Gazete Ünyeses

Gazete Ünyeses Contact information, map and directions, contact form, opening hours, services, ratings, photos, videos and announcements from Gazete Ünyeses, Newspaper, Ünye.

Araştırmacı Gazeteci-Yazar Yaşar Karaduman tarafından 2004 yılında kurulan ve yayın hayatına başlayan, Ünye içerikli haber, araştırma, hikaye ve şiirlerin yer aldığı internet gazetesi

02/01/2025

Aramızdan ayrılışının üçüncü yılında, Araştırmacı Gazeteci-Yazar Yaşar Karaduman'ı, 7 Ocak Salı günü saat 13:00'te, Türbe Mahallesi'nde bulunan Aile Kabristanlığı'ndaki mezarı başında anacağız. Dostları ve sevenlerine saygıyla duyurulur.

KARADUMAN AİLESİ

Ünye'de Erguvan Zamanı,Yaşar Karaduman anısına sevgi ve saygıyla...26 Nisan 2023
26/04/2023

Ünye'de Erguvan Zamanı,
Yaşar Karaduman anısına sevgi ve saygıyla...
26 Nisan 2023

1939 senesinin 27 Aralık gününü yaşıyorduk. Sabaha karşı saat 02’de kıyamet kopmuştu. Sarsıntı duruncaya kadar kimse yat...
28/02/2023

1939 senesinin 27 Aralık gününü yaşıyorduk. Sabaha karşı saat 02’de kıyamet kopmuştu. Sarsıntı duruncaya kadar kimse yataktan çıkamamış, sonra üstündeki yorganı kapan sokağa fırlamış, gün ışıyıncaya kadar soğukta tepinip durmuşlardı. Deprem zaman zaman hafif, zaman zaman şiddetle sarsıp durmuştu dünyayı.

Gün aydınlanınca düşünen kafalar kilim çadırları icat etmiş, evlerden hızla halılar kilimler, yatak yorganlar, araç gereçler çıkarılmış, çok kısa sürede, Ermeni mezarlığı üstünde bir kilim çadır kent kurulmuştu.

Şehirdeki birçok ev kısmen yıkılmış, güvenle oturulamaz hale gelmişti. Onlarca ev tamamen yıkılmıştı. Şehrin evlerindeki bacalarsa, tamamen yıkılmıştı. Epeyce yaralı vardı.
Bunların çoğu pencere ve balkonlardan atladıkları için yaralanmışlardı.

Çarşıda, terk edilmiş bir taş binada yalnız başına yaşayan bir gariban,yıkılan binanın altında kalarak ölmüştü.

Orta yeni caminin minaresi tamamen, caminin kendisi kısmen ama hiçbir şekilde kullanılamaz derecede yıkılmıştı. Depremin olduğu ilk gün, Ünye’deki etkisini öğrendik.

Deprem sırasında deniz, yüz metre kadar geri çekilmiş, sonra kocaman dalgalarla Ünye’nin içlerine, çarşısına girmiş, harabe haline gelen şehri çöp yığınlarıyla doldurmuştu.

Daha sonra da ülkemizdeki etkisini öğrendik depremin.
Merkez üssü Erzincan’dı. 52 saniye sürmüştü. 7.9 büyüklüğündeydi.

Yıkıcı deprem, kuzeyden güneye Samsun-Sivas, Tokat- Kırşehir, Amasya-Ankara, Kayseri-Ordu arasına kadar genişleyip uzayarak 400 x 200 km. lik bir alanı etkiledi. 33 bin insan öldü. Yüz bini aşkın insan yaralandı, 116 bin 720 bina yıkıldı.

Kar, Erzincan ve ovasında bir metreyi aşkındı. Soğuksa -30 dereceydi. Depremden sonraki ölümlerin çoğunun sebebi soğuktu.

İrfan Işık

02/01/2023
Barabat, Ünye - 1978
25/12/2022

Barabat, Ünye - 1978

Ünye, 1980Fotoğraf : Yaşar Karaduman
15/12/2022

Ünye, 1980
Fotoğraf : Yaşar Karaduman

Küçüktüm, gün ağarmadan iki saat önce kalkardık babam ağ torbasını ben de tahtalamayı  alır yola çıkardık, önce Türbe me...
12/10/2022

Küçüktüm, gün ağarmadan iki saat önce kalkardık babam ağ torbasını ben de tahtalamayı alır yola çıkardık, önce Türbe mezarlığından geçip Çakırtepe’ye Çakırtepe’den aşağı fındık bahçelerinden Ayanikola’ya bıldırcın avına giderdik.

Herkesin bir av yeri vardı, bizim av yeri adanın karşısına rast gelirdi, babam iki direk arasına ağı gerer lüks’ü de direğe asar denizden gelecek bıldırcınları beklerdik. Ağlar 4-5 metre eninde, 25 -30 metre uzunluğunda olur, eteği yerden bir metre kadar yukarı kaldırılır torba yapılırdı, ağa çarpan bıldırcınlar bu torbaya düşerler oradan elle toplardık.

