Edamutfakta_

Edamutfakta_ Bizlerin bildigi yemeklerin yanisira bilmedigimiz yemekleride yaparak bunlari ogrenme ihtiyacina gore hazirladigim sizlerinde kolayca uygulayacagi tarifler
(1)

Louise L. Hay, ölümünden bir ay önce, Temmuz 2017’de aşağıdaki yazıyı kaleme aldı:“Bu cumartesi 90 yaşıma giriyorum.Genç...
15/07/2025

Louise L. Hay, ölümünden bir ay önce, Temmuz 2017’de aşağıdaki yazıyı kaleme aldı:

“Bu cumartesi 90 yaşıma giriyorum.
Gençlik yıllarım korkularla doluydu; bugünse günlerim güvenle geçiyor.

Kendi hayatım ancak kırklı yaşlarımın sonlarında gerçekten anlam kazanmaya başladı.
50 yaşımda yazarlık kariyerime çok küçük adımlarla başladım. İlk yılımda sadece 42 dolar kazandım.
55 yaşımda beni korkutan bilgisayar dünyasına adım attım ama dersler aldım ve korkumu yendim.
Bugün üç bilgisayarım var ve iPad’imle, iPhone’umla her yere seyahat ediyorum.
60 yaşımda ilk bahçeme sahip oldum. Aynı dönemde çocuklar için resim derslerine yazıldım ve resim yapmaya başladım.
70’li ve 80’li yaşlarımda her zamankinden daha yaratıcıydım ve hayatım gitgide daha zengin ve tatmin edici hale geldi.

Hâlâ yazıyorum, konferanslar veriyorum, örnek olarak öğretmeyi sürdürüyorum.
Sürekli okuyorum ve kendimi geliştiriyorum.
Çok başarılı bir yayınevinin başındayım ve iki kâr amacı gütmeyen kuruluş kurdum.
Tutkulu bir organik bahçıvanım. Yediğim yiyeceklerin çoğunu kendim yetiştiriyorum.
İnsanları ve kutlamaları seviyorum. Çok sevgi dolu arkadaşlarım var. Çok seyahat ettim.
Hâlâ resim yapıyorum ve hâlâ dersler alıyorum.
Hayatım gerçek bir deneyim hazinesine dönüştü.

Sana, son yıllarına dair bilinçli bir vizyon oluşturmanda yardımcı olmak istiyorum;
çünkü bu yılların hayatının en tatmin edici dönemleri olabileceğini fark etmeni istiyorum.
Bunu bilmeni istiyorum: Kaç yaşında olursan ol, geleceğin her zaman aydınlık.
Yaşını, hazinelerle dolu yıllarının başlangıcı olarak gör.”

Sevgiyle,
Louise Hay

Kahraman olmak için pelerine gerek yok. Sadece kocaman bir yürek yeter. ❤️🙏“Onlar, yüreklerimizi ve fotoğraflarının payl...
15/07/2025

Kahraman olmak için pelerine gerek yok. Sadece kocaman bir yürek yeter. ❤️🙏

“Onlar, yüreklerimizi ve fotoğraflarının paylaşılmasını hak ediyorlar — bu, onlara sunabileceğimiz en az şey olurdu.”

27 genç kızın, 4 Temmuz’da Teksas’ın Kerr ilçesindeki Camp Mystique’teki selde kaybolduğu teyit edildi.Bu sabah erken sa...
15/07/2025

27 genç kızın, 4 Temmuz’da Teksas’ın Kerr ilçesindeki Camp Mystique’teki selde kaybolduğu teyit edildi.
Bu sabah erken saatlerde, kurtarma ekipleri son cesetlere Guadalupe Nehri’nde ulaştı.
Ailelerin sarıldığı umut sönmüş oldu.

Tüm Teksas’ta 104’ten fazla kişi hayatını kaybetti; bu, eyaletin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçti.

Her yerde yas var.
Ama bu büyük acının ortasında bir ses yükseldi — ne bir sahneden, ne de kampanyalardan, ama doğrudan ruhun derinliklerinden.

Efsanevi rock grubu Led Zeppelin’in 76 yaşındaki solisti ve bestecisi Robert Plant, afet kurbanlarının aileleri ve ilk yardım ekibine destek olmak amacıyla tam 1,5 milyon dolar bağışladı.
Sonra, sahnelerden ve büyük prodüksiyonlardan uzakta, küçük bir stüdyoya çekildi; yalnızca acısı, bir gitar… ve bir şarkı.

