80'LERİN ŞARKILARI

80'LERİN ŞARKILARI Ağırlıklı 80'lerin şarkıları olmak üzere, biraz 60'lar, biraz 70'ler ve biraz da 90'lar.. 80'LERİN ŞARKILARI VE DİĞER NOSTALJİK PAYLAŞIMLAR

İngiliz gitarist, şarkıcı ve söz yazarı Eric Clapton'ın 25 Ağustos 1992'de yayınlanan, 2 Elmas Plak, 57 Platin Plak ve 4...
19/10/2025

İngiliz gitarist, şarkıcı ve söz yazarı Eric Clapton'ın 25 Ağustos 1992'de yayınlanan, 2 Elmas Plak, 57 Platin Plak ve 4 Altın Plak sahibi canlı albümü Unplugged'da yer alan ve içinde derin hüzün barındıran parçası “Tears in Heaven”, sıradaki paylaşımımız oluyor.

Eric Clapton bu eseri, henüz 4 yaşındayken gökdelenden düşüp ölen oğlu Conor Clapton için yazmıştır ve bir babanın oğluna olan özlemini, yaşayamadıkları hayatın acısını yansıtmaktadır. Bu erken kayıp Eric Clapton'ı uzun süre etkilemiş ve “Tears in Heaven” şarkısıyla onu sonsuza kadar yaşatmaya adamıştır.

İngiliz sanatçı, bu albümüyle 1993 Grammy Ödülleri'nde “En İyi Erkek Rock Vokal Performansı”, “Yılın Albümü” ve “En İyi Rock Şarkısı” kategorilerinde ödüle uzanmıştır. 🎤🎶🎹🥁🎸🇬🇧

"Tears in Heaven" is a ballad written by Eric Clapton and Will Jennings about the pain Clapton felt following the death of his four-year-old son, Conor, who ...

19/10/2025

ERIC CLAPTON'IN HAYATINDAKİ EN ACI GÜN 🖤
TV’de 7 Gong dergisinin 5 Mayıs 1991 tarihli 18. sayısında yayınlanan haber, “gitarın tanrısı” Eric Clapton’ın hayatındaki en ağır fırtınayı, kalbimizi ezerek anlatıyor. Sayısız kişisel hayal kırıklığının ardından eroinden ve alkolden büyük bir çabayla kurtulmuş, laneti yendiğini düşünürken tam da her şey yoluna girmişken en büyük darbe geliyor: 20 Mart günü 1991, Clapton’ın her şeyden çok sevdiği ve büyük gururu olan dört yaşındaki oğlu Conor, Manhattan’da yaşadıkları gökdelenin 53’üncü katındaki evde oyun oynarken pencereden düşüp hemen oracıkta can veriyor. O sıralarda plak şirketiyle iş görüşmesine gitmekte olan Clapton haberi duyar duymaz yıkılıyor. Son derece duyarlı ve hassas kişiliği nedeniyle hemen hastaneye kaldırılıyor, doktorlar 46 yaşındaki sanatçının intihar edebileceğinden bile kuşku duyuyor.

Conor’ın cenazesinde Clapton gözyaşlarını tutamıyor, hüngür hüngür ağlıyor. Ne uzun süredir birlikte yaşadığı oğlunun annesi, İtalyan Lory Del Santo ne de meslektaşı ve dostu Phil Collins onu teselli edebiliyor. İnsanların içine işleyen o duyarlı gitar çalışı yüzünden hayranlarının “Mr. Slowhand” diye andığı Clapton, bundan yalnızca altı ay önce bir rastlantı sayesinde ölümden dönmüş. Wisconsin’deki bir konserin ardından, aralarında yakın dostu Teksaslı gitarist Stevie Ray Vaughan’ın da bulunduğu altı kişiye mezar olacak helikoptere binmek üzereyken hayranları birkaç imzalı fotoğraf daha isteyince uçağı kıl payı kaçırmış. Helikopter havalanışından yalnızca birkaç dakika sonra ise Clapton’ın gözleri önünde infilak ederek düşmüş.