Bıldırcınlar denizden gelirdi, “Rusya’dan geliyorlar mübarekler” derdi babam.. Bugünkü bilgilerimiz yoktu, bıldırcınların Rusya’dan havaların soğuması sonucu sıcak ülkelere göç ederken Karadeniz’i boydan boya geçtikleri ve Ünye gibi Karadeniz’in bütün sahil kesimlerinde dinlenmek için karaya indiklerini bilmiyorduk. Babam bıldırcınların hangi akşam geleceklerini de bilirdi. Bıldırcınlar gelmeden öncülerinin sesi gelirdi daha çok ay ışığı olmayan, yıldız olamayan serin, puslu bir gecede hafif çise şeklinde yağan bir yağmurdan sonra gelirlerdi.

Bazı gecelerde o kadar çok gelirlerdi ki ağa çarparak düşerler ben toplamaya yetişemezim, bazı akşamlar hiç tutamazdık ağa çarpmayanlar uçup giderler Ayanikola’nın arkasındaki tepelerde bahçelere inerlerdi onları da ellerinde ışıklar ve gedallarla dolaşanlar yakalarlardı. Bazen sokak lambalarının dibinde bekleyenler bile oldurdu. Hatta kediler köpekler bile onların ışığa geldiklerini bilirler insanlarla sokak lambasının altında beklerdi.

Rusya’dan gelenler Karadeniz’i geçmek zorundaydılar hafif yağmurdan kanatları ıslanınca uçamazlar ve ilk gördükleri ışığa ve sese doğru giderlerdi.
O gecelerde en çok bıldırcın kimse korkudan mezarlığa giremediği için tepe ve Türbe mezarlıklarında olurdu, bazıları da yerde bıldırcın yerine kurbağayı yakalarlardı.

Bıldırcınlar gece göç ederlerdi. Göç hızları, saatte ortalama 35 Km olur.. Rusyadan gelen bıldırcınlar Doğu Karadeniz’den girer Anadolu’yu geçerek Afrika’ya ulaşırlar.

Ünyeliler bıldırcın akının ne zaman olacağını bilir ve o gece için hazırlık yaparlar ve böyle gecelere sürü gecesi adını verirler.

Tuzak Kurarak Bıldırcın Avı Yasaklandı

Uzun yıllar bıldırcınların göç yolları üzerinde bulunan şehirlerde Ağustos aynın ortasından Ekim ayının başlangıcına kadar olan dönemde, ağlarla bıldırcın avcılığı yapılırdı.


Ağ kurarak veya bahçelerde dolaşarak veya tuzak kurarak bıldırcınları avlamak bir süredir yasaklandı. Çünkü insanlar onları göç yollarında gereğinden fazla yakalayarak kırıma neden oluyorlardı.

Ukrayna ve Kırım ovalarında ilkbaharda kuluçkaya yatan kuşlar yavrular büyüyünce sıcak ülkelere göçe kalkarlar sonbaharda ülkemizden geçerek Afrika’ya kadar giderler.

Toplu göç zamanlarında Karadeniz’i geçerken meydana gelen ani iklim değişiklikleri, ters esen sert rüzgarlar ve fırtınalar, aşırı yağışlar sonucunda bıldırcınların denize düşerek telef olmalarına neden olurdu.

Bıldırcınlar, özellikle Ağustos-Eylül-Ekim aylarında kuzey ülkelerinden güneye, Mart-Nisan-Mayıs aylarında ise güneyden kuzeye dönüş göçü yapmaktadırlar.

Bıldırcınların büyük bir çoğunluğu sonbahardaki bu göçleri sırasında ülkemizde Karadeniz ve Marmara sahillerine dinlenmek için iniş yapmaktadırlar.

Yaşar Karaduman,
1 Ekim 2019, Ünye

Sonbahar ve ÜNYE (Yaşar Karaduman)Gökgözlü Kızlar terketti plâjları Kumsallar bomboş öylesine Sandalyeler boş, kır gazin...
03/10/2022

Sonbahar ve ÜNYE (Yaşar Karaduman)

