Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu

Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu İlişkiler okulu kitabının bir çok bileşkenleri var. "İlişkiler Okulu" tam da bu eksik alana katkı sunmaya çalışıyor.

Derin felsefesi, akademik bilgileri, hikayeleri ile okuyucuyu karşı cins üzerinden kendimizi tanımaya yolculuğuna davet ediyor... Dört katı çıktığında sabırla bu okulda, sade cümlelerle ilişkileri, acıları, aldatılmaları öğreneceksin, ama en önemlisi kendini bulacaksın sonunda… “Nerede bu okul?” diye soracaksın kendine. Gerçekten bu okul nerede?
Çok emek harcandığı belli olan bu kitap bir okul be

nce… (Psikiyatr, Yazar, Dr.Semih Dikkatli)
*******
"Her insan, insanlığın bir öyküsüdür" der Hintli filozof Khrisnamurti. İnsan, kendinden önceki tüm insanlık birikimini anneyle kurduğu ilişkiyle almaya başlar. Sonra aile ve sonrasında toplumla kurduğu ilişkiyle…İnsan denilen varlık, ilişkinin ürünüdür, hatta ilişkinin kendisidir. Bu nedenle ilişki kurma ihtiyacı ve kurduğu ilişkilerle ilgili sorunlar onun hayatının en önemli sorunlarıdır. İlişkiler üzerine yapılan onca araştırma olmasına rağmen, ilişki ihtiyacına ve ilişki sorunlarına analitik yaklaşan çalışmalar yetersizdir. Sadece yapmanız gerekene değil, neyi neden yaptığınıza da ışık tutarak, sorunlarınızı kendi başınıza aşmanız için kendinizi anlamanıza ışık tutuyor...

Mustafa Topkara
Psikolog, Yazar, İlişki ve İletişim Danışmanı

KARGA BOKU......Kadar Olabilmek...Köy yerinde ikindi vakti.Çıt yok.Herkes susmuş, sessizlik konuşuyor.Zaman durdu sanki....
08/07/2025

KARGA BOKU......
Kadar Olabilmek...

Köy yerinde ikindi vakti.
Çıt yok.
Herkes susmuş, sessizlik konuşuyor.
Zaman durdu sanki.
Birden bir damlama sesi.
"Şıp...Şıp!."
Alt mahalledeki çeşmenin musluğu bu.
Tamir edilmeli.
O arada yan arsaya bir karga kondu.
Tedirgin ama ürkek değil.
"Gakk!"
Biraz etrafı kolaçan etti.
Sağa sola baktı, yere pisledi.
Sonra kanatlandı, gitti.

Gece bir domuz girdi o arsaya.
Karganın pislediği yeri eşeledi.
Domuz eşeledikçe toprağın üstündekiler alta indi.
Aylar sonra bir fidan bitti orada.
Karganın pislediği yerde.
Yavaş yavaş büyüdü.
Dal oldu, yaprak oldu.
Ve bir ağaç oldu..
İncir ağacı.

Önce karıncalar sardı ağacı.
Sonra sinekler, sonra börtü böcekler.
En son da kuşlar.
Böcekler ağacın filizlerini, meyvelerini yedi, kuşlar böcekleri.
Alakargalar da incirleri.
Hayvanlar alemi o ağacın çevresinde bir dünya kurmuşlardı kendilerine.
Karganın pisliğiyle harcı karılan, domuzun eşelemesiyle temeli atılan bir dünya.
O yan arsada yaşam böyle süregiderken, bir insan çıktı ortaya.
Arsayı satın almış.
Önce duvarlarla çevirdi dört tarafını.
Üstünü tel örgülerle sardı.
Böylece domuzlar gelmez oldu.

Sonra börtü böcekten şikayet etti.
Etrafı zehire boğdu.
Karıncalar, sinekler, böcekler bir bir öldü.
Ardından onları yiyen kuşlar.
Sadece bir ağaç kaldı ayakta.
Hayvan mezarlığında bir incir ağacı.
Tek başına.
En son onu da kesti adam.
Oradaki hayatı bitirdi.
Bir çuval inciri bok etti!

Herkes kendisine sorsun.
Çevreye, doğaya bir karga boku kadar katkım var mı?
Yakmayın yıkmayın Sattırmayın
yok etmeyin Torunlarınıza NEFES alacak Dünya Yaşam bırakın...
(Alıntı)

KİMLİĞİMİZ, HALIDA, KİLİMDE Mİ GİZLİ? (Etem ORUÇ)Türklerin tarihi kilim desenlerinde, mezar taşlarında gizlidir. Göçer y...
21/06/2025

KİMLİĞİMİZ, HALIDA, KİLİMDE Mİ GİZLİ?
(Etem ORUÇ)

Türklerin tarihi kilim desenlerinde, mezar taşlarında gizlidir. Göçer yörükler için kilim Türklerin simgesidir.
Benim sözünü ettiğim halı, kilim, günümüzde özentili insanların kullandığı Avrupa kökenli halı ve kilimler değil.

Orta Asya’dan, Pamir yaylasından, Altay dağlarından süzülüp gelen, Göktürk, Uygur, Selçuklu, Anadolu Beyliği kokan Türk halılarından, kilimlerinden, nakış nakış köklerimiz, kimliğimiz olan halı ve kilimlerden söz ediyorum.