Ortaya çıkan eser: “Tell That Angel I Love Her” adlı parçanın yeni bir versiyonu — çarpıcı, sarsıcı bir balad; sanki gözyaşları içinde söylenmiş.
Pürüzsüz değil, mükemmel değil.
Ama gerçek.
Ve birçoğu için, diğer hiçbir şeyin dile getiremediğini dile getiren tek şey bu şarkı oldu…

Kaldırım kenarında sakince uzanmıştı, başı betona hafifçe yaslanmış, gözleri yarı kapalıydı — sanki nihayet uykuya tesli...
15/07/2025

Kaldırım kenarında sakince uzanmıştı, başı betona hafifçe yaslanmış, gözleri yarı kapalıydı — sanki nihayet uykuya teslim olmuş gibiydi.
Ama uyumuyordu.
Gerçek çok daha acıydı:
Hayatta kalmaya çalışmaktan artık bitap düşmüştü.
Minik bedeni, her ne kadar siyah, turuncu ve beyaz harika beneklerle kaplı olsa da, artık acısını gizleyemiyordu.

Yanından geçen her araba, kaldırım taşlarını titretiyordu ama kımıldamıyordu bile.
Çünkü uzun zaman önce anlamıştı:
Bu dünya, onun gibi kediler için durmazdı.
İnsanlar geçiyor, bir bakış atıyor ve yollarına devam ediyorlardı.
Onlar için bu sadece bir sokak kedisiydi — hızlı ve kayıtsız bir dünyanın içine karışmış bir gölge daha.

Ama onda beni durduran bir şey vardı.
Belki de o kıvrılmış haliydi — sanki artık var olmayan bir şeyi korumaya çalışıyormuş gibi.
Belki de nefesinin sessizliğiydi — sanki varlığı bile rahatsızlık verecekmiş gibi korkuyordu.
Yanına yavaşça diz çöktüm, ürkütmemek için.
Hiç kıpırdamadı.

Gözlerini araladı.
Bir gözü çapaklıydı, diğeri bana korkusuzca baktı — çünkü bana güveninden değil, korkacak hiçbir şeyi kalmadığındandı.
Yavaşça konuştum ona, iyi olup olmadığını sordum.
Cevabı zaten biliyordum.
Miyavlamadı.
Mırlamadı.
Sadece yavaşça gözlerini kırptı — sanki demek ister gibiydi:
“Umudum varken neredeydin?”

Dikkatlice bakınca kaburgaları zayıf tüylerinin altından belirginleşiyordu.
Patileri çatlamış ve kan içindeydi.
Muhtemelen günlerdir hiçbir şey yememişti.
Ama açlıktan bile beter olan bir şey vardı: Yalnızlık.

Bu sadece terk edilmiş bir kedi değildi —
Unutulmuş bir ruhtu.
Hiç gelmemiş bir şefkati bekleyen, canlı bir varlıktı.

Öğle yemeğimden bir parça tavuk uzattım.
Kokladı. Sonra bana baktı.
Alması bir dakikadan uzun sürdü — açgözlülükten değil, tereddütten.
Acaba hâlâ hatırlıyor muydu, yumuşaklık nasıl bir şeydi?
Yediğinde, yavaş ve temkinli küçük lokmalarla yedi — sanki vücudu, beslenmenin ne olduğunu unutmuştu.

O gün onunla bir saat oturdum.
Dokunmadan.
Güvenini zorlamadan.
Ve kalkıp gittiğimde başını kaldırdı.
Peşimden gelmedi.
Ağlamadı.
Ama gözleriyle bana asla unutamayacağım bir soru sordu:
“Sen de mi gidiyorsun?”

O gece pek uyuyamadım.
Gözümde hep o vardı.
Ertesi sabah geri döndüm.
Hâlâ oradaydı.
Aynı yerde, aynı şekilde, başı soğuk taşa yaslanmıştı — sanki elinde kalan tek şey oydu.
Ama bu kez, beni görünce başını kaldırdı.
Bu kez, güçsüzce de olsa ayağa kalktı ve sendeleyerek bana doğru birkaç adım attı.