Bu satırlar, bir müzisyenin üst üste sınavlardan geçtiği bir dönemin ağır sessizliğini taşıyor. Dili varmıyor insanın, ama hayat bazen en güzel melodilerin ortasında bile böyle acılar bırakıyor. Yaratan kimseye evlat acısı yaşatmasın.💔🎸

19/10/2025

BEZ HOPARLÖRDEN SIZAN SICAK TINI
Fotoğraftaki Grundig, sadece bir müzik seti değil. Salonda sehpanın üzerine kurulduğu gün evin havası değişen bir hatıra. Toz kapağı usulca kalkar, pikabın tabağı döner, iğne plağın ilk izine değdiğinde o tanıdık çıtırtı kalbe küçük bir kapı açar. Ön paneldeki VU metreleri nefes alıp veriyor gibi titrer. Frekans ölçeğinin kırmızı sarı çizgileri, geceleri TRT spikerlerinin sesiyle aynı tonda parıldar.

Yuvarlak düğmelerin tıkırtısı, kanalları ararken dalga boyu üzerinde gezinen o ince ışık, hoparlörlerin bez kapaklarından sızan sıcak tınılar. Hepsi bir arada aileyi etrafına toplayan sessiz bir şömine gibiydi. Şarkılar odanın köşelerine yayılır, plak bittiğinde bile sofrada sohbet uzar, çocuklar kapağa gizlice dokunup aynaya bakar gibi kendine bakardı.

Grundig HiFi Studio RPC 300, 70’lerin nazik mühendisliğiyle yapılmış bir söz veriyordu. Müzik yalnız kulağa değil evin ruhuna da çalacaktı. Bugün bu görsele baktığımızda hatırladığımız şey teknik özelliklerden çok o güven duygusu. Temiz bir tını, düzenli bir skala, ışığı yerinde bir gösterge ve evin içinde çoğalan huzur.

Bir cihazdan fazlasıydı. Zamanı saklayan bir mobilya, hatıraları çoğaltan bir dost. Şimdi onu görünce içimizde aynı cümle yankılanıyor. Bir şarkı daha açalım, akşam biraz daha sürsün. 🎶

“Video Killed The Radio Star”; İngiliz new wave ve synthpop grubu The Buggles’ın unutulmaz hitidir. 7 Eylül 1979’da yayı...
19/10/2025

“Video Killed The Radio Star”; İngiliz new wave ve synthpop grubu The Buggles’ın unutulmaz hitidir. 7 Eylül 1979’da yayımlansa da seksenlere damgasını vuran bir parça olmuştur. İçeriği, radyonun altın çağlarını öven ve kariyeri televizyon tarafından kesilen bir radyo yıldızını anlatır. Klibi ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nde MTV kanalında 1 Ağustos 1981’de yayınlanmıştır. Bu, MTV tarihinde yayınlanan ilk video kliptir. Şarkı, VH1’in “100 Greatest One-Hit Wonders of the 80’s” listesinde 40. sırada yer almıştır. Birçok şarkıcı tarafından yeniden yorumlanan parça, çok sayıda ülkede listelerde üst sıralarda kendine yer bulmuştur.

Bugün bu şarkıyı yeniden dinlerken yalnız bir melodiyi değil, bir çağın açılışını hatırlarız. O ilk notalarda radyonun sıcak cızırtısı, ekranda beliren görüntülerde ise yeni bir dünyanın merakı vardır. The Buggles’ın laboratuvar gibi stüdyosundan yükselen o gelecek sesi yalnız kulağa değil kalbe de dokunur. Hepimizin hayatında bir yerlerde, siyah beyaz bir ekranda ya da parlak tüplü bir televizyonun karşısında bu şarkının heyecanına tanıklık eden bir çocuk durur. Ve o çocuk için müzik, artık yalnız duyulan değil görülen bir şeye dönüşmüştür.

Ne yazık ki yaklaşık iki ay sonra 31 Aralık 2025’te MTV 44 yıllık yayın hayatına son verecek. O gün geldiğinde gönülden geçen dileğimiz şudur: Kapanış anında son kez “Video Killed The Radio Star” çalsın. Perde nasıl onunla açıldıysa onunla kapansın. Ekran kararsa bile o devrin kıvılcımı içimizde yanmayı sürdürsün...🎤🎶🎹🥁🎸🇬🇧

REMASTERED IN HD!Discover how The Buggles Become Video And Radio Stars: https://www.udiscovermusic.com/storie...Listen to more from The Buggles: https://bugg...