Atatürk, Türklük için: “ Türk’ün beşiği, doğanın rüzgârı ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk, doğanın yağmuru ile yıkandı. O çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından önce korkar gibi oldu, sonra alıştı, onları doğanın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o çocuk, doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk, dünyayı aydınlatan Güneş’tir,” diyordu.

Ulu önder, Cumhuriyetin ilânından sonra “Türklüğün kökenini” açıklamak için bir dizi araştırmalar yaptırdı. Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasıyla yapılan araştırmaları kendisi yönetti. Tahsin Mayatepek’i Meksika’ya elçi atayarak, Kızılderililer, Mayalar, Aztekler ve değişik uygarlıklar hakkında araştırmalar yaptırdı.

Ölümünden iki yıl önce de James Churchward’ın Mu ve Atlantis uygarlıklarını konu eden kitaplarını Türkçeye çevirterek incelemiştir. Bu yapıtta Türklerin ilk yurdunun M.Ö. 75 binlerde yaşayıp batan, Mu uygarlığı olduğu, Orta Asya’da da Uygurlar ve Sümerler olarak yaşamlarını sürdüğünü yazıyordu.

James’in araştırmalarında tanıştığı Rişi: “Doğa, insanın öğrenmesi için düzenlenmiş büyük bir okuldur. Doğa yalan söylemez. Her kayanın kırışmış, yaşlanmış yüzünde bir öykü vardır. Her çimen, ağaçtaki yaprak, tomurcuk, işiten kulaklar için bir şeyler fısıldar. Doğa yaşamın köklerini gösterir, en küçük bir tohumun, bir böceğin gizini çözdüğümüz an evrenin gizini çözmüş oluruz,” diyordu.

Doğada, sanatta, özlü sözlerde bir giz vardır. Onu ancak birikimli, üstün zekâlı insanlar anlayabilir. Örneğin 13 sayısı uğursuz sayılır. Neden? Mu kıtası Cuma günü Zac ayının (Beyaz ay) 13. günü batmıştır. O günün anısına insanlar uğursuz saymıştır. Bugün kullandığımız eskiden günümüze dek gelen pek çok araç ve geleneğin anlamını tam bilmediğimiz için saçma, bağnaz şeyler gibi düşünebiliriz.

Ama kökenini araştırıp öğrenince hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Halılardaki, kilimlerdeki desenler gibi. Kökleri Şaman olan Türk halılarında halı gurubu yoktur. Türk halı ve kilimlerinin motifi, sembolü aynıdır. Bunlar bizim soy kütüğümüz, tarihimiz, kültürümüz, kalıcı kimliğimizdir.

Yirmi sekiz sembolü teker teker imceleyelim. 1- Bir sayısı Tanrının tekliğinin simgesidir. Genellikle üçken içinde bir nokta olarak gösterilir. Mu uygarlığının da simgesidir. 2- İki sayısı erkek-dişi, Güneş-Ay, artı-eksiyi simgeler. 3- Üç sayısı kazayağıdır. Mu kıtasından beri kullanıp gelmektedir.
Orta Asya’dan taşınan Türk mühürdür. 4- Dört sayısı yani haç, dört doğanın temeli, hava, su, ateş, toprağ’ı simgelemektedir. 5- Beş sayısı Tanrı ve dört yardımcısını simgeler. 6- Altı sayısı, altı köşeli yıldız, yaşam çarkı, uzun yaşamın sembolüdür.
7- Yedi sayısı var oluş ve yok oluşun sayısıdır. Yedi kat gök ve yeri simgeler. 8- Sekiz sayısı, sekiz köşeli yıldız, Selçuklu bayrağındaki yıldızdır. Göktürk mührüdür. 9- Dokuz sayısı karaların batıp çıkması, yeniden var oluşu simgeler. 10- On sayısı kurtağzı, ululuk, kutup yıldızının simgesidir.

11- Su: Bolluk, bereketin simgesidir. 12- On iki, dört mevsim ve on iki ayı simgeler. 13-Çift üçken: Adak sembolüdür. Sunakların üzerinde yer alır. 14- Koçbaşı: Güç, kuvvet, Ay tanrısının sembolüdür. 15- X İşareti, hareket içeren kozmik güç, dönen enerjiyi simgeler. 16- S harfi, sonsuzluk, bütünü ikiye ayıran ince çizgidir.

17- Yılan, yaşamın sudan karaya çıkışının sembolüdür. Can, diriliştir. 18- Lotus çiçeği, ruhun ölümsüzlüğünü simgeler. İnsanların çevresiyle beraber, her şeyin yeniden doğuşunu simgeler.
19- Hayat ağacı, içinde ateşi gizleyen maddeyi, gökyüzüne yükselen yaşamın sembolüdür. Kara servinin mezarlara dikilmesi bunu simgeler.
20- İnsan, doğanın içinde o hep vardır.
21- Kuş, Anka: Yaratıcının sembolüdür. Mitolojik anlam taşır. Ruh gökte doğar, yere iner.
22- Ejderha: Hava ve suyun koruyuculuk simgesidir.
23- Yükselen dağlar, testere dişi: Yerin yükselişini, dağların oluşumunu simgeler. Tanrıya en yakın olunduğunu düşünülen yer. 24- Kare: Yeniden doğuşun, yok oluşun gerçeğinin simgesidir, topraktır.
25- Dikdörtgen: MU, Anakara kıtasının sembolüdür.
26- Geyik, At: Ruhu tanrıya taşıyandır.
27- Dağılış, Göçer Motifi: Orta Asya’dan Türklerin dört yöne dağılışını simgeler. Hareketi ifade eder.
28- Yirmi sekiz sayısı, Ay’ın 28 gün görünmesini simgeler.