Bir havluya sarıp eve götürdüm.
Veteriner, susuz kalmış ve kansız olduğunu söyledi — büyük ihtimalle uzun süren soğuk ve açlıktan.
Ama iyileşebilirdi.
Zaman, yemek ve sevgi gerekiyordu — ona uzun zamandır verilmeyen şeyler.
Adını Clémentine koydum.
Çünkü bunca acıya rağmen içinde kalan nazikliğe hayran kaldım.

Haftalar geçti.
Tüyleri yeniden yumuşaklaştı.
Gözleri eski parlaklığını kazandı.
Ve ilk kez mırladığında, ağladım.

Terk edilmeye,
soğuk gecelere,
açlığa,
ve kırık bir kalbe dayanmıştı.
Ama artık onun sahip olduğu bir şey vardı:
Yaşamak için bir sebep.

🖤 O yüzden bir gün, kaldırımda kıvrılmış bir kedi görürseniz — gözlerinizi kaçırmayın.
Çünkü bazen, uyumuyorlardır.
Bazen sessizce, hâlâ hayatta olduklarının fark edilmesini istiyorlardır.

~KATİL~Pek bir yaramazdı küçük Mücahit.Ve  küçük çocuk olduğu için babası tarafından pek bir nazlı büyütülmüştü. Mücahit...
15/07/2025

~KATİL~

Pek bir yaramazdı küçük Mücahit.Ve küçük çocuk olduğu için babası tarafından pek bir nazlı büyütülmüştü. Mücahit, inat, aksi ve katı babasının tek yumuşak noktasıydı belkide. Duvardan duvara atlayıp ablasını hiç dinlemeyip, düşe kalka, dizleri yaradan eksik olmaz halde oyunlar oynarken, babaları Fazıl bey, daha Mücahit düşmeden kızı Bahar'a bağırıp çağırır,azarlar bazen döverdi bile.Kız çocuğu olduğu içindi ona karşı bu umursamazlığı belkide. Evet Bahar'ın canının yanmasını, üzülmesini kırılmasını umursamazdı hiç. Oğluna birşey olacak korkusu çekerdi içten içe.Ama Bahar için bir defa gerçek anlamda endişelendiği olmamıştı.Böyle zamanlwrda rahmetli annelerinin yokluğunu daha çok hissederdi Bahar. Hor görülen evlat olmak ne kötüydü gerçekten. Babası Mücahit'e sevgi cümleleri kurarken uzaktan uzaktan bakardı onlara gözyaşlarıyla...

Ve birs çokta sevdikleri bir amcaları vardı.Gün aşırı evlerine uğrayıp yeğenlerini görmeden edemezdi Zülfikar.Yeğenleriyle oyun oynamaktan büyük bir mutluluk duyar, içi giderdi onlara. Fakat ağabeyinin iki evladına da eşit bir şekilde davranmadığını hissederdi içten içe. Bahar küçücük bir kabahat yapsa acımadan vurur, cezalar verirdi kızına Fazlı bey...Tek derdi Mücahit gibiydi sanki. Ama küçük çocuk biran bile rahat durmazdı ki.

Yine amcaları Zülfikar'ın geldikleri birgün bahçede oyun oynamaya başlamışlardı hepbirlikte. Evlerinin arkasındaki marangoz dükkanının camından ara sıra bakan Fazlı bey ise oğlu için pek bir endişe içindeydi o gün. Mücahit bahçe duvarının üzerine çıkıp takla atmaya çabalarken, boynu kırılmasın diye kaç defa uyarmıştı Bahar'ı. Ama Bahar ne dese durmuyordu Mücahit.

On dakika geçmediki aradan garip bir çıtırtı sesiyle Zülfikar ve Bahar'ın acı dolu yakarışları duyuldu.Dükkandan evin avlusuna öyle bir telaşla çıktı ki Fazlı bey.

Oğlu Mücahit'in cansız bir şekilde yerde yattığını gördüğünde korkusundan titremeye başlamıştı. Sanki zaman durmuştu o an. Yüzü bembeyaz halde yavaş adımlarla yerde haraketsiz halde yatan oğluna bakarken, belkide suçlu olan saldıracağı kişiyi gözüne kestirmek istemişti.Kontrol etti. Ne nefes alıyor, nede kalbi atıyordu. Vücudu yavaş yavaş soğurken Mücahit'in, babası yürek yakan bir feryat koparmıştı evin avlusunda...