19/10/2025

MTV'DEN TRT'YE UZANAN BİR ÇOCUKLUK HATIRASI: THE BUGGLES
The Buggles, 1977’de Londra’da Trevor Horn ile Geoff Downnes’ın bir stüdyo düşünden doğdu. İkisi de enstrümanlarının başında yalnızca notalarla değil, düğmelerle ve kablolarla konuşuyordu. O yılların sıcak analog havasında parlak sentetik sesler aradılar. Horn’un mesafeli ama anlatıcı sesi ile Downnes’ın zengin klavye katmanları birleşince ortaya yalnızca bir grup değil, geleceğin nasıl duyulacağına dair bir tasarım çıktı.

Sonra 1979’da o şarkı geldi. “Video Killed the Radio Star” bir melodi olmanın ötesindeydi. Köpük köpük vokaller, fütüristik efektler, çocuk korosunun çınlaması. Radyodan televizyona, sesten görüntüye uzanan yeni çağın habercisiydi. Sözleri nostaljik bir veda gibi duyarız ama ritmi bizi hep ileriye çağırır. İngiltere listelerinde zirveye tırmanırken, kasetçaların başında bekleyen çocuklar ve plak dükkânlarında sıraya giren gençler aynı rüyayı paylaştı. Kiminin odasında bu şarkı duvar kâğıdı oldu, kiminin defterinde tarih düşülen bir ilk cümle.

Dünyada olan bitene dışarıdan bakalım. 1 Ağustos 1981 gecesi MTV yayına bu şarkının klibiyle başladı. Ekranlarda önce bir patlama sesi, sonra o meşhur oh a oh tınısı. Amerika’dan Avrupa’nın şehirlerine kadar pek çok evde ışık bir anda değişti. Gençler uzaktan kumandayı eline aldı, başucundaki küçük televizyonun sesini açtı. O anda müzik yalnızca dinlenmedi, aynı zamanda izlendi. Klibin açtığı kapı, pop kültürünün ritmini ve hızını belirleyen yeni bir çağın parolası oldu. The Buggles’ın yüzünde yalnızca iki müzisyen yoktu, bir devrin ekranla kurduğu ilk büyük ittifakın işaretleri vardı.

Şimdi Türkiye’ye dönelim. O yıllarda tek kanallı siyah beyaz TRT vardı ve bizim MTV’yi izleyeme şansımız yoktu. Yine de klibin yankısı sınırları aştı. TRT’deki çeşitli müzik programlarında “yayınlanmasıyla Video Killed the Radio Star” klibiyle ilk kez televizyon aracılığıyla tanışmış olduk. Evlerdeki antenin titreyen çizgileri arasından geçen o görüntüler, şarkının büyüsünü hissetmemize yetiyordu. Aynı yıllarda parça, Türkiye’de radyolarda en çok çalınan yabancı şarkılardan biri oldu. Sabah mutfaklarında tencere kapağına çarpan kaşık sesine karıştı, yaz akşamlarında balkon sohbetlerinin fon müziğine dönüştü. Kasetçaların başına geçip beklediğimiz o anlarda parça başladığında kayıt tuşuna basmak küçük bir zaferdi.

The Buggles’ın hikayesi şarkıyla bitmedi. Horn kısa sürede dönemin en aranan yapımcılarından birine dönüştü, stüdyoda kurduğu dünyalarla yeni gruplara cesaret verdi. Downnes klavyelerini büyük sahnelere taşıdı, önce Yes’te sonra Asia’da milyonların karşısına çıktı. Yollar ayrıldı ama The Buggles adı, müziğin teknolojiyle el sıkıştığı masanın üstünde bir hatıra objesi gibi kaldı. Parlak bir ceket, büyük yuvarlak bir gözlük, mavi bir ceket kıvrımı. Fotoğraflara baktığımızda yalnızca iki müzisyen görmeyiz, aynı zamanda bir çağın yüzünü görürüz.

