28/06/2025
ULUSLARARASI İHANET VE HİLAFETİN ZARURETİ
Gazze toprakları bugün sadece bombaların değil, ümmetin ihmalinin de enkazı altında. 21. yüzyılın en büyük insanlık dramlarından biri, dünyanın gözü önünde yaşanmakta; siviller öldürülmekte, çocuklar açlıktan ölmeye terk edilmekte, temel insani yaşam şartları yok sayılmaktadır. İsrail’in sistematik saldırıları bir savaş değil, bir soykırımdır. Uluslararası hukuk ise bu durum karşısında aciz, daha doğrusu isteksizdir.
Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın 1. maddesi, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını temel hedef olarak belirlerken, İsrail’in Gazze’deki eylemleri bu ilkeye alenen meydan okumaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü'nün 7. ve 8. maddelerinde tanımlanan insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamında sivillere yönelik kasıtlı saldırılar açıkça yasaklanmışken, ne BM Güvenlik Konseyi ne de diğer mekanizmalar etkin bir müdahalede bulunmamıştır.
Bu tablo, Batı merkezli uluslararası sistemin yalnızca güç dengelerine dayalı olduğunu bir kez daha göstermektedir. Edward Said’in ifadesiyle, "Filistinlilerin acısı, sömürgeciliğin postmodern versiyonunun sessizliğe gömülmüş şeklidir." Gazze meselesi bu bağlamda sadece bir işgal meselesi değil; aynı zamanda uluslararası adalet sisteminin ahlaki çöküşüdür.
Ancak belki de daha trajedik olanı, 57 İslam ülkesinin liderlerinin bu tablo karşısında gösterdiği mürailiklerdir . Ümmetin liderliğini taşıdığını iddia eden bu rejimler, sadece kınamalarla yetinmiş, siyasi , iktisadi, özellikle de askerî hiçbir caydırıcı güç kullanmamıştır. Oysa Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ]
[وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ“
Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin elinizle cezalandırsın, onları rezil rüsvâ etsin, sizi onlara karşı başarılı kılsın, inananların yüreklerine su serpsin, kalplerindeki öfkeyi yatıştırsın..." [Tevbe 14.]
Tevbe Suresi 14. ayetinde Yüce Allah, müminlere zalimlerle savaşmalarını ve onları cezalandırarak Allah’ın azabını tatmalarına vesile olmalarını emreder.
Ayetin dört temel mesajı bugünün bağlamında şöyle özetlenebilir:
"Onlarla savaşın" - Bu, sadece ekonomik, siyasi, kültürel ve medya alanlarında direnç göstermeyi değil aynı zamanda silahlı mücadeleyi de kapsar. İsrail'e karşı bilinçli bir duruş, boykot, protesto ve özellikle askeri güç ile ümmetin safında yer alınmalıdır.
"Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin" Yani, Müslümanların eliyle zalimlerin durdurulması Allah'ın bir muradıdır. Bu, sadece dua ile değil, eylemle olur.
"Onları rezil etsin" - İsrail'in işlediği insanlık suçlarının dünya kamuoyunda ifşa edilmesi, bu ayetin bir yansımasıdır. Zulüm teşhir edilmeli, propaganda değil hakikat yayılmalıdır.
"Müminlerin gönülleri ferahlasın" -Zulümle mücadele etmek, sadece mağdurlar için değil, ümmetin tamamı için manevi bir rahatlama ve onur kaynağıdır. Bugün Filistin'e sahip çıkmak, tüm ümmetin vicdanını rahatlatır.
Genel anlamda bu ayet, özelde bugün Gazze’de yaşanan İsrail’in sistematik soykırımı karşısında 57 İslam ülkesinin liderlerine açık bir ilahi hitap olarak okunabilir. Ayetin ruhu, bugünün Gazze’sine, keşmirine, suriyesine... zulüm ve sömürü gören diğer bütün İslam beldelerine bakmaktadır. Müslüman halklar büyük acılar çekerken, bu liderlerin sessizliği ya da pasif diplomatik açıklamaları, Kur'an'ın çağrısına karşı bir duyarsızlık olarak değerlendirilebilir.İslam ülkelerinin liderleri, Kur'an'ı tarihî bağlamdan soyutlayarak etkisizleştiremez.
Siyasal bir liderlikten ve Vahdetten yoksun kalan bu coğrafyada halklar zulüm altında inlerken, yöneticiler ya Batı’nın sadık müttefikleri haline gelmiş ya da kendi iktidarlarını koruma telaşına düşmüştür. Yine özelde Filistinin'nin yağmalanmasına , izzetinin ayaklar altına alınmasına vaya sabi çocukların vahşice katledilmesine rağmen Tel Aviv’deki büyükelçiliklerini açık tutan, İsrail’le ticaret hacmini artıran, ortak askeri tatbikatlara katılan yönetimlerin ümmete hizmet ettiğini iddia etmesi mümkün değildir.Raşid Halifeler döneminde ise zulme karşı susmak bir zafiyet değil, İslam ümmetine bir ihanetti. Kaldı ki zulme ortak olmak... Bugünün yöneticileriyle kıyaslandığında ibretlik bir tablo ortaya koyar.