O an Zülfikar,
-"Nasıl oldu bilemedim abi. Ben.. Ben... Anlayamadım. Takla atmak istedi. Yardım edeyim derken boynunun üzerine düştü-" dediği an gücü yettiğince üzerine atılıo, tartaklamaya başlamıştı kardeşini.Vurdu... Vurdu... Gücü yettiğince, vurdu kardeşine. Bahar olanlara hala inanamaz halde ağlarken, babası ve amcasını ayırmaya da çalışıyordu birtaraftan o küçük haliyle.

Komşular güç bela ayırmıştı iki kardeşi. Ve,
-"Katilsin sen... Oğlumu öldürdün. Defol git ve birdaha gelme sakın. Senin gibi bir kardeşim-" yok derken hala evin avlusunda bir köşedeki demir parçalarını alıp Zülfikar'a vurmaya çalışıyordu,komşularının elinden kurtulup...

Ertesi gün büyük bir yas vardı köyde. Ve Mücahit bitmek tükenmek bilmez acı dolu ağıtlarla defnedildi ikindi namazına müteakip.

Ve o günden sonra Fazıl bey büyük bir düşmanlık beslemişti kardeşi Zülfikar'a. Ne kaza dedi. Ne de kader. Sanki yeğenini bile isteye öldürmüş gibi,nerede görse kardeşini,
-"Katil... Sen katilsin -" diye boğazı yırtılırcasına bağırıp, suçladı Zülfikar'ı. Ve bu kin hiçbirzaman bitmedi.

Kardeşini kaybeden Bahar ise suskunlaşıp ilk zamanlar içine kapanmış, amcası köyün büyüklerini araya sokup barışmak için kapıya her geldiğinde ise gözyaşlarına boğulmuştu. Fazlı bey, barışmayı kabul etmediği gibi,
-"Bana bir evlat verebilir misin ha? Ne barışmasından bahsediyorsun. Sen benim düşmanımsın artık. Katilsin sen... Katilll-" diye bağırıp kovuyordu Zülfikar'ı evinden...

Yıllar geçsede aradan, Fazlı beyin yüreğinde oğlu Mücahit hep büyük bir yara olarak kaldı. Geçen onca yılda ise, kız evlat deyip değersiz gördüğü Bahar'ın canayakınlığını, babasına olan sevgisini, bağlılığını gördükçe değişmeye başlamıştı ona karşı olan tutumu. Ne kadar güzel bir evlada daha sahip olduğunu yeni yeni farketmeye başlamıştı belkide...

Babasının yaşı ilerleyip hastalığından dolayı yürüyememeye başladığında hep yanında olmuştu Bahar. Yemeğini bile elleriyle yedirirken babasına, Fazlı bey kızının merhameti karşısında gözyaşlarına boğulurdu hep. Ve ona Mücahit ölmeden önce değersiz bir eşyaymış gibi davrandığı için öyle içi yanardı ki...

Ara ara amcası Zülfikar çalardı kapılarını. Ama Fazlı bey hep aynı sözleri söylemekten bıkıp usanmazdı.
-"Katilsin sen. Oğlumu öldürdün. Artık ne cenazeme. Ne cenazene... -" deyip kovardı Zülfikar'ı. Bahar ise gözyaşlarıyla babasına ne dese dinletemezdi sözünü...

Hasta babasını bir başına bırakmamak için evlenmedi Bahar. Eli ayağı, kolu kanadı oldu babasının...Büyüyen saç ve sakallarını keserken sevgiyle yanaklarını öper bir güzel söz söylesin diye gözlerinin içine bakardı babasının.
-"Kızım seni çok seviyorum-" demesi için neler vermezdi ki. Tıpkı ölen kardeşi Mücahit'e defalarca söylediği gibi...

-"Kızım artık evlensen ya. Benim için heba ediyon kendini, gençliğini-" diyen babasına gözyaşlarıyla bakıp,
-"Ben bekar kalmaya razıyım baba. Seni nasıl yanlız bırakırım? -" diyerek karşılık verirdi hep.

Geceleri beşki beş defa üzeri açılmışmı, yastığı rahat mı diye kontrol etmeye gittiğinde babasının odasına Fazlı beyin içi titrerdi.