Bugün “Video Killed the Radio Star”ı açtığımızda kimi zaman çocukluğumuzdaki bir odanın kapısı gıcırdar, kimi zaman VHS kasetin başa sarılırken çıkan ince hışırtıyı duyarız. Şarkı her çaldığında 1981’in o ilk dakikasına sessizce geri döneriz. Dünyada bir kanal logosu sönerken bizde televizyon lambasının solgun ışığı masaya vurur. Ekran kararır, logo söner, ama o ilk kıvılcım hafızada parlamayı sürdürür. İşte bu yüzden The Buggles sadece bir new wave grubu değildir. Onlar, müziği izleme duygusunu kalplerimize düşüren sahnenin mimarlarıdır. 📺🎤🎶🎹🥁🎸🇬🇧

19/10/2025

MÜZİK DİNLEMENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI: MTV 📺🎶
Bir dönemin odası MTV’nin ışığıyla aydınlanırdı. Ekranın köşesindeki o köşeli logo, sanki duvarda bir metronom gibi ritim tutar, günün saatini değil ruhun temposunu anlatırdı. Okuldan gelmiş, çantayı bir köşeye bırakmış, uzaktan kumandanın sessiz bir tıkıyla dünyanın bütün sahneleri evin salonuna akardı. Türkiye’de MTV 2000’lerde ekranımıza yerleşti; ama 90’larda özel kanallar sayesinde oradaki kliplerin çoğuna pencereler açıldı. Gece yarısı yakalanan programlar, derlemeler, Avrupa’dan sızan listeler. Hepsi birlikte gençliğimizin ortak hafızasını kurdu.

MTV’de müzik dinlemenin kendine özgü bir zamanı vardı. Liste programları haftanın nabzını tutar, Unplugged geceleri bir şarkının soyadı gibi odanın havasını değiştirirdi. 120 Minutes ile alternatifin kapısı aralanır, Headbangers Ball ile ışıklar daha da kısılır, Avrupa Top 20’de ülkeler arası görünmez bir köprüye adım atardık. Aynı an, bambaşka şehirlerde aynı klibi izleyen milyonlarla sessiz bir kardeşlik kurduğumuzu hissederdik.

Ve bir ilk sahne vardır ki, bütün bu hikâyenin kalbine küçük bir yıldız çivisi gibi çakılı kaldı. 1 Ağustos 1981 gecesi MTV yayına “The Buggles”ın “Video Killed the Radio Star” klibiyle başladı. Açılışta duyulan o ilk “oh-a-oh” tınısı, yalnızca bir şarkının değil, yeni bir çağın perdelerini araladı. Sanki odanın duvarları biraz daha aydınlandı, müzik artık yalnız kulağa değil göze de anlatılacaktı. O anı bilmeyenler için bir bilgi, bilenler içinse içte usulca çınlayan bir hatıra.

Yıllar geçtikçe klipler hayatımıza kıyafet, sokak, aşk ve ayrılık tarifleri bıraktı. Bir el hareketiyle başlatılan kayıt tuşu, VHS kasetlerde üstüne defalarca çekilen programlar, başa sarılırken çıkan ince hışırtı. Yaz akşamları pencereden içeri süzülen rüzgârla ekranda dönen bir riff. MTV yalnızca dinlediğimiz şarkıları değil, kendimizi anlatma biçimimizi de değiştirdi. Bir bakış, bir saç kesimi, bir duvar yazısı, hatta bir yürüyüş ritmi. Hepsinde kliplerden taşan küçük parçalar vardı.

Şimdi gelen bu kapanış haberi, büyük bir ekibin son jeneriği gibi içimizi burkuyor. Maliyetten, birleşmelerden, stratejilerden söz edilecek elbette. Fakat biz izleyiciler için geriye daha kişisel bir şey kalıyor. Evin bir köşesinde hâlâ duran poster, yıllar önce imzalanmış bir CD kapağı, bir defter sayfasına karalanmış şarkı sözleri. Kanalları gezerken bulduğumuz bir klip anı, göz göze geldiğimiz o saniye, hayatımızın başka bir yerine ışık düşürmüştü.

Kumandayı masaya bırakınca ekran kararır, ama o ışığın artığı odada gezinmeye devam eder. Bir logo, bir intro, bir kanal kimliği; hepsi bir kuşağın ortak kalp atışıydı. Şimdi haber bitti, jenerik akıyor. Biz ise sessizce şunu biliyoruz: MTV kapanabilir, fakat onun bize öğrettiği bakış ve ritim hafızamızda yaşamayı sürdürüyor. 📺🎶🎧🎤💔

19/10/2025

MTV EKRANLARA VEDA EDİYOR!
44 yıl kesintisiz yayın yapan MTV Music, MTV 80'ler, MTV 90'lar, Club MTV ve MTV Live kanallarıyla ilgili beklenmedik bir gelişme yaşandı. Paramount Global; MTV Music, MTV 80s, MTV 90s, Club MTV ve MTV Live kanallarının 31 Aralık 2025'te yayın hayatına son verileceğini duyurdu.