Gökgözlü Kızlar terketti plâjları
Kumsallar bomboş öylesine
Sandalyeler boş, kır gazinolarında
Bir hüzün,
Bir boşluk,
Bir yolculuktur çökmüş
Bu mevsim üstüne
Her şeyinde
Her yerinde hissediliyor.
Belli;
Çoktan gelmiş çatmış Sonbahar
Rüzgârın sert esişinden, pardesülü İnsanlardan
Denizin uğultusundan belli
Bulutlu Gökyüzünden, su birikintilerinden
Çile dolduran sarı yapraklardan belli
Geldiği Sonbaharın.
Artık Bülbül susmuş bahçelerinde
Kuşlar da ötmez olmuş
Bir terkedilmişlik sarmış dört yanı
Giden kim?
Giden ne?
Şimdi, sürgün bakışlarından İnsanların
Derin bir özleyiş kalmış tatlı hatıralarla Yazdan
Bahara kaldı gayri Ünye'm,
Seni yeşil bakışlarla sevmek.
Hazin şarkılar okuyor rüzgâr,
dün şen türkülerin çınladığı çam dallarında.
Ne gam Sana?
Sen tüm mevsimlerde güzelsin.
Varsın,
Ağlasın rüzgâr çıplak dallarda
Varsın,
Patlasın dalgalar kıyılarda hırslı, coşkun
Varsın,
Sarı yapraklar serilsin yollara...
Bu kez de ıslak ve sisli manzarasını
temaşa etmek yeter bizlere....
Yeter bize Ünye'm;
Sana adanan sevgiler bize
Varsın,
İki satır yazmasın
Dinmesin varsın bu kâlp sızısı.
Varsın, sevmesin
Özlemesin ne çıkar?...
Ben de;
Sana adanan sevgilerde
kurarım hayâl Dünyamı
Görüyorum, Ünye'm
Bir sonbahar seherinde uyanışını.
Görüyorum,
boş sokaklarda iki omzu düşmüş İnsanlarını
Sarılmışlar sımsıkı esvaplarına
Sıcak sınıflarına koşan Talebeler.
Ya senden ayrı olanlar, Ünye'm
"Ya Senden ayrı olanlar?....,,
Göremiyorum
Onları,
O, Gök gözlü Kızları,
O Sende olmayan şeyleri
başka Kentlerde arayan Hemşehrilerimi.
Onlar da bu tasviri gözleri dolu dolu
hayâl eder dururlar eminim.
Onlar Senin içinde değil ama,
Sen Onların içinde,
Dört mevsimde, çilekeş İNSANLARın yanındasın, içindesin Ünye'm
Şimdi Sen de benim kadar yalnız ve dertlisin...
Sokakların boş,
Kumsalların boş,
Sarı sarı yapraklar yerde,
İnsanların tümü geçim derdinde
Birazdan bir yağmurdur boşalır yine
Şehrin üstüne
Üzülme Ünye'm
Yine gelecek o mutlu günler, güzel günler
Yine serilecek esmer vücutlar kumsallarına,
Yine tatlı tatlı ninniler besteleyecek rüzgâr
İskelede
Galabuzunda
Çakırtepede
Türbede
Kiraztepede
Zeytinlik Sokakta
Asarkayada
Çamlıkta
Feneraltında
Uzunkumda
Gölevinde
Köprübaşında
Kırkevlerde
Yine dönecek Gök gözlü Sevgili...
Üzülme.

Ünye'de SonbaharFotoğraf : Yaşar KaradumanTarih : 12 Kasım 2016
03/10/2022

Ünye'de Sonbahar
Fotoğraf : Yaşar Karaduman
Tarih : 12 Kasım 2016

Nerede başlayıp, nerede bitireceğimi tam kestiremediğim bir yazı bu. Tam olarak ne bir haber, ne bir makale, ne de bir a...
21/08/2022

Nerede başlayıp, nerede bitireceğimi
tam kestiremediğim bir yazı bu.
Tam olarak ne bir haber, ne bir makale,
ne de bir anı yazısı ama kesin olan bir şey varsa
o da duyguların aklın önünde yol aldığı bir yazı.
Bu nedenle hem muhtemel okuyucudan
hem de yayınlamak inceliğinde bulunursa,
site sahibinden özür dileyerek başlamak istiyorum.

Günün mükemmel bir akşama devrilmekte olduğu saatlerde Garipler Adası’nda (Aynikola) olmak için yola çıktığımızda;
güne dair izlenimlerimi yazıya dökmek geçmiyor değildi içimden ama ne yazacağım konusunda pek de kararlı değildim doğrusu.

Önceliği bir ay kadar önce ilk kez gördüğümde dehşete kapıldığım -abarttığım düşünülebilir ama “dehşet “ sözcüğü duygularımın tam karşılığıdır - Çamlığın bittiği noktadan başlayan ve yer yer Garipler Adası’ na doğru uzanan nitelemekte ve adını koymakta zorlandığım o “çirkin” duvara vermeyi tasarlıyordum.

Amacım biraz da o duvarı fotoğraflamak ve yazıya ekleyerek, ilgili ve duyarlı insanları bilgilendirmekti. Gerçi artık konu kamuoyuna mal olmuştu ve duyarlı insanlar yazılarıyla, uyarı ve eleştirileriyle ilgililerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. İlgilenenler internet ortamında da bu konudaki – en azından yerel basında çıkan haberlere ulaşarak- gelişmeleri izleyebilirler. Ancak yinelemekte yarar var, bu yapılanın ne gezi bandı oluşturmakla, ne de başka bir gerekçeyle açıklanabilir bir yanı olmadığı kanısındayım.