Ara sıra kardeşi Zülfikar kapılarını çaldığında ise hep aynı inat ve kinle yine aynı cümlelerini kurarak kovardı kapısından.

Ve Fazlı beyin hastalığı yıllar sonra daha da arttı. Doktorlar günlerinin sayılı olduğunu söylediğinde ise bir ömür küs kaldığı kardeşi gelmişti evlerine. Ne kadar işaret etsede çıkmadı dışarıya. Zülfikar o an hıçkıra hıçkıra ağlayan yeğenine baktı uzun uzun. Ve şöyle dedi ağabeyine.
-"Sana ölen evladını geri veremezdim evet. Ama sırf kız evladı diye görmezden gelip, önemsemediğin, günden güne öldürdüğün hatta sevmediğin kızını hayata döndürebilirdim abi. Mücahiti o gün duvardan düşüren ben değildim. Bahar dı... Sen oğlunun ölümüne sebep olanın Bahar olduğunu öğrenseydin, kaza demez, istemeyerek yaptı demez, bir ömür boyu affetmezdin onu biliyorum.Heleki kızınla aranda böyle bir uçurum varken. Zaten ömür boyu beni affetmediğindede anladım ne kadar doğru bir karar verdiğimi. O ise şu yaşında bile babasının bir tatlı sözüne muhtaç.Seni okadar çok seviyor ki. - "dediğinde elini tuttu kardeşinin gözyaşlarıyla. Küslük bitmişti son nefesinde de olsa.. Artık takati kalmamış bir halde kızını yanına çağırdı ve Bahar'ın saçlarını okşadığı halde kızının bir ömür boyu duymayı beklediği şu cümleler döküldü son nefesinde dudaklarından...

-" Kızım seni çok çok seviyorum. Baban seni canından daha fazla seviyor-"

Kız çocuğu da, erkek çocuğuda aynıdır. Bir farkı yoktur. İnsandır... Cinsiyete göre yapılan evlat ayrımı ise onların gönüllerinde hiç kapanmayacak bir yaradır...

HELAAAL OLSUN7 yıl kalacağı cezaevine girdiğinde henüz 18 yaşındaydı. Üzülmesinler diye ailesine Almanya'ya gittiği söyl...
15/07/2025

HELAAAL OLSUN

7 yıl kalacağı cezaevine girdiğinde henüz 18 yaşındaydı. Üzülmesinler diye ailesine Almanya'ya gittiği söylenmişti.

Bu yüzden hiç ziyaretçisi de yoktu. Koğuştaki diğer mahkumları eğlendirmek için fıkraları canlandırıyor, kendince tiyatrolar oynuyordu.

25 yaşına geldiğinde suçsuz olduğu anlaşıldı ve siyasi düşünceleri nedeniyle girdiği cezaevinden "Bir gün buraya tekrar geleceğim" diyerek çıktı.

1 yıl dolmadan "Gönüllü Tiyatrocu" olarak geri döndü ve cezaevlerinde tiyatrolar oynamaya başladı. İçeride gördüğü işkenceler yüzünden artık hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacaktı.
O da tiyatro sayesinde tanıştığı mahkumların, dışarıda anasız babasız kalan çocuklarını sahiplenmeyi düşündü.
Çünkü bu çocukların sokağa ve suça yönelmeye meyilli olduklarını fark etmişti. Önce o çocukları okutmakla başladı işe, sonra ihtiyaçlarını karşıladı ve evlerine erzak aldı.

Çocukların sayısı giderek artınca tiyatrodan kazandığı para bunları karşılamadı ve o da pazarlarda limon, naylon torba ve çay sattı.
Evet, okuduğunuz bu hikayede bahsettiğimiz kişi hepimizin oynadığı dizi ve filmlerden bildiği oyuncu Turgay Tanülkü'ydü.
Toplamda 26 çocuğu evlat edinen Tanülkü'nün şimdilerde 11 çocuğu okullarından mezun olup yuvalarını bile kurdu.
8 tane de torunu olan ünlü oyuncu Uluslarası İyilik Ödülü ile de ödüllendirildi.

