendine benziyordu.
Razıydı yaşamasın, göremesin gün yüzü,
Zaten de alışkındı, gülmemişti hiç yüzü.
Yeter ki çok sevdiği oğlu okullu olsun,
Bari bir de gözleri mutluluk sebep dolsun.
Takvim değişse bile, kocası değişmeyen,
Aynı çatı altında fikirler birleşmeyen.
Bu sefer kararlıydı bakmadan ebadına,
Birikmiş tek parayla gönderdi köy dışına.
Fakat fazla sürmeden eve bir mektup geldi,
Asker olma şerefine oğlu da erecekti.
Zor bir dönem başlıyor, yaklaşıyordu vakit,
Belki gerek kalmazdı, cebinde olsaydı nakit.
Fakat unuttuğu şey geç etmişti tecelli,
Şehitlik makamına erilmezdi bedelli.
Gururla ütüledi o gün üniformayı,
Ne zaman gelecekti? Unutmuştu sormayı.
Davul zurnalar ile uğurlandı köyünden,
Gidiyordu, sapmamak için kendi özünden.
Oğlunun arkasından gururla bakıyordu,
İlk defa gözyaşları huzurla akıyordu.
Biliyordu, zor günler onu bekliyordu,
Hızla geçen zaman şimdi emekliyordu.
30 yıllık hayatın içinde sade çile,
Hayata tutunmuştu sonunu bile bile.
Uzun zaman oğlundan alamadı bir haber,
Sanki bütün evren onu üzüyordu beraber.
Uyurken tüm duvarlar geliyordu üstüne,
İnancı da olmasa tapacaktı büstüne.
Bir gün daha varmadan güneşin ışığına,
Jandarmalar gelmişti köyün varoşluğuna.
Hemen dışarı çıktı, haberi anlamıştı,
Gözleri doldu birden, feri de kalmamıştı.
En öndeki komutan bir mektup uzatarak,
“Başın sağolsun” dedi, yüzünü saklayarak.
Dudağının ucunda sade tek bir kelime,
“Vatan sağolsun” dedi, ciğeri lime lime.
Belki de bu acıyla fazla yaşayamazdı,
Bir gözlerini yumsa, bir daha ayamazdı.
45 yaşına kadar etmemişti şikayet,
Etmezdi hiç bir zaman, oğlu yaşasaydı şayet.
Sonra da anımsadı Ata’mızın sözünü,
“Önce vatan!” diyerek hatırladı özünü.
Yine de çok geçmeden arınmış korkusundan,
Ebediyete göçtü bir gece uykusundan.
Tüm ömrünce etmişti zorlukla mücadele,
Sonunda dünya ile bitmişti mübadele.
Gözlerinin yaşını oğluyla silecekti,
Cennet kapılarında kemale erecekti.
Bu dünyada çektiği her şeyin var sebebi,
Sabrının sonuna dek dayanmıştı ebedi.
45 yıllık yaşamında ne acılar doludur,
Yaşam zorsa bir yerde, adı Anadolu’dur...
Yazan: Elif ŞABAN
Yukarı Banisa - Gostivar / Makedonya
K*m Saati Dergisi