Lütfen duyarsız kalmayın, olumlu ya da olumsuz eleştirilerinizi iki satırla iletin.

* Bu yazı burada bitebilirdi aslında ancak gönlüm bir türlü razı olmadı. İlk gençlik çağlarımızın geçtiği yerlerdi buralar, bir zamanlar “çömlek” fırınlarının dizildiği – kaç taneydi anımsamıyorum şimdi- ve çayırın yüzüne tuğla kalıplarından boşaltılan tuğlaların sıralandığı yerlerdi. Feneraltı-Beşler-Çamlık Kayası-Garipler Adası güzergâhındaki yüzme rotasının bittiği ve sahilden tekrar Feneraltı’ na yüründüğü yerler. Şimdi yan yana dizili evlerden ya da yazlık konutlardan oluşan bir yapı zinciri bölgenin tamamını kaplamış durumda; bu kaçınılmazdı belki ama daha estetik, sahil çizgisi ile daha uyumlu da mı olamazdı?

* Tam da bu soruları sorarken kendime, sahil bandındaki son bir-iki parselde ( Radar Gazinosu’ nun hemen bitişiğinde ) çayırın yüzüne sanki inadına yayılan; eski günlerden tanıdık bir dost, duvarları da, yapıları da unutturuverdi.

Çocukluğumuzda uğraşır didinir söker, soğanını Dondurmacı Topçu’ ya satar, harçlık yapardık. Tel örgüyü geçip, çayırın yüzüne uzandım ve fotoğrafladım onları. Hey! Yeni yetmeler. Siz hiç gerçek salep ve sütle yapılan bir dondurma yediniz mi? Yiyemedinizse çok şey kaçırdınız, inanın.

Gün akşama kavuşmak üzere, güneş bir hayli alçaldı. Bir an önce kapağı Necmi Abi’ nin oraya atıp, günbatımını eşimle akşam kahvelerimizi içerken karşılamak niyetindeyiz. Bu arada ben ha babam deklanşöre basıyorum. Bu dijital makineleri icat edenlerden Allah razı olsun!

Bir yandan kahveleri yudumlarken – ben çayı tercih ediyorum- bir yandan da giderek kızıllaşın ve çamların ardından batan güneşin yerkürede bıraktığı muhteşem izdüşümü izliyoruz.

* Derken biri fotoğraf makinesinin ekranına giriyor. Uzaktalar, patpatlarını duyamıyoruz ama belli ki balıktan dönüyorlar. Sonra bi tane, bi tane daha. Biri dümende, biri başaltında. Hadi söyleyin bakalım ne gelir aklınıza. Önce Türk dilinin büyük ustası Nazım gelir. Onun Kuvvayı Milliye Destanı gelir. Laz Takaları gelir.
..
Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.

Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.

Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

* Ya sonra …

Sonra Karaoğlan gelir.

Bu satırların yazıldığı saatlerde hala yaşam savaşı veren Şair, Siyaset Adamı ve doğrultu tutarlılığı ve inandıklarından ödün vermeyen kişiliği ile Bülent Ecevit gelir. O’ nu övebilir ya da yerebilirsiniz ama, O’ nun “Takalar” şiirini, bu denizlerin çocuğuysanız illaki seversiniz

“takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri Lazlı

takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel

güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere

takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
denizlerde Anadolu

kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar toprağın
denizde çarpan yüreği”



“Takalar toprağın denizde çarpan yüreği”, onların patpatlarını duyabiliyorsanız eğer, bu betimlemeye şapka çıkarırsınız.

* Gün geceye döndü bile. Yunus Emre’ ye kadar kaldırımda eşlik eden dostlar da çıktı nasılsa. Derdimiz hep aynı. Yitip gidenleri yerine koyamama kaygısı ortak payda. Söyleşmekle, söylenmek arasında gidip geliyoruz.

Yunus Emre’ de çay molası. Bunun özlemini çeken ne çok dost, arkadaş var büyük kentlerde koşuşturan.

Şu harika icatla bir poz daha çeksek, çıkar mı acaba?
Biraz daha imrendirsek dostları!

* Hocanım’a uyup evin yolunu mu tutmalı, yoksa iskelede balık tutmaya çabalayanları şöyle bir kolaçan mı etmeli. – Nerde iskelede üçüncü direkte tutulan barbunlar ve yemi gavur etti diye cezalandırılan mezgitler. - Sahi, iskele başında saatlerce dudaklarının kenarında her daim duran cıgarasıyla heykel gibi kıpırdamadan oturan ve sadece kefale olta atan o a yaşlı adamı nasıl unutursunuz?

Şansımızı bir de iskelede deneyelim, bu son poz.
Ne çıkarsa bahtınıza.

Sabırla okudunuzsa eğer ne mutlu yazana!