MTV kanalları önce İngiltere ve İrlanda'da yayın hayatına son verecek. Daha sonra Fransa, Almanya, Avusturya, Polonya, Macaristan, Avustralya ve Brezilya’da kanallar kapanacak. MTV'nin ana şirketi Paramount'un sözcüsü konu hakkında yorum yapmayı reddederken kararın, bu yıl Skydance Media ile birleşen Paramount Global’in agresif maliyet düşürme önlemlerinin bir parçası olarak alındığı öğrenildi. 📺🎶💔

19/10/2025

Sony X0-700W İLE MÜZİK KEYFİ 🎶
Takvimler 11 Ekim 1987’yi gösterirken Nokta dergisinin 40. sayısında, sayfaları çevirirken salon köşesinde şık bir vitrin gibi yükselen bir müzik seti karşımıza çıkıyordu: Sony X0-700W. Reklamın büyük sorusu bugün bile akılda: “Bir obua’yı klarnetten ayırt etmek için iyi bir kulak yeterli mi?” Cevap, ışığın vurduğu o siyah gövdede saklıydı. O yılların evlerinde kaset kutuları, 45’likler ve ansiklopedi ciltleriyle yan yana duran bu kule, müziği sadece çalmaz, adeta yorumlar gibi anlatılırdı.

Kaset bölümünde çift deck vardı. Relay Play iki kaseti ardı ardına çalarken High Speed Synchro Dubbing sevdiğiniz kaseti hızla kopyalayabiliyordu. AMS Otomatik Müzik Bulucu parçaların başını yakalıyor, Dolby NR dip gürültüsünü silip odayı daha temiz bir sesle dolduruyordu. Pikap manyetik kafalıydı. İsterseniz otomatik, isterseniz manuel indirilir ve iğnenin yive ilk dokunuşunda odanın havası değişirdi. Radyosu FM MW LW bandlarını dolaşır, uzak istasyonları yakalayıp dünya dinleten iddiasını karşılıyordu. İki yollu Hi-Fi hoparlörler ve beş bantlı grafik equalizer, basları kanepeye, tizleri vitrin camına kadar taşıyordu. Toplam 300 watt müzik çıkışı, apartman hayatında her komşuya ayrı bir konser demekti.

Görsel de hafızaya kazınıyor. Zeminde tüylü halı, sehpada kristal bir kadeh, köşede dik duran plaklar, yanında kasetlerle dolu küçük kutu. Hepsi birlikte 80’lerin salon estetiğini tek karede özetliyor. Bu yüzden Sony X0-700W yalnızca bir elektronik cihaz değil, evin atmosferini belirleyen bir başrol gibiydi. Obua ile klarnetin tınısını ayırmak için iyi bir kulak yetmez, iyi bir set gerekir diyen o cümle, bir kuşağın dinleme kültürünü de anlatıyordu.

Walkman’in kulak yastıklarında ince bir cızırtı… Sonra o tıkır tıkır deklanşör sesi ve John Taylor’ın elastik, melodik b...
19/10/2025

Walkman’in kulak yastıklarında ince bir cızırtı… Sonra o tıkır tıkır deklanşör sesi ve John Taylor’ın elastik, melodik bas yürüyüşü. Takvimler 13 Temmuz 1981’i gösterdiğinde “Girls on Film” yayımlandı; Duran Duran’ı listelerde yukarı taşıyan ve MTV çağında vitrine yerleştiren parça oldu. Şarkı, grubun kendi adını taşıyan ilk albümünün açılış parçasıydı ve bu ilk albüm zamanla Birleşik Krallık’ta ve Amerika’da platin plak başarısına ulaştı, yani yalnızca kulaklara değil vitrinlere de hükmetti.