Sokaklarda kaybolmak üzere olan çocukları okutup, karanlık dünyalarından çekip çıkardığı ve en önemlisi de bunu yıllardır hiç reklam malzemesi olarak kullanmadığı için Turgay Tanülkü'yü alkışlıyoruz.🎀

🌾 Şöhretten Önce, Altın Plaklardan Önce… Bir Madencinin HikâyesiSahne ışıkları, altın plaklar ve country müziğin efsanev...
15/07/2025

🌾 Şöhretten Önce, Altın Plaklardan Önce… Bir Madencinin Hikâyesi

Sahne ışıkları, altın plaklar ve country müziğin efsanevi mekânı Grand Ole Opry’den çok önce, 1906 yılında Kentucky, Van Lear’da dünyaya gelen Ted Webb vardı.

Sessiz, çalışkan bir adamdı. Appalachian dağlarındaki kömür madenlerinde, karısı Clara Marie Ramey ve sekiz çocuğu için yerin altında ter döküyordu.
Evlerinde ne musluk suyu vardı, ne elektrik.
Ama cesaret, inanç ve yıkılmaz bir kararlılık vardı.

Madende geçen uzun ve yorucu günlerin ardından, Ted evine döner, dağlara özgü eski halk ezgilerini mırıldanırdı.
Sesi, hem yorgunluğun hem umudun sesiydi.
Sahip olduğu fazla bir şey yoktu ama ailesine sevgisini, gücünü ve müziğini verirdi.

🎶 Bu çocuklardan biri, babasının hayatını “Coal Miner’s Daughter” adlı unutulmaz şarkısında ölümsüzleştiren kişi olacaktı: Loretta Lynn.
Bu şarkı sadece bir hit değildi — aynı zamanda ışıklar altında hiç tanınmamış ama bir country efsanesinin ruhunu yoğurmuş bir adama yazılmış içten bir ağıttı.

Ted’in müziğe olan tutkusu sadece Loretta’nın değil, küçük kız kardeşi Crystal Gayle’in de kalbine yerleşti.
İkisi de yıldız oldu,
Ama söyledikleri her şarkı, Appalaş dağlarının hikâyesini anlattı:
Zorlu günleri,
derin bir inancı,
ve her şeye rağmen ayakta kalan aile sevgisini.

🕯️ Ted Webb, 1959’da, Loretta şöhrete kavuşmadan kısa bir süre önce hayata gözlerini yumdu.
Kızının zaferini göremedi, alkışları duyamadı…
Ama her şarkıda ruhu yaşadı.
Loretta’nın sesiyle, onun mirası Van Lear sınırlarını aştı, milyonların kalbine ulaştı.

✨ Bugün, gösterişli dünyada gerçek zenginliğin para değil, müzik, anı ve sevgi olduğunu bize hatırlatan bir adamı anıyoruz:
Ted Webb.

📌 Orijinal yazarına saygıyla.

1841 yılında, Réunion Adası’nda, 12 yaşındaki köle bir çocuk olan Edmond Albius, yalnızca merakı ve başparmağıyla dünyay...
15/07/2025

1841 yılında, Réunion Adası’nda, 12 yaşındaki köle bir çocuk olan Edmond Albius, yalnızca merakı ve başparmağıyla dünyayı değiştirdi.

Fransız sömürgeciler, vanilya orkidesi bitkisini Meksika’dan alıp Réunion ve çevre adalara getirmişti.
Ancak büyük bir sorun vardı:
Vanilya çiçekleri çok kısa süreliğine açıyordu ve Meksika’da bu çiçeklerin döllenmesini sağlayan özel arı türleri vardı.
Peki ya Réunion Adası’nda?
Bu arılar yoktu.

Botanikçiler, çiftçiler ve bilim insanları bu problemi çözemedi.
Çiçek, döllenemeden solup gidiyordu.

Ta ki Edmond gelene kadar.

Elinde bir tahta parçası ya da ince bir ot sapıyla, çiçeğin içindeki küçücük kapağı (operculum) nazikçe kaldırdı, erkek ve dişi organları birbirine bastırdı ve elle mükemmel bir tozlaşma işlemi gerçekleştirdi.
Basitti. Zarifti. Hızlıydı.
Ve işe yaradı.