Pazırık’tan Miletos’a uzanan bir yol mu var. Altay dağlarında bulunup M.Ö. IV. Yüzyıla ait olduğu söylenen Pazırık Halısının göbek ve kenar işlemelerindeki tekrar eden bir desen ile M.Ö. VI- V. Yüzyıllara ait Miletos paralarının arka yüzünde yer alan figürle bire bir aynıdır. Aynı benzerlik aynı yüzyıllarda yaşamış olan Efesos gibi Batı Anadolu’da yaşayan uygarlıklar arasında da vardır.

Artemis sözcüğü Yunancada bir anlam taşımazken Ar-temiz (çok temiz) Türkçe’de anlamı vardır. Bilinen tarihlerden daha önce Türkler Anadolu’da yaşayan, ilk uygarlıkları kuran uluslardan biri olamaz mı?
Atalarımız yerleşik biçimde yaşamadıkları için kimliklerini halılara, kilimlere işleyerek kendileriyle beraber taşımışlardır. Pervane böcekleri gibi onlar da hep ışığa sevdalı olmuşlardır. Mumun, diğer mumu yakarak aydınlatmasıyla kaybedeceği hiçbir şeyin olmadığını bilen atalarımız, deneyimlerini de çevresiyle paylaşmasını bilmişlerdir.

Uşak yöresindeki kilimlerde “ eli belinde” denilen bir motif vardır. Halk arasında doğdu, doğacak anlamına gelir. Kimliğimiz, kültürümüz olan halılar da neredeyse yok olup gidecek.

Atatürk’ümüzün: “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür,” dediği gibi, kültürümüz kimliğimizdir, kültürünü sahiplenmeyen, kökenini bilmeyen uluslar, tarihin sayfalarından silinip giderler…

Alıntı

Bir fili bir ülkeden başka bir ülkeye — örneğin Hindistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne — uçakla taşımak gerektiğin...
03/06/2025

Bir fili bir ülkeden başka bir ülkeye — örneğin Hindistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne — uçakla taşımak gerektiğinde, kafesine… civcivler yerleştirilir.
Evet, doğru okudun… minicik civcivler!

Neden mi?
Çünkü devasa boyutuna rağmen fil, onlara zarar vermekten korkar.
Uçuş boyunca, yanlışlıkla birine bile basmamak için tamamen hareketsiz kalır.
İşte bu sayede uçağın dengesi sağlanır.
Bu bile, filin ne kadar asil bir kalbe sahip olduğunun ilk göstergesidir.

🧠 Bilim insanları bu davranıştan büyülenmiş olacak ki, araştırmalarını filin beynine kadar götürdüler.
Ve orada son derece nadir sinir hücreleri keşfettiler: fuziform hücreler.
Aynı hücreler insanda da bulunur; bunlar öz farkındalık, empati ve sosyal algıdan sorumludur.
Yani başka bir deyişle…
Fil yalnızca bedenen değil, duygusal olarak da büyüktür.
Hisseder, anlar ve sessiz bir bilgelikle hareket eder.

🎨 Doğaya tutkuyla bağlı olan dâhi Leonardo da Vinci, onun hakkında şöyle yazmıştı:

“Fil, doğruluğu, aklı ve ölçülülüğü simgeler.”

Ve şöyle eklemişti:

Nehre iner ve orada bir tür saygıyla yıkanır, sanki tüm kötülüklerden arınıyormuş gibi.

Eğer yolunu kaybetmiş bir insanla karşılaşırsa, onu nazikçe doğru yola geri götürür.

Asla yalnız yürümez: Her zaman bir grubun içindedir, her zaman bir lider önde gider.

Utangaçtır…
Çiftleşmesini sadece gece yapar, sürüden uzakta. Sonra temizlenir ve tekrar sürüye katılır.

Yolda bir sığır sürüsüne rastlarsa, hortumuyla onları incitmeden kenara çeker…

💔 Ama en dokunaklı olanı…

Fil ölümünün yaklaştığını hissettiğinde, sürüsünden ayrılır;
Uzak, tenha bir yere gider…
Ve orada, tek başına ölür.

Neden mi?
Genç olanların, onun gidişine tanık olmaması için…
Mahcubiyetle. Merhametle. Onurla.

Üçü de insanda bile artık nadir bulunan erdemler…

Alıntı

.Bilim kurgu mu yoksa unutulmuş gerçek mi? Yaklaşık 12.000 yıl önce, Younger Dryas 1300 yıl süren gerçek, acımasız bir s...
22/05/2025

.
Bilim kurgu mu yoksa unutulmuş gerçek mi? Yaklaşık 12.000 yıl önce, Younger Dryas 1300 yıl süren gerçek, acımasız bir soğuk hava getirdi.
Resimde: Derinkuyu, Türkiye'nin Kapadokya'daki yeraltı harikası.
Kabaca 2 kilometre genişliğinde ve 85 metre derinliğinde olan bu 2.800 yıllık şehir, 18 kat boyunca ahır, kuyu ve şarap presleriyle 20.000 kişiyi barındırıyordu.
1963 yılında kazara yeniden keşfedildi, kökeni daha da geriye uzanabilir.
Ancak Derinkuyu yalnız değil - Mısır'ın Giza tünelleri, Guatemala'nın 800 kilometrelik Maya ağı, Çin'in hassas oymalı mağaraları ve Avrupa'nın gizemli Erdstall küresel bir fenomen ipucu.
Demir ve tekerlekler olmadan eski insanlar nasıl böyle harikalar yarattılar? Frost ya da başka bir şeyden mi kaçıyorlardı, dini kovuşturma gibi?
Altımızda hangi sırlar yatıyor? Kayıp medeniyetler yer altında gelişmiş olabilir mi?