Klibe gelince, kamera dili adeta bir manifesto gibi çalışır. Yönetmen koltuğunda Godley ve Creme vardır. İki ayrı sürüm çekilir: gece kulüpleri ve yetişkin platformları için hazırlanan uzun ve sansürsüz “Night Version” ile MTV’ye uygun, sertçe kısaltılmış sürüm. Erotizmle flört eden teatral mizansen hem BBC’de yasaklara takılır hem de MTV’de epey budanır, ama tam da bu tartışmalı atmosfer sayesinde şarkı daha çok konuşulur ve yeni doğan müzik televizyonu çağında grubun görsel cesaretini öne çıkarır.
Stüdyo, podyum ışığı, sis ve yağ efektleriyle bir moda seti gibi kurulur. Lens sık sık John Taylor’ın üzerinde konaklar; o derin, yaylanan bas çizgisi ritmi gövdeye çevirir. Kısa, hızlı kesmeler ile yavaşlatılmış anlar yan yana gelir. Bu gerilimli tempo, şarkının parlak synth katmanlarını görsel bir akışa dönüştürür. “Girls on Film” böylece yalnızca bir hit single olmaktan çıkar, Duran Duran’ın müzik ile imgeyi eş güçte kullanan yeni pop anlayışını ilan eden bir vitrine dönüşür.

Şarkının çıkışıyla birlikte dergi kapakları açılır, televizyon programları kapıda sıra olur, konserlerde ilk davul vuruşunda kalabalık öne doğru akar. Albümün ivmesi bu şarkıyla büyür ve Duran Duran adı 80’lerin parlak vitrinine iyice kazınır. O yazın akşamüstlerini hatırlatan bir koku gibi yayılır şarkı; plak iğnesinin kıyıya vurup geri çekildiği o mikroskobik anlarda bile gençliğin hızını ve parıltısını duyarsınız.

Bugün klibi baştan izlediğinizde kulis kokusu burnunuza kadar gelir. Fotoğraf lambalarının sıcaklığı, makyaj aynasının parıltısı, sahne sisinin yumuşak dokusu ve fonda John Taylor’ın omurga gibi yükselen basları… “Girls on Film” yalnızca bir parça değildir; objektifle müziğin birbirini ateşlediği, pop kültürünün sinema arzusunu yakalayıp cam bir kutuya sakladığı bir hatıra gibidir. 🎤🎶🎹🥁🎸🇬🇧

The official Duran Duran video for 'Girls on Film'' from 1981's Duran Duran album. Directed by Godley & Creme.Stream Duran Duran's greatest hits here ▶ https...

19/10/2025

DURAN DURAN'IN NABZI, PODYUMUN IŞIĞI
Beyaz fonda parlayan o kareye bakınca, 80’lerin kalp atışını duyuyor insan. John Taylor’ın fırtınalı perçemleri, Renée Simonsen’in cüretkâr makyajı, bilekten dirseğe uzanan bilezikler, dantel eldivenin tenle buluşan sıcaklığı.

Danimarkalı süper model Renée Toft Simonsen, 80’lerin podyumlarına yön veren, dergi kapaklarını ışığıyla dolduran, dönemin en parlak süper modellerindendi. Sadece güzelliğiyle değil, bakışındaki özgüven ve duruşundaki kararlılıkla da çağın moda dilini belirleyen o isimlerdendi. Bu nedenle kadrajdaki gülüşü, bir model pozu olmanın ötesine geçip bütün bir on yılı sembolleştiren bir imzaya dönüşüyor.

İngiliz müzisyen John Taylor, kurucu üyesi olduğu new wave grubu Duran Duran’ın bas gitaristiydi. O derin ve melodik bas yürüyüşleri, grubun parlak synth dokusuna omurga olur, 80’lerin dans pistlerine o tanıdık nabzı verirdi.

Bu fotoğraf 1985’te In Fashion dergisi için yapılan bir stüdyo çekiminden. Objektifin arkasında Barry McKinley var. Benzer kareler ertesi yıl İtalya’da MODA dergisinin sayfalarına düşüyor. Moda ile müziğin kol kola gezdiği o çağın ruhu, işte bu kadar sade ve bu kadar güçlü.

John o sıralar Duran Duran’ın kısa molasında. Gitarını ve karizmasını The Power Station’ın elektrikli ritmine emanet etmiş. Renée ise podyumların göz kamaştıran yıldızı. Fotoğraf bu nedenle yalnızca bir poz değil, zamanın belleğine bırakılmış bir imza gibi. Saç spreyi kokusu, stüdyo ışığının ısısı, parlak kumaşların hışırtısı sanki kadrajdan taşarak odanıza kadar geliyor.