🌱 Edmond’un yöntemi sayesinde vanilya artık dünyanın dört bir yanında yetiştirilebilir hale geldi.
Réunion büyük bir üretici oldu. Ardından Madagaskar, bugün hâlâ dünya vanilya pazarına liderlik eden ülke, bu tekniği kullanarak üretime başladı.

Ama Edmond Albius’a?
Ne bir ödül verildi…
Ne bir servet bırakıldı…
Ne de kalıcı bir takdir gösterildi.

Küresel bir sanayiyi başlatan keşfine rağmen, yoksulluk ve unutulmuşluk içinde hayatını kaybetti.

Bugün onu anıyoruz.

Çünkü eğitimden, özgürlükten yoksun bırakılan bir çocuk, herkesin başarısız olduğu yerde başarıya ulaştı:
Vanilya orkidelerinin sırrını çözdü ve her dondurma topunda, her pastada, her parfüm şişesinde görünmeyen ama paha biçilemez bir iz bıraktı.


🧠 Kolombiya’da Depresyona Karşı Tarihi Bir MüdahaleKolombiya Uluslararası Hastanesi’nde (HIC), 44 yaşındaki Lorena Rodrí...
15/07/2025

🧠 Kolombiya’da Depresyona Karşı Tarihi Bir Müdahale

Kolombiya Uluslararası Hastanesi’nde (HIC), 44 yaşındaki Lorena Rodríguez’e, klasik tedavilere yanıt vermeyen şiddetli depresyon nedeniyle başarılı bir Derin Beyin Stimülasyonu (DBS) ameliyatı yapıldı.

➡️ Bu yöntemle Lorena’nın beynine 4 elektrot yerleştirildi ve bu elektrotlar, cilt altına yerleştirilen bir cihaz aracılığıyla beyne düzenli elektrik sinyalleri gönderiyor. Amaç, depresyona neden olan beyin bölgelerinin yeniden dengelenmesi.

👨‍⚕️ Operasyonu yöneten beyin cerrahı Dr. William Omar Contreras şöyle dedi:
“Bu, beynin karanlıkta kalmış bölgelerinde ışıkları yakmak gibi.”

📈 İlk sonuçlar umut verici:
Lorena yeniden motivasyon, ilgi, çalışma isteği ve hatta aşık olma arzusu hissetmeye başladı. Bu, klasik tedavilere dirençli depresyon hastaları için büyük bir umut ışığı.

💡 Peki DBS kimlere uygulanabilir?

🔹 Majör depresyon tanısı konmuş ve en az iki farklı antidepresan + psikoterapi tedavisinden fayda görmemiş kişilere,
🔹 Depresyonu şiddetli, kronik ve işlevselliği ciddi derecede bozulmuş bireylere,
🔹 Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) gibi diğer dirençli psikiyatrik bozukluklara sahip kişilere,
🔹 Nöroloji alanında ise Parkinson hastalığı, distoni ve epilepsi gibi rahatsızlıkları olan bireylere DBS uygulanabiliyor.

🔬 Not: DBS, ileri düzey teknolojik ve medikal uzmanlık gerektirir. Her hasta için uygun değildir. Adaylar çok kapsamlı bir değerlendirme sürecinden geçer.

Bu tür gelişmeler, ruh sağlığı alanında bilimin ve insanlığın nasıl el ele ilerleyebileceğini gösteriyor. 💙

📸 45 yaşındaki üniversite profesörü Sydney Engelberg’in bir fotoğrafı, haber sitelerinde büyük ilgi gördü. Fotoğrafta, d...
15/07/2025

📸 45 yaşındaki üniversite profesörü Sydney Engelberg’in bir fotoğrafı, haber sitelerinde büyük ilgi gördü. Fotoğrafta, ders verirken öğrencilerinin arasında kucağında bir bebek 👶 taşıdığı görülüyor.

Bu bebek, derse gelen bir öğrenci olan annesiyle 👩‍🦰 birlikte salondaydı. Bebek ağlamaya başlayınca, profesör hiçbir şekilde rahatsızlık göstermedi, annenin dışarı çıkmasını istemedi – oysa bu yaştaki bir çocuğun derse getirilmesi normalde yasaktır. Aksine, bebeği kucağına aldı 🤗 ve dersine aynı şekilde devam etti.