Beni bulamazsan üzülme,eşyalarımı bulacaksın.kestiğim taşları, açtığım yolları,işlediğim heykelleri bulacaksın.ve görece...
10/03/2025

Beni bulamazsan üzülme,
eşyalarımı bulacaksın.
kestiğim taşları, açtığım yolları,
işlediğim heykelleri bulacaksın.
ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
parmak izlerimiz değecek birbirine...

3000 yıl önce yazılmış bir Likya şiirinden...

İNCİNSEN DE İNCİTMEBu kirlenmiş dünyayı yaşanılır kılan nedir Bilir misin?İncinsen de incitmeDiyen Hacı Bektaş Veli..‘Ya...
02/03/2025

İNCİNSEN DE İNCİTME

Bu kirlenmiş dünyayı yaşanılır kılan nedir
Bilir misin?
İncinsen de incitme
Diyen
Hacı Bektaş Veli..
‘Yaradılanı sev, yaradandan ötürü
Diyen
Yunus'u..
‘Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir.
Diyen
Hacı Bektaş Veli'si..
‘Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene’
Diyen
Pir Sultan Abdal'ı..
‘Beni hor görme gardaşım, sen altınsın da ben tunç muyum?’
Diyen
Veysel'i
‘Kötü insanların türküleri yoktur.
Diyen
Neşet Ertaş'ı..
‘Bütün aşklardan yücedir, insanın insanı sevmesi.
Diyen
Mahsuni'si..
‘Sana düşman
Bana düşman,
Düşünen insana düşman,
Vatan ki;
Bu insanların evidir, sevgilim
Onlar vatana düşman.’
Diyen
Nazım'ı..
‘Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin.’
Diyen
Ahmed Arif'i..
‘Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir barıştır.’
Diyen
Yaşar Kemal'i
Var.....
Ah..
Aynen Özdemir Asaf'ın dediği gibi
Acaba çok yağsa yağmur temizlenir mi bu kirli dünya...

KARIM BENİM HABERİM OLMADAN KEDİLERİMİ VERDİ – VE BU EVLİLİĞİMİZİ MAHVETTİ 🐈🐈‍⬛🐈Bugün eve geldiğimde eşimin üç kedimi de...
01/03/2025