Ve en önemlisi, bu iki insan yalnızca sayfa üstünde partner değil, gerçek hayatta da birlikte. 1985’te başlayan ilişkileri kısa sürede nişana varıyor, 1989’a kadar sürüyor. Fotoğraftaki yakınlığın içtenliği buradan besleniyor. Renée’nin elinin John’un yanağında bıraktığı o güvenli temas, müziğin ve modanın ötesine geçip bir çiftin mahrem sevincine dönüşüyor. Bu yüzden kare, sadece estetik bir 80’ler afişi gibi değil, iki genç yıldızın aynı yöne baktığı bir anın hatırası gibi duruyor.

Perde arkasını hayal edin. Beyaz fon kurulmuş, asistanlar reflektörleri ayarlıyor. Makyaj tazeleniyor, saçlar bir iki fön darbesi daha alıyor. John bir akor mırıldanıyor, Renée aynaya son kez göz atıyor. Fotoğrafçı hazır dediği anda ışık patlıyor. Bir saniyelik tıklama yıllara yayılıyor. Çünkü o saniye, pop kültürün altın çağında müziğin ritmi ile modanın yürüyüşünün kesiştiği yer. The Power Station’ın enerjisi, Duran Duran efsanesinin gölgesi, podyumların yıldız tozu, hepsi aynı karede buluşuyor.

Bugün bu fotoğrafa bakan herkes biraz o yıllara döner. Walkman’in kulaklığında bir bas yürür, dergi sayfasını çevirirken parmaklarınızda mat kâğıdın dokusu canlanır. Aşkın, şöhretin ve gençliğin birbirine değdiği o an, hâlâ taptaze. Çünkü bazı anlar yalnızca çekilmez, kalbe kaydedilir. Bu kare de öyle. 1985’in beyaz fonunda filizlenen bir yakınlık, 1989’a kadar süren bir hikâye, geride usul usul parlayan bir 80’ler masalı. 📸🎤🎶👠🇩🇰 🇬🇧

Karanlık salonda jenerik akarken o ilk piyano sesi duyulur ve zaman bir anda 1981’e bükülür. Lionel Richie’nin yazdığı, ...
18/10/2025

Karanlık salonda jenerik akarken o ilk piyano sesi duyulur ve zaman bir anda 1981’e bükülür. Lionel Richie’nin yazdığı, Diana Ross ile birlikte söylediği “Endless Love” başrollerini Brooke Shields ile Martin Hewitt’in paylaştığı “Sonsuz Aşk”ın kalbidir. Bizde “Affedilmeyenler” adıyla vizyona giren film, iki gencin gözü kara sevgisini anlatırken bu şarkı onların sesini alıp göğe taşır.

Diana Ross’un kadife gibi yumuşak yorumu, Lionel Richie’nin sıcak tınısıyla buluşur. İki ses, iki kalp gibi birbirine yaklaşır, ayrılır, tekrar kavuşur. Arkadan gelen yaylılar ve piyano sanki gençliğin titrek nabzını tutar. Sözler yalın ve nettir ama her kıtada büyür; aşkın masumiyetini korurken kaderin ağırlığını usulca fısıldar.

O yılları yaşayanlar hatırlar. Radyolarda istek saatlerinde aynı notalar döner, kasetlerin A yüzü biter, geri sarılır, şarkı bir daha başlardı. Düğün salonlarında ışıklar kısılır, yavaş dansların en çok beklenen anı olurdu. Evlerde teypte hafif bir cızırtı eşlik eder, pencereden içeri giren akşam serinliğiyle insan kendi gençliğinin kokusunu duyardı.

Filmdeki aşkın masum ışıltısı ile şarkının zarif hüznü birbirini tamamlar. Brooke Shields ile Martin Hewitt’in bakışları uzun sürer, cümleler yarım kalır, gerisini şarkı anlatır. “Endless Love” yalnızca bir film müziği değildir; gençliğin ilk kez bu kadar büyük hissettiği bir duygunun, büyüklüğünden ürkse bile vazgeçmeyişinin ilahisi gibidir.

Yıllar geçti. Afişler sarardı, salonlar değişti, kasetler yerini dijitale bıraktı. Yine de bu nakarat aynı yerden yakalar insanı. İlk aşkın ürpertisini, geç kalınmış bir özrün ağır sessizliğini, annenin kapı aralığındaki endişesini, gece yarısı çalan sabit telefonun çınlamasını hatırlatır. Şarkı bittiğinde dudaklarda mırıldanma kalır; tıpkı filmin o son bakışı gibi eksik ama unutulmaz.