👩‍🏫 Öğrencilerin ifadelerine göre, profesör dersi eksiksiz bir şekilde anlatmaya devam etti, sanki böyle durumlara tamamen alışkınmış gibi. Annenin kendini kötü hissettiğini ve dersten çıkmak üzere olduğunu fark eden Engelberg, inisiyatif alarak bebeği kendisi kucağına aldı.

🎓 Bu profesör, annelerin yüksek lisans derslerine çocuklarıyla katılmasında hiçbir sakınca görmüyor. Hatta bebekler için yiyecek getirilmesine bile izin veriyor, bundan asla rahatsızlık duymuyor ve anneleri zor durumda bırakmıyor.

💬 Ona göre, “Bir anne, annelikle eğitim arasında seçim yapmak zorunda bırakılmamalıdır. Eğitimli bir anne, ülkesini ileri milletler seviyesine taşıyan kişidir 🌍, çünkü o bir nesli yetiştirir.” 👩‍🎓👶💖

Kendine İyi Bak!!!Bu kadar doğru bir gerçeği daha önce hiç okumamıştım:Her şeyi senin yönetmen gerekmiyor,Süper anne olm...
15/07/2025

Kendine İyi Bak!!!
Bu kadar doğru bir gerçeği daha önce hiç okumamıştım:

Her şeyi senin yönetmen gerekmiyor,
Süper anne olman gerekmiyor,
Süper eş, ev perisi, örnek bir çalışan ya da süper kadın olman da…

Çünkü bir gün bedenin tamir istemeye başladığında,
senin her şeyi bir arada yapmaya çalıştığını hatırlayacak pek az kişi kalacak.

Bu yüzden evi sonra temizle,
yürüyüşe çık, parka git, spora başla,
kendine güzel bir öğle yemeği kutusu al, kuaföre git,
geç saatlere kadar uyu,
sevdiğin kıyafetleri giy,
kendin ol,
kendine iyi bak, kendini sev,
ve bunların hepsini SADECE KENDİN için yap!

Çocuklar büyür,
eş bazen gider,
iş yerine kolayca başkasını bulur,
ev yine kirlenir…
Ama senin ikinci bir şansın olmayabilir.

Milo’nun HikâyesiMinicik sarı bir yavru kedi olan Milo barınağa getirildiğinde, ağlamadı.Oynamadı da.Sadece kafesinin bi...
14/07/2025

Milo’nun Hikâyesi

Minicik sarı bir yavru kedi olan Milo barınağa getirildiğinde, ağlamadı.
Oynamadı da.

Sadece kafesinin bir köşesine büzüldü,
ağaçsız kalmış bir yaprak gibi titreyerek.

Sonra Toby geldi — geçmişi en az onunki kadar zorlu, ama kalbi sonuna kadar açık olan tekir bir kedi.
Toby de bir zamanlar korkudan tir tir titreyen o küçücük varlıktı…
ta ki biri ona sevginin kaçılması gereken bir şey olmadığını gösterene kadar.

Milo, Toby’nin kaldığı odaya yerleştirildiğinde, kimse olacakları tahmin edemezdi.

Toby hiç tereddüt etmeden yaklaştı, burnuyla ona minik bir dokunuş yaptı
ve sonra — sanki bunu hep biliyormuş gibi — onun etrafına kıvrıldı.
Adeta güvenle örülmüş bir battaniye gibi.

O gece, Milo günlerdir ilk kez uyudu…
ve bir daha hiç titremedi.

O andan itibaren Toby sessiz bir söz verdi ona:
“Ben burada olduğum sürece, güvendesin. Seviliyorsun. Bir daha asla yalnız olmayacaksın.”

Ve bu sözü tuttu — her uykuda, her miyavlamada, her kalp atışında.

Bu, sadece iki kedinin uyuduğu bir fotoğraf değil.

Bu, iyileşmenin hikâyesi.

Beklenmedik bir dostluğun.

En küçük canlıların bile, birbirlerinin en büyük gücüne nasıl dönüşebileceğinin kanıtı. 🐾

Adresse

Oyonnax

Notifications

Soyez le premier à savoir et laissez-nous vous envoyer un courriel lorsque Edamutfakta_ publie des nouvelles et des promotions. Votre adresse e-mail ne sera pas utilisée à d'autres fins, et vous pouvez vous désabonner à tout moment.

Contacter L'entreprise

Envoyer un message à Edamutfakta_:

Partager