KARIM BENİM HABERİM OLMADAN KEDİLERİMİ VERDİ – VE BU EVLİLİĞİMİZİ MAHVETTİ 🐈🐈‍⬛🐈
Bugün eve geldiğimde eşimin üç kedimi de birine verdiğini gördüm. Haftada iki kez tüylerini taramama ve her gün k*m kaplarını temizlememe rağmen, tüy dökmeleriyle onu çileden çıkardıklarını söyledi. Bu kediler temiz, sevecen yaratıklardı ve evlenmeden çok önce de benimleydiler. Bunu yaptığına inanamıyorum!
Açıklama istediğimde, nereye götürdüğünü söylemeyi kesin bir dille reddetti ve sadece "emin ellerde" olduklarını söyledi. Ama ihanete uğramışlık duygusundan kurtulamıyordum. Yıkılmıştım.
Kedilerim Maxim, Oleg ve Luna hayatımın çok büyük bir parçasıydı ve bana danışmadı bile. Şimdi her şeyi yeniden düşünüyorum; onun davranışları bana anormal görünüyor.
Dürüst olmak gerekirse boşanmayı ciddi ciddi düşünmeye başladım. Acaba ben mi abartıyorum? Yoksa gerçekten de geçilmemesi gereken bir çizgiyi mi geçti?
Bütün gece uyuyamadım.
Maxim'in kanepede rahatça kıvrılıp yattığını, Oleg'in pençesiyle bacağıma nasıl nazikçe dokunduğunu, ilgi istediğini ve Luna'nın mırıldanarak göğsümde nasıl uykuya daldığını düşünüyordum. Ev bomboştu, sessizliğiyle neredeyse boğucuydu. Onları bulmam gerektiğini biliyordum.
Ertesi sabah eşimle sakin bir şekilde konuşmaya çalıştım, umarım bana ne kadar kırgın olduğumu anlar.
"Lütfen bana nerede olduklarını söyle," dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak...
Kollarını kavuşturdu ve soğuk bir şekilde cevap verdi:
— Onlar iyiler. Her şeyi çoktan düşündüm. Vaz geç artık.
Vaz geç mi?! Ciddi mi bu?!
- Bunlar öyle kolayca kurtulunabilecek şeyler değil! Bunlar canlı yaratıklar! Bana güvendiler, ben onları hayal kırıklığına uğrattım... Senin yüzünden!
Gözlerini devirdi.
- Sanki sokağa atmışım gibi davranıyorsun. Bunların emin ellere teslim edilmesini sağladım.
Ama bu yeterli değildi. Bunları kendi gözlerimle görmem gerekiyordu.
Aramaya başladım. En yakın barınaklara gittim, internete ilanlar verdim ve ödüllü broşürler bastırdım. Birkaç gün geçti ama hiçbir şey bulamadım. Her eve döndüğümde nefretimin büyüdüğünü hissediyordum.
Peki ya eşim? Hiçbir şey olmamış gibi bir tavır içinde. Sanki kalbimi kıran ihaneti ben yapmadım der gibi.
Ve sonra bir gün;
Hayvan barınağında çalışan bir arkadaşım bana şunları yazdı:
"Sanırım kedilerinizi gördüm. Birkaç gün önce bir kadın sizinkine çok benzeyen üç tane getirdi.”
Barınağın numarasını çevirirken ellerim titriyordu.
— Canlarım hala sizde mi? — Nefesimi tutarak sordum.
- Çok üzgünüm ama onlar çoktan yeni sahiplerini buldular...dedi karşımdaki ses.
Başımın döndüğünü hissettim.
— Bunları kimin aldığını söyleyebilir misin? Lütfen, her şeyi yaparım!
- Bu bilginin gizli olduğunu düşünüyorum. Ama size temin ederim ki, onlar iyi ailelere gittiler.
Telefonu kapattım ve sessizce oturdum. Her şey bitti. Onlar sonsuza dek gittiler.
Ben ağlamadım. Sadece boşluk hissettim. Sanki ruhumun bir parçası benden koparılmış, geride sadece boşluk kalmıştı.
O akşam tek kelime etmedim.
evliliğimiz boyunca ilk kez eşim huzursuz görünüyordu.
"Bizim için en iyi olanı yaptım," dedi sessizce. - Onlara çok bağlısın. Bütün hayatını ele geçirmişler.
Boğazımda bir acıyla yutkundum.
- Ve sen en iyi çözümün bana ihanet etmek olduğuna mı karar verdin?
Ağzını açtı ama hemen kapattı. Hiçbir mazereti olmadığını biliyordu.
İçimde bir şey kırıldı. Sessizce eşyalarımı toplayıp aynı gece yola çıktım.
Duygularımı toparlayana kadar bir arkadaşımın yanında kaldım. Oysa karar aslında çoktan verilmişti.
Bana böyle ihanet edebildiyse, başka ne yapabilir ki?
Bir hafta sonra boşanma davası açtım.
Şoktaydı. Hatta yaptıklarından pişman bile olmuş olabilir. Ama artık umursamıyordum.
Bazı ihanetler affedilemeyecek kadar derindir.
Aylar geçti. Kedilerimi hala özlüyordum ama doğru şeyi yaptığımı biliyordum.
Bir gün sırf meraktan barınağın internet sitesine girdim ve “Başarılı Evlat Edinme Hikayeleri” bölümünü açtım.
Kalbim daha hızlı atmaya başladı.
Maksim, Oleg ve Luna.
Üç ayrı aile onları yanına aldı. Fotoğraflarda mutlu, bakımlı ve sevilen görünüyorlardı.
Onlar iyiydi.
Ve uzun bir aradan sonra ilk kez ben de aynısını fark ettim.
İlişkilerde aşılmaması gereken sınırlar vardır.
Güven, saygı ve açıklık sevginin temelinde yatan üç temel unsurdur. Eğer bunlar yoksa, duygular birliğinizi kurtaramaz.
Eğer bir şey sizi rahatsız ediyorsa, bunun hakkında konuşun. Sınırları belirleyin.
Peki ya bu sınırlar ihlal edilirse?
Çekip gitmek.
Sen daha iyisini hak ediyorsun.
Benim yerimde olsanız ne yapardınız? Yorumlarda konuşalım! Ve eğer bu hikaye sizi etkilediyse, paylaşın!

🛜: newsbold24 com
Bu aile dramı Estonya'da yaşandı
Alıntı...

Bir kavonoza 100 tane kırmızı karınca 100 tane siyah karınca konduğunda hiç birşey olmaz. Ancak kavanozu hızla salladığı...
18/02/2025

Bir kavonoza 100 tane kırmızı karınca 100 tane siyah karınca konduğunda hiç birşey olmaz.
Ancak kavanozu hızla salladığınızda siyah ve kırmızı karıncalar birbirini öldürmeye başlar!
Çünkü kırmızı karıncalar siyahları, siyahlar da kırmızıları düşman olarak algılarlar.
Oysaki gerçek düşman kavanozu sallayandır.
Toplumlar birbirine saldırmadan önce, kavonozu kimin karıştırdığını düşünseler keşke....
KURT WONNEGUT
Julia Arslan /Sydney

4000 YILLIK PAPİRÜS VE EGE DEPREMLERİBu yazıyı yıllar önce kaleme almıştımŞimdi 2.baskı yapma ihtiyacı doğdu.Tarih 1828'...
05/02/2025

4000 YILLIK PAPİRÜS
VE EGE DEPREMLERİ

Bu yazıyı yıllar önce kaleme almıştım
Şimdi 2.baskı yapma ihtiyacı doğdu.
Tarih 1828'di.
Mısır'da bir papirüs bulundu.
MÖ 1600'lü yıllara aitti.
Papirüs'ü İpuwer isimli bir Mısırlı yazmıştı.
1909 yılında çevrildi.
Yazılanlar inanılmazdı.
Mısır'daki kıtlık, kuraklık ve felaket dönemini anlatıyordu..
Nehirlerden kan akmıştı.
Sular zehirlenmişti.
Gökyüzü karalara boyanmıştı.
Mısır yerinden sarsılmış, büyük yangınlar çıkmıştı.
Kurbağalar, çekirgeler heryeri sarmıştı.
Tarlalarda ekinler mahvolmuştu.
Salgın hastalıklar toplu ölümlere neden olmuştu.
Kızıldeniz ortadan ikiye ayrılmıştı.
Mısır sanki Tanrının gazabına uğramıştı.
İpuwer papirüsü bugün Hollanda Leiden Müzesi’nde sergileniyor.