Bugünkü İslam liderlerinin Kur'an'ın ruhuna uygun davranması, sadece siyasi değil, aynı zamanda ümmetin vahdetini oluşturacak ilahi bir sorumluluktur. Kur'an'ın gereğini yerine getirmeyen her yönetici, sadece dünyada değil, ahirette de bu emirlerin muhatabı olarak hesap verecektir.
İslam tarihinde böylesi durumlar ümmetin birliği sayesinde çözülmüştür. Salahaddin Eyyubi'nin Kudüs’ü Haçlılardan geri alması, askeri başarısıyla beraber , parçalanmış yapıları bir araya getirmesiyle mümkün olmuştur. Nitekim o dönemde de siyasi ve akidevi gibi birliktelikler çözüldüğünde İslam toprakları işgale açık hale gelmişti.
Bugün de aynı tabloya tanıklık etmekteyiz. Gazze’de işlenen zulmün sadece hamasî lafızlarla ya da diplomatik yollarla çözülemeyeceği artık ortadadır. Ümmetin derhal yek vücut olması , Resulullah'ın metodu doğrultusunda hareket etmesi ve eylemlerini kitabın emirlerine göre düzenlemesi şarttır. Çivi çiviyi söker , demir demiri döver. O halde orduya karşı ancak bir orduyla karşılık verilmeli ve bu sayede İslam beldelerinin tamamı içine düştüğü zilletten bir an önce kurtarılmalıdır.
Nitekim yüz yıl önce yıkılan Hilafet devleti, yalnızca bir sembol değil, ümmetin akidevi, siyasi ve askeri liderliğini temsil eden meşru bir yapıdır. Nübüvvet metodu üzere bir Hilafet devletinin yeniden tesisi, ümmetin meselelerine ortak çözüm üretme kabiliyeti kazandıracak yegâne siyasal modeldir.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra hilafet bir müddet sürecektir...Sonra zorba diktatörler gelecektir... Sonra nübüvvet minhacı üzere bir hilafet olacaktır.(Ebû Dâvûd, Sünnet, 8)
Bu hadis, ümmetin İslam devleti modeline dair bir delil olduğu gibi, hilafet devletinin kaybedilmesinin ardından yaşanacak krizlere ve nihayetinde ahkâmı yeryüzünde yeniden tatbik edecek, nübüvvet minhacı üzere bir hilafet devletinin kurulacağına dikkat çekmektedir. Nitekim İbn Haldun da Mukaddime’sinde siyasal otoritenin meşruiyetinin yalnızca dinî referansla ayakta kalabileceğini belirtir. Bugün laik ve seküler sistemler üzerine inşa edilen İslam ülkeleri rejimleri, halkın ne dini değerlerine ne de maddi ihtiyaçlarına karşılık verebilmektedir.
Velhasıl;
Hilafet devleti, sadece siyasi bir makam değil, ümmetin vahdetini, akidesini, namusunu, kanını ve topraklarını koruyan bir kalkandır.
İslam ümmetinin birliğini sağlayan, adaleti koruyan ve dini hükümlerin uygulanmasını temin eden hilafet devleti, sahih delillere göre farzdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِى الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ ]"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine (yöneticilere) de itaat edin…” (Nisâ, 4/59). Bu ayet, yöneticiliğin meşru ve düzenli bir otorite tarafından yürütülmesini emreder. Yine Allah,
“Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür” (Bakara, 2/191) buyurarak, otorite boşluğunun doğuracağı anarşiye dikkat çeker. Hz. Peygamber de, “Kim boynunda bir bey’at olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş olur” (Müslim, İmâre, 53) buyurarak bir halifeye bağlı olmanın zaruretine işaret eder. Bugün Gazze’de akan kan, mazlumların sahipsizliği, 57 İslam ülkesinin sessizliği ve dağınıklığı, ümmetin başsız kalmasının acı sonucudur. Eğer ümmetin başında raşit bir halife olsaydı, zalimler bu kadar pervasız olamaz, Kudüs bu kadar uzun süre esaret altında kalmazdı. Gazze ve diğer mazlum coğrafyaların kurtuluşu, ne kınamalarla ne de geçici insani yardımlarla sağlanacaktır. Bu coğrafyaların gerçek anlamda özgürleşmesi, ümmetin siyasal ve inanç birliğini temsil eden hilafet devletinin yeniden inşasıyla ve orduların harekete geçirilmesiyle mümkündür. Bu yalnızca tarihi bir özlem değil; ümmetin geleceği için dini, siyasi,stratejik ve ekonomik bir zorunluluktur. Çünkü ümmet, hilafetsizliğin acısını yaşamaktadır; bâhusus ümmetin kalbi parçalanmış, sesi kısılmıştır.Bu bağlamda, her Müslümanın üzerine düşen, bu doğrultuda bilinçlenmek, İslam ile kültürlenmek ve hilafet devletini yeniden ikame etmektir. Zira zulmün karşısında susmak dahi bir suçken, adaletin tesisine katkı sağlamak her müminin asli görevidir.
[لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ]
İşte çalışanlar, asıl bunun için çalışmalıdırlar.” [Saffat Suresi 61]