Saygılarımla…

Murat YILMAZ
Eğitimci
Mayıs, 2006 - Gazete Ünyeses

Fotoğraf : Faruk Alp - Ağustos,2022

Ünye’de bir Taş Eserleri Müzesi yok..Taş eserlerimiz parça parça yerlerde bakımsız haldeler.Taş eserleri müzesi son yıll...
31/07/2022

Ünye’de bir Taş Eserleri Müzesi yok..
Taş eserlerimiz parça parça yerlerde bakımsız haldeler.

Taş eserleri müzesi son yıllarda gezdiğim tarihi Anadolu il ve ilçelerinin çoğunda var. Hatta onlarda fazlalık bir de müze var. Biz bir etnografik belediye müzesini bile yeni yaptık.

Bir şehrin gelişmişliği, müzelerinin, tiyatrolarının, kültür ve sanat merkezlerinin, spor sahalarının ve meydanlarının çokluğu ile ölçülür.

Çamlık’taki Osmanlı tarzı mezar taşları ve mezarlar ile belediyemiz hiç ilgilenmedi ve koruyamadı, ya kırıldı ya çalındı.

Benim çocukluğumda, Ünye’de mezarlıklardan kaybolmasın diye alınan taşları ve sonrasında Ünye Cumhuriyet Meydanına ilk hükümet konağı yapılırken, buranın mezarlık olması nedeni ile kaldırılan mezarların taşları, mahallemizdeki Osman Ağa Camiinin bahçesinde toplanırdı. Taşlar orada halen durmaktadır.

Caminin imamı Mevlüt Hoca bunları cebinden para harcayarak temizletmiş sıra ile dizmiştir. Fakat Mevlüt Hocanın gücü bunları korumaya ve bakımlarını yapmaya yetmemektedir. Bu yüzden ilk başta bu taşları koymak üzere bir Taş Eserleri Müzesine ihtiyacımız vardır.

Saraçlı Mahallesinde bulunmuş milattan öncesine ait mezar taşları var, Rumlardan kalma mezar taşları var. Köylerde mezarlıklarda atılmış bir sürü değerli mezar taşları var. Bin yıl öncesinden kalma mezar taşlarımız var. Bunların hepsini bir aya toplamak lazım.

Diğer mezar taşları ve buluntu taş eserler, Ünye Belediyesi Müze Evi bahçesinde durmaktadır. Osmanağa Camii bahçesinde ve daha başka yerlerdeki taşları da burada toplayabiliriz.. Bunun için çok masraf ve çaba gerekmez.. Belediyenin kamyonuna yükleyip getireceksin Müze Evin bahçesine dizeceksiniz..

Bence Belediyedeki arkadaşlar yönetimden gitmeden önce bir güzellik daha yapıp bu taşları Müze Ev bahçesine taşıtarak burada bir Taş Eserleri Müzesi oluştursun. Arkalarından söylenecek bir güzel sözümüz daha olsun.. Ama her şeyde olduğu gibi bu çağrımıza da kulak tıkayacaklardır, hele ben söyledim ya hiç yapmazlar.

Ben sayın Kaymakamımız Mustafa Bey’e döneceğim.. Mustafa Bey lütfen bu işle bir ilgilenin, sizin de Ünye’de bir hatıranız kalsın, gidince sizi bu Taş Eserleri Müzesi ile hatırlayıp analım.. Şehirde sizinde katkıda bulunduğunuz bir eseriniz olsun.

Geçen ay Bergama’ya gitmiştim, Bergama’da gördüm, müzenin bahçesine yapmışlar, bir benzeri de Amasya Müzesi’nin bahçesinde var. Bizde bir “Ünye Taş Eserleri Müzesi” neden olmasın.

Niksar Taş Eserleri Müzesi

Niksar’da Danişment Gazi Türbesi’nin bahçesine muhteşem bir Taş Eserleri Müzesi yapmışlar. Bu mezar taşlarının aynı zamanda çok ilginç hikayeleri var.

Danişmentliler Anadolu’ya Malazgirt savaşının kazanılmasından sonra gelmişlerdi. Alparslan yanındaki komutanlarına savaş kazanılırsa Anadolu’da fethettikleri yerlerde kendi adlarına beylik kurma sözü vermişti.. Bu komutanlardan Danişmet Ahmet Melik Gazi Sivas ve yöresini fethederek Danişmentli beyliğini kurdu ve Niksar’ı başkent yaptı.

Daha sonra Danişmentlilerin Çepni oymağı Akkuş dağlarından Ünye’ye inerek Ünye’yi fethetti ve buralarda yerleşmeye başladılar. Yerleştikleri yerlere boy ve oymaklarının adlarını verdiler bu isimler bugün halan köy adları olarak kullanılmaktadır. Bunlar, Saylan, Balağuz, Alamanlu, Encürlü (İncirli) Salur, Cimbis, Nadurlu, (Nadırlı) Göbü, Asak, Darahta gibi birçok köy isimleri Çepnilerin boy ve oymaklarının isimleridir.. Bu köylerin halkı Akkuşun ve Tekkiraz’ın bazı köyleri Oğuz Han’ın oğullarından Günhan’ın oğlu Çepni boyundandır.