İpuwer papirüsünde anlatılanlar Tevrat ve Kuran'da yazılanlarla hemen hemen aynıydı..
İsrailoğullarının Mısır'dan çıktığı dönemden söz ediyordu.
Kutsal kitaplara göre Tanrı, İsrailoğullarına zulüm eden firavunu cezalandırmıştı.
Tevrat ve Kuran Tanrının bu felaketlerle peygamberi Musa'nın yolunu açtığını ve kabilesini Mısır'dan çıkarmasını sağladığını anlatıyordu.
Peki gerçek bu muydu?.
Mısır'ın başına gelenlerin nedeni ilahi güç müydü, yoksa bir doğa olayı mı?

Rus bilim insanı Emmenuel Velikovski, kutsal kitapların aksine İpurew papirüsünde yazılanları zincirleme yanardağ patlamalarına ve depremlere bağladı.
Velikovski'ye göre Ege'de Girit yakınlarındaki Thera adasında bulunan Santorini volkanı o tarihlerde patlamıştı.
Patlama nükleer bombadan bin kez daha güçlüydü.
Tam bir kıyametti..
Minos uygarlığını batırmıştı.
Ege büyük depremlerle sarsılmıştı.
Adalar batarken, yerine yenileri çıkmıştı.
Ardından Sina dağı da patlamıştı.
Tüm Ege, Akdeniz ve Mısır'ın başına gelen felaketin nedeni volkanlar ve onların yarattığı depremlerdi.
Volkanik küller kükürt nedeniyle Nil nehrini kırmızıya dönüştürmüştü.
Suyun zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkmıştı.
Kurbagalar ölünce sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olmuştu.
Çekirgeler ekinleri yok etmişti.
Ve salgın hastalıklar baş göstermişti.
Santorini ve Sina'nın külleri gökyüzünü öyle sarmıştı ki, gündüzler gece olmuştu.
Jeolojik araştırmalar, arkeolojik bulgular Velikovski'nin görüşlerini doğrular nitelikteydi.

Tarih 2012 idi..
"Nature Geoscience" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Santorini yanardağının altındaki magma, Ocak 2011'den Nisan 2012'ye kadar yaklaşık 20 milyon metreküp artış gösterdi.
Araştırmayı yapan Oxford Üniversitesi bilim adamları, bulguların yanardağda gözlenmesi gereken bir hareketliliğin söz konusu olduğuna dikkati çekti..
Uydu görüntüleri ile yanardağın kraterine yerleştirilen Küresel Yer Belirleme Sistemi'ni kullanan bilim adamları, yanardağın altındaki magmanın genişlemesinin Santorini Adası'nın deniz seviyesinden 8 ila 14 santimetre yükselmesine yol açtığını da keşfetti..

Tarih yine 2012 idi..
Bu kez Türk bilim insanları Marmaris Bozburun'da denizin altında faal bir yanardağ buldular..
Küdür Burnu’nun kuzeyine doğru yaklaşık 200 metre açıkta, denizin yaklaşık 200 metre derinliğinde iki bacalı bir yanardağdı bu..
Bu bacalarda lav yığılmaları hala devam ediyordu..
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü ve Maltepe Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yüksek Mühendis Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bölgedeki deprem yoğunluğunun nedeninin bu yanardağ faaliyetinin olabileceğini açıkladı..
Bilim insanları deniz suyundaki sıcaklığın artma nedenini de bu volkanik hareketliliğe bağlıyor..

Tarih 2025
Ege Denizi, özellikle Santorini Adası civarı beşik gibi sallanıyor.
Yunanistan acil durum ilan etti. 4 adada okullar kapatıldı, afetzedeler için çadırlar kuruldu. Helikopterler hazır tutuluyor. Halka tedbirli olun çağrısı yapıldı.
Türk deprem uzmanları Ege kıyılarımızı uyarıyor.
Merak ediyorum, bizim yöneticilerimiz ne yapıyor?
Elbette felaket tellallığı yapma gibi bir niyetimiz yok.
Ama komşu tedbir alıyor, biz hala kadere sığınıyoruz.

Sedat Kaya

03/02/2025

Aşık Veysel'in sesi titreyerek okuduğu o şiiri...

"Bir bahtı karayım gülmedi yüzüm
Neşeli görünür kan ağlar özüm
Kış misali geçti baharım yazım
Kaldırmadı başımdaki dumanı..."

Aşık Veysel Şatıroğlu, Rahmetle...

BODRUMDA GÖRDÜĞÜNÜZ TÜM EVLERİ MUHTEŞEM BİR ŞEKİLDE SARAN BEGONVİLLERİ KİM ÜLKEMİZE GETİRMİŞ?Herkesin ismini duyduğu ama...
10/01/2025

BODRUMDA GÖRDÜĞÜNÜZ TÜM EVLERİ MUHTEŞEM BİR ŞEKİLDE SARAN BEGONVİLLERİ KİM ÜLKEMİZE GETİRMİŞ?