Bugün bu şarkıyı yeniden dinlerken belki siz de bir sinema çıkışını, bir yaz akşamını, ilk yavaş dansınızı anımsarsınız. “Endless Love” tam da bunun için var. Aşkın en sade cümlesini en uzun hatıraya dönüştürmek için. 🎤🎶🎹🎻🥁🎸🇺🇸

Lionel Richie & Diana Ross Endless Love Filme Amor Sem Fim 1982.Quem se sentir a vontade para ajudar o canal com qualquer valor:Pix: luciosampaio1965@gma...

18/10/2025

HÜZÜNLÜ BİR FİLM: AFFEDİLMEYENLER (ENDLESS LOVE)
O karanlık salonu hatırlayanlar bilir; perde açılır açılmaz yüzümüze vuran o maviye çalan ışık, gençliğin içimize düşen ilk kıvılcımı gibiydi. Başrollerinde Brooke Shields, Martin Hewitt ve Shirley Knight’ın yer aldığı “Sonsuz Aşk” (Endless Love), Türkiye’de sinemalarda “Affedilmeyenler” adıyla gösterildiğinde tam da böyle bir duygunun peşinden sürüklemişti bizi. İki gencin tutkulu yakınlığına ailelerin set çekmesiyle başlayan gerilim, tansiyonu yükselen tartışmalarla, peş peşe gelen tesadüflerle ve giderek aklın sınırlarını zorlayan bir çılgınlıkla büyür, sonunda trajik bir kapıya dayanır. Hikaye yalnızca iki kişiyi değil, bir kuşağın kalp atışını da anlatır.

Film, gençliğin hızla alev alan duygularını soğukkanlı bir gerçekçilikle çerçeveler. Bir yanda masumca yaşamak isteyen iki genç, diğer yanda bu ateşi kontrol altına almaya çalışan aileler. Seyirci, iki tarafın da haklılığını duyumsar; çünkü aşkın gözü kara cesareti ile anne babaların koruma içgüdüsü aynı odada karşı karşıya gelir. Onay gelmedikçe büyüyen baskı, en ufak bir hatayı bile felakete çevirebilecek bir gölgeye dönüşür. İhtirasın coşkusu ile ailelerin endişesi arasında sıkışan bu dünya, salonda oturan herkese gençliğinin bir anını hatırlatır; gizli buluşmaları, gece yarısı çalan sabit telefonları, göz göze gelince hızlanan kalbi.

“Sonsuz Aşk”, yalnızca bir aşk öyküsü değildir; karşı çıkmanın, anlamaya çalışmanın ve geç kalmanın filmi de sayılır. Gençler büyümek ister, aileler ise yaralanmalarını istemez. Tam da bu arada, bir anda alınan kararlar ve bir anlık öfke, hayat boyu taşınacak sonuçlar doğurur. İşte bu nedenle film, perdeden inerken geride yalnızca hüzün bırakmaz; içten bir empati, gecikmiş bir anlama ve kalbi burkan bir kabul de bırakır.

Ve elbette müziği. 1981 yapımı bu filmin, Diana Ross ile Lionel Richie’nin seslendirdiği o meşhur şarkısı salonun kapısından çıkar çıkmaz peşimize takılır. Radyolarda, kasetçalarlarda, düğün salonlarının yavaş danslarında yankılanan bir nakarat gibi yıllara tutunur. Şarkı bittiğinde bile dudaklarımızda mırıldanma kalır; tıpkı filmdeki o son bakış gibi, eksik ama unutulmaz.

Kısacası “Affedilmeyenler”, gençlik cesaretinin ve aile kaygısının çarpışmasından doğan o kırılgan güzelliği anlatır. Bir dönemin sinema afişlerini, karanlık salonda el ele oturmayı, çıkışta sokak lambalarının altında yavaş yürüyüşleri hatırlatır. İzlerken kalbimize yerleşen o sızıyı, yıllar geçse de eksiltmeyen bir hatıraya çevirir. 🎬🎥

Address

Istanbul

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when 80'LERİN ŞARKILARI posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to 80'LERİN ŞARKILARI:

Share