Türkler buralarda yerleşmeye başladıklarında Müslümanlığa geçeli ikiyüz sene olmuştu. Henüz bir İslami mezar, ölü gömme, mezar taşı kültürleri oluşmamıştı.. Uzun yıllar Ortaasyada eski dinleri olan Şamaniz’deki ögeleri ve adetleri kullandılar. Ünye ve köylerinde de benzer mezar taşları kullanılmıştır. Bunların en ilginç örnekleri Tekkiraz Dizdar Köyü Kabadirek Camisinin bahçesindedir. Burada orman içinde bir buçuk metre boyunda 900 yıllık balballar vardır.

Şamanizm, Türkler Müslüman olana kadar mezarlarının başına “Balbal” adı verilen taşlar koyarlardı. Bunlar iki metre boyunda olduğu gibi kısa da olabiliyordu. Anadolu’ya gelen Türk boyları Müslüman olmuşlar fakat bir mezar taşı kültürü henüz oluşmamıştı. Bu nedenle yüzyıllar boyu bu balbal taşlarını diktiler. Daha sonraki yüzyıllarda bu düz taşlara şekil vermeye başladılar bir takım bitki kuş ve hayvan resimleri yaptılar veya taşları hayvanlara benzettiler taşlara yazı yazmaya başladılar bir müddet sonra bu taşlar ve yazılar bir sanat eserine dönmeye ve bir mezar taşı ekolü ve sanatı oluşmaya başladı. İşte Osmanlı mezar taşları bu sanatın zirveye ulaştığı son noktadır.

Mezar ve Mezar taşı Nedir?

Mezar İnsanın öldükten sonra gömüldüğü yerdir. Makber, kabir, medfen ve merkad ve gömüt de denir.. Mezarların bir arada bulunduğu yerlere ise hazîre, mezarlık, hamişan, veya kabristan denmektedir.

Mezarların koku ve yabani hayvanlar cenazeyi çıkarmasın diye derinliği erkeğin göbek hizasında, kadının ise göğüs hizasına kadar olur. Mezarların genellikle baş tarafında isim-doğum tarihi-ölüm tarihinin yazılı olduğu bir taş bulunur.

Bunlara şahide derler. Baş tarafındakine “baş taşı” ayak tarafındakine de “ayak taşı” adı verilir. Taş olmayan yerlerde tahta koyarlar.

İslamiyet’te vefat eden Müslüman’ın mezarına taş ve kitabe dikme zorunluluğu yoktur. İnsanı ölümünden sonra anıtlaştıran simgeler düşüncesi İslamiyet öncesi Şamanizm inancından gelmektedir..

Mezarda yatanın kim olduğunu bilme, belirtme ve belli etme ölçüsünde bir yazıya ve yapıya izin veren diyen dinimiz, abartılı yazı ve mezarları mekruh sayar.

Türk kültüründe önce Göktürk balbalları şeklinde ortaya çıkan, mezar taşları Anadolu'da Selçuklular döneminde, içerik ve form açısından zenginleşerek Osmanlıda en güzel şekline ulaşmıştır.

Ünye’de parça parça sağda solda kalmış, atılmış, kırılmış, mezarlıklarda veya bulundukları yerlerde kaybolan bu tarihe şahitlik etmiş taş eserleri Ünye Belediyesi Müze Ev bahçesinde bir “Ünye Taş Eserleri Müzesi” oluşturarak toplamalı ve geçmişimize sahip çıkmalıyız.

Yaşar Karaduman
27 Ağustos 2013

Bu gün hiç sinema yok Ünye'de.Giresun'dan Ünye'ye yerleşmiş bir öğretmen,Ünye'nin Karadeniz'in en büyük, en modern, en k...
30/07/2022

Bu gün hiç sinema yok Ünye'de.
Giresun'dan Ünye'ye yerleşmiş bir öğretmen,
Ünye'nin Karadeniz'in en büyük, en modern, en kültürlü ilçesi olduğunu,
bunu Ünye'ye hiç yakıştıramadığını söylediği zaman şaşırmıştım.

Oysa gençlik yıllarımızda biz,
Ünye'de sinema kültürünü Konak Sineması ile yaşamıştık.
Türk filmleri ağırlıklı olmasına rağmen,
bugün klasik olmuş bir sürü yerli ve yabancı filmi bu sinemada seyretmiştim.

Yazlık sinema çağını da yaşamıştık doyasıya çocukluğumuzda,
bu sinemalardan en ünlüsü Paşabahçe Yazlık Sineması idi.