Herkesin ismini duyduğu ama kim olduğunu bilmediği Halikarnas Balıkçısı (karısıyla ilişkisi olduğunu anladığında babasını vuran adam)
Bir Bodrum Masalı...
Siyaseti hayat sanan bir dostumla bir akşam üzeri Bodrum’da denize karşı oturmuş hepimizin her gün konuştuğu mevzular laflıyoruz.
Baktım bu sıkıcı konuşma uzayacak, “çalışmadığı bir yerden sorayım da lafın güzergâhı değişsin bari” dedim;
arkamızda sıra halinde duran palmiyeleri göstererek, “Bu palmiyeleri buraya kim getirdi biliyor musun ?” diye sordum.
“Bilmem. Burada yetişmişler herhalde” diye cevap verdi.
“Hayır,” dedim. “Burada yetişmediler, sonradan birisi getirdi onları buraya. Halikarnas Balıkçısı adını duydun mu ?”
“Duydum galiba” dedi.
“İşte o getirdi. Ha sadece palmiyeleri değil, gelin çiçeği olarak bildiğimiz kalaları, begonvilleri, mimozaları da o getirdi, tam 45 değişik bitki türünü de. Mimozaların gelişinin en az kendileri kadar güzel bir de hikâyesi var.
Prosper Mérimée’nin ‘Carmen’ novellasını Türkçe’ye çevirirken, esmer İspanyol kızlarının saçlarına küçük mimoza demetleri taktığını okur ve ‘Neden benim Bodrumlu esmer kızlarım da saçlarına mimoza demetleri takmasınlar’ diye düşünür. Paris’ten mimoza tohumları getirtir, onları Bodrum sokaklarına, bulabildiği her yere, rastgele eker. Bir süre sonra her yeri mimoza sarar. Bir gün, bir düğün alayında Bodrumlu kızların saçlarına mimozalar taktığını görünce de sevincinden havalara uçar.”
“Botanikçi miydi ?” diye sordu dostum.
“Hayır, yazardı. Hem greyfurt tohumunu da ilk o getirdi memleketimize, böylece bu muhteşem meyveyle onun sayesinde tanışmış olduk.”
“Ondan önce greyfurtu bilmiyor muyduk yani ?”
“Bilmiyorduk !”
Lafın burasında arkadaşımın merakı arttı: “Peki yolu nasıl düşmüş Bodrum’a bu Balıkçı’nın ?”
“İstiklal Mahkemeleri’nin hem Bodrum’a, hem de Türk edebiyatına hediyesidir Halikarnas Balıkçısı. İlginç bir hikâyesi var, anlatayım sana” dedim.
Buraya yakın bir yerde, Girit’te 1886’da doğmuş, Cevat Şakir Kabaağaçlı, namı diğer Halikarnas Balıkçısı. Şakir Paşa’nın oğludur. Atina sefiri, validir aynı zamanda babası...
Çocukluğu Yunanistan’da geçmiş. Oxford’da ok*muş. Orada güzel bir İtalyan kadınla tanışmış, adı Agnezi... Sonra Agnezi’yi almış memlekete gelmiş. Afyon’da büyük bir çiftlik evine... Şakir Paşa evin her yerine birer silah saklarmış..Her an, her yerden bir düşman çıkabilir diye.
Bu arada Agnezi’yle Şakir Paşa’nın memnu aşkı çoktan dedikodu olmuş düşmüş elin diline. Çiftlik evinde bir gece vakti Cevat Şakir, babasına çıkışmış ‘O senin gelinin’ demiş, ‘utanmıyor musun ?’ Babası ilişkiyi inkâr etmiş.Tartışma büyüyünce her birisi bir silaha davranmış, iki silah aynı anda patlamış, oğlun silahından çıkan mermi babayı bulmuş.
(Selçuk Altun’un verdiği bilgiye göre, Agnezi’den Muttara adında bir kızı var, Cevat Şakir’in... Kızıyla birlikte İtalya’ya giden Agnezi, ona babasından bahsetmeyi yasaklamış. Muttara’nın da Çinzia adında bir kızı olmuş sonra, onun bahsettiğine göre anneannesi Agnezi, ölünceye kadar kayınpederi Şakir Paşa ile Büyükada’da çekilmiş bir fotoğrafı yatağının başından hiç eksik etmemiş.)
BABA KATLİNE 15 YIL KÜREK CEZASI
Baba katili Cevat Şakir, çıkarıldığı mahkemede 15 yıl kürek cezasına çarptırılmış. Cezasının yedinci yılında ince hastalığa yakalanmış, serbest kalmış.
Tekmil hikâyesini anlattığı hatıratından babasıyla arasında geçenlerden hiç bahsetmez. O bir sırdır, kimseye anlatmaz.Yıllar sonra Bodrum’dayken, uzaktan mektuplaştığı ve evliyken tutkulu bir aşk yaşadığı Azra Erhat’a itiraf eder 19 Aralık 1958 tarihli mektubunda
“Babamı öldürdükten sonra kendime olan güvenimi kaybettim, . Kendimi o gün bugün yalan sanıyorum.”
Cumhuriyet yeni kurulmuş, Üsküdar’da bir evde yaşıyor, tam bir tutunamayandır Cevat Şakir. Zekeriya Sertel’in Resimli Hafta Dergisi’ne yazılar yazıyor, kitap kapakları yapıyor, bir yandan da tercümeler kazandırıyor Türk edebiyatına. Ne de olsa yedi dil biliyor.