Ünye'ye zaman zaman, konserler, ses sanatçıları, İstanbul'da sezonu kapatmış tiyatro toplulukları da gelirdi, bunların içindeki bazı açıkgöz organizatörler, Ünye ille Fatsa'nın çok yakın olması nedeniyle bir gecede iki yerde birden konser verirlerdi.
Ünye'de programı biten sanatçı Fatsa'ya, Fatsa'da sırası biten sanatçı Ünye'ye gelirdi, biz bunun böyle olduğunu gecikmelerden anlardık.

Çok güzel konserler, ve tiyatro oyunları da seyrettik bu salonda, her konser ve oyunda yer problemi yaşanırdı, salonun çok geniş ve uzun olması nedeniyle ön sıralar çabuk tükenirdi, en ön sıra derece ve rütbelerine göre mülki erkana yani protokola ayrılırdı. Anadolu'ya hala böyle topluluklar gider mi bilmem.

Yine bazı açıkgözler zamanın ünlülerinin benzerlerini bulur veya biraz makyaj saç şekli ve giyimini benzeterek gerçekleri diye pazarlarlardı Anadolu'ya, garip olan bu kopyaların sesleri de tıpa tıp benzerdi asıllarına, pleybek yapamazlardı hem öyle bir teknik yoktu, hem daha o zaman sahnede pleybek bilinmiyordu.

Televizyon, internet, telefon, uydu gibi iletişim araçları bu günkü kadar gelişmemişti, hatta hiç yoktu, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde neler olup bittiğini takip edemediğimiz gibi dünyadan hiç haberimiz yoktu, zar zor dinlediğimiz cızırtılı Ankara radyosu ve hava karadıktan sonra dinlenebilen İstanbul radyosu vardı.

İstanbul'da şan ve şöhretlerini yitirmiş bir sürü artist ve sanatçı eskisi yaz gelince Anadolu yollarına düşer, kırık dökük sahne dekoru anlaşılamayan oyunlarla, geçmişteki parlak isimlerinin arkasında sığınarak kendi dramlarını oynarlardı. Bunlardan biri de o günde bu günde hüzün ve acıyla hatırladığım bir zamanların efsane isimleri, Cahide Sonku ve Cahit Irgat'tı.

Hikayesini anlatacağım, zamanının dev isimlerinden "Kırmızı Fenerler " adlı oyunuyla Ünye'ye gelen, büyük hayal kırıklığı ve hüsran yaşayan Avni Dilligil'de bu son yıllarında Ünye'de hayatının bir bölümünü oynayarak perdeyi kapatanlardan biri idi.

Avni Dilligil,1903 yılında Hayfa'da doğmuş Edirne İstanbul liselerinde okumuştu, sahneye ilk kez 1927 yılında Hamlet oyunuyla çıkmıştı.1941 yılında "Kahveci Güzeli" adlı filimle sinemaya geçmişti. Kendi adına bir tiyatrosu vardı yetmişe yakın filimde rol aldı ve 1971 yılında öldü. Son filmi Fikret Hakan, Alev Oraloğlu ile oynadığı aynı erkeği seven ana kızın yasak aşk hikâyesini anlatan "Bir kadın uğruna" filmi oldu, bizim kuşak onu daha çok Ayhan Işık ve Belgin Doruk'la oynadığı "Küçük hanımın şoförü" filmi ile hatırlarlar.

5 Ağustos 1968 günü akşamı oynanan "Kırmızı Fenerler" adlı tiyatro oyununun hikayesi Fransa'nın bir sahil kasabasının barlar ve genelevler sokağında geçiyordu, sahne dekoru çok kötü ve amatörceydi sahnenin ön tarafına doğru sağ ve sol başlara konulan iki sokak lambası direklerinin üzerinde yanan kırmızı fenerler hoştu sadece.

Oyun başlamış oyuncular seyirci ile iletişimi kuramamıştı, seyirci kendi arasında konuşuyordu, ses düzeni iyi değildi, diyaloglar arkalardan duyulmuyordu, seyirci de oyuna adapte olamamıştı, Avni Dilligil sesini arka sıralara duyurmaya çalışıyor, sinirli hareketlerle sahnede dolaşarak, seyirciyi kontrol altına almaya çalışıyordu. Konak sineması salonu oldukça büyük bir salondu, salon kadar da balkonu vardı, bu salonda tiyatro oynamak teknik olarak mümkün değildi, Ağustos ayı idi, sinema yanları açılarak yazlık hale getirilmişti, ses dağılıyordu, burada tiyatro yapmış gruplar hep aynı sorunla karşılaşmışlardı, ses düzeni de bu günkü kadar gelişmemişti.

Aniden kollarını yanlara açarak sahnenin önüne geldi Avni Dilligil, el kol hareketleri ile seyirciye susmalarını işaret etti, salondaki uğultu birden kesildi,

-Susuuuun, siz tiyatro nedir, bir tiyatro oyunu nasıl seyredilir bilmiyor musunuz? Sanatçıya saygı göstermeyi öğrenin, madem konuşacaktınız niye geldiniz, burası kahvehane mi?