İstiklal Mahkemeleri kurulmuş, zira askere giden her nefer, üstüne urbayı geçirdikten sonra firar ediyor.Öyle ki Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak,Mustafa Kemal’e gidip dert yanmış, “Paşam, leşkeri değil de milleti giydiriyoruz, bu işe bir çare” demiş , kimsenin sırtında libas yok, askeri kıyafetleri giyen evin yolunu tutuyor. O yüzden kurulan İstiklal Mahkemeleri, firariler için kolayca idam cezası veriyor.
Cevat Şakir de, o günlerde “Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmağa nasıl gider ?” diye bir hikâye yazıp göndermiş dergiye. Tam o sırada Şeyh Sait isyanı patlak vermiş.
‘SON DEFA İSTANBUL'A BAK, BİR DAHA GÖREMEYECEĞİZ’
Ardından Şark İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve Ankara’da “Üç Aliler Divanı” çalışmaya başlamış.
Yazdığı hikâyeyle “halkı isyana teşvikten” dolayı “Üç Aliler Divanı”na çıkarılmak üzere trenle yola çıktıklarında Zekeriya Bey’le, Kartal’da, “Son defa İstanbul’a bak, bir daha görmeyeceğiz” demiş Cevat Şakir arkadaşına.
Mahkemede Kel Ali ikisinin de idamını istemiş, Kılıç Ali karşı çıkmış, üçer yıllık kalebentlik cezasını uygun görmüşler iki yazara, Zekeriya Bey’in payına Sinop, Cevat Şakir’in de Bodrum düşmüş.
‘ÖLÜP NURDA YATACAĞIMA BODRUM'DA NURDA YAŞARIM’
Ankara’dan İzmir’e trenle iki er nezaretinde kolayca ulaşmış. O zamanlar Bodrum’a sadece denizden gidiliyor, karayolu henüz yok. Ama onu deniz yoluyla götürmüyorlar, ne de olsa o siyasi bir suçlu, “Denize atlar, Yunanistan’a kaçar, nemize gerek” diye karayoluyla gönderiyorlar. Aylar sonra Milas’a ulaşmış. Milas’tan da “Başka yerde ölüp nur içinde yatacağıma, burada nur içinde yaşarım” dediği Bodrum’a kadar yürümüş.
Şansına iyi kalpli bir kaymakam çıkmış. Kaleye kapatmamış onu, çarşının içinde aylık kirası 25 kuruşa şirin bir Bodrum evinde cezasını çekmesine izin vermiş.
Ve o saat cennete düştüğünü anlamış.
Baştan ayağa Bodrum mavisine bulanmış ! Yazı yazmış, koyları keşfetmiş, bitkilerle ilgilenmiş, balıkçılık yapmış, bir kayık almış bazen günlerce maviliklerde kaybolmuş. Bir süre sonra “denizde balık adam, karada ağaç adam” olmuş çıkmış. Bitkilerle ilgili kitaplar bulmuş, ok*muş, araştırmış, Avrupa’da bu işle ilgilenenlerle yazışmış, tohumlar istemiş, fidan bulmuş hepsini Bodrum’un her yerine ekmiş, dikmiş, sonra da ora ahalisiyle birlikte onlara gözü gibi bakmış. Bu sırada devlet, cezasının kalan kısmını İstanbul’da tamamlamasına karar vermiş. Gözü arkada kala kala İstanbul’a gitmiş, cezası bitince koşa koşa tekrar Bodrum’a gelmiş. Burada yeniden evlenmiş, belediyeye bahçıvan olarak girmiş, çocukları olmuş, onların eğitimi derken Bodrum’u bırakıp İzmir’e yerleşmiş mecburiyetten. İzmir’de de turist rehberliği işini ilk olarak o keşfetmiş. O yüzden bir diğer adı “pir-i rehberan”dır. 1945 yılında hemen hemen bütün ünlü yazar ve şair arkadaşlarına bir mektup yazmış ve belirlediği tarihte hepsinin İzmir’de olmalarını istemiş. Gelirlerse eğer onları deniz yoluyla cennete götürecek!
İZMİR’DEN MAVİ YOLCULUK
Çağrısına , , , , , ve cevap vermiş, aynı günde İzmir’de buluşmuşlar. Bir tekneye ekmek, peynir, su, İstanköy peksimeti, tütün ve çokça rakı alarak açılmışlar Ege Denizi’ne. Gazete okunmayacak, radyo dinlenmeyecek, mecbur olmadıkça karaya çıkılmayacak, bütün dünyayla ilişki kesilecek ve o zamana kadar hiçbirisinin gitmediği Bodrum denilen mavi cennette kaybolacaklar. Öyle de olmuş.
Sonra aynı tarihte her sene bu gezileri tekrarlamışlar. Daha sonra geziye katılan , bu yolculuğu anlatan kitabına ‘Mavi Yolculuk’) adını koyunca, o gün bugün Ege ve Akdeniz’de çıkılan ve günlerce denizde kalınan seyahatlerin adı ‘mavi yolculuk’ olarak kalmış..”

Gönül Şentürk sayfasından

11/05/2024

"Öfke, başkalarının hataları
için kendinize verdiğiniz
cezadır."

Konuşmacı: Sri Sri Ravishankar

Address

Izmir

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu:

Share