Diyerek uzunca bir nutuk çekti, seyirci şoktaydı, bir müddet dinledi, salonda çıt çıkmıyordu, sahnedeki sanatçılar da şoka girmişler hiç kımıldamadan heykel gibi duruyorlardı, seyirci bir müddet sonra bu şoktan çıktı, arkalardan ıslıklamaya başladılar, ıslıklar ve yuh sesleri giderek arttı, sahneye gazoz şisesi atanlar oldu, salonda herkes ayağa kalkmıştı, bir iki polis sahneye çıkıp oyuncuları kulise götürdüler, tam bir karmaşa yaşanıyordu, sahneye daha çok gazoz şişesi atılmaya başlanmıştı, sahnenin lambaları söndürüldü, perde aceleyle kapatılmaya çalışılırken dekorlar yıkıldı, yan kapılar açıldı, seyirci homurdanarak yarım saat içinde salonu boşalttı salon lambaları da söndürüldü, fakat sahnenin köşelerindeki kırmızı fenerler kaldı. O gece tiyatro topluluğu olası bir olay çıkmaması için polis eşliğinde Fatsa'ya götürüldüler.

Çocukluk arkadaşlarımızdan tiyatrocu hemşehrimiz Ferhan Şensoy'da oyunu seyredenler arasındaymış o gece, yıllar sonra yazdığı Ünye'deki çocukluk ve gençlik yıllarından da anılarının bulunduğu, "Kalemimin Sapını Gülle Donattım" adlı romanında olayı şöyle yazmıştı:

"Bir akşam bir Avni Dilligil tiyatrosu geliyor. Boktan bir Fransız bulvar oyununun uygulamasını oynuyor Avni Bey, derme çatma turne ekibiyle. Kendi iyi bir oyuncu ama, ortada olup biten bir şey yok, seyirci kendi arasında konuşuyor, sinirleniyor, oyunu keserek, oyun nasıl izlenmeli üzerine uzun bir söylev çekiyor Dilligil. Ünye turnesi,5 Ağustos 1968"

Ferhan Şensoy'un annesi Ünyeli'dir, babası uzun yıllar Çarşamba belediye başkanlığı yapmıştır yazları okul tatillerini Ünye'de geçirirdi , askerlik şubesi yanında dedesinin Rumlardan kalma taş evleri vardı, o güzelim evlerden bu gün bir tane bile kalmamıştır. Matbaaya da sıkça gelir gazetede hikaye ve makale yazardı, yazıları bazen uzun olurdu, "Şunları biraz kısa yaz, dizecek kimse yok, kendin dizmek zorunsa kalırsın sonra" derdim, bugünkü gibi bilgisayar yoktu, tek tek harfler yan yana konularak dizilirdi gazete, bunları dizenlere de mürettip denirdi, gide gele bir zaman sonra öğrendi mürettipliği Ferhan Şensoy.

"Gündeste" isimli romanında yine Ünye'den, matbaadan, bizden gazeteden, anılarından bahseder.

Bir cep telefonu öyküsü vardır Ferhan Şensoy'un anlatmadan geçemiyeceğim; Bir oyun esnasında sinek uçsa duyulacak kadar sessiz olan salonda bir seyircinin cep telefonu çalar, seyirciye dönüp;

-Beyefendi lütfen telefonunuzu açıp, lan hayvan tiyatrodayım ne diye arıyorsun, der misiniz? Der, peşinden de ilave eder;
-Yalnız dikkat edin o da size, ulan eşşoleşşek, madem tiyatrodasın kapasana telefonunu demesin.

Bu seyirci daha sonra Ferhan Şensoy'a hakaret davası açar.

"Kırmızı Fenerler" in hikayesi burada sona ermektedir. Benim de çok beğendiğim değerli sanatçı Avni Dilligil'in Ünye turnesi hayal ve gönül kırgınlığı ile son bulmuş belki de kendi hayatından bir bölümü oynamıştır.

Bu olaydan iki yıl sonra da hayata veda ederek perdeyi kapatmıştır.

Yaşar Karaduman
15 Kasım.2005
www.unyeses.net

Ünye Eski Askerlik Şubesi Fotoğraf Kaynağı : Nazlı Şenalp - Eren Tokgöz
28/07/2022

Ünye Eski Askerlik Şubesi

Fotoğraf Kaynağı : Nazlı Şenalp - Eren Tokgöz

"Osmanlı Dönemi'ne ait bu fotoğraf, Ünye'nin kıyılarındaki mavna, çapar ve teknelerle önemli bir deniz ve ticaret merkez...
26/07/2022

"Osmanlı Dönemi'ne ait bu fotoğraf, Ünye'nin kıyılarındaki mavna, çapar ve teknelerle önemli bir deniz ve ticaret merkezi olduğunu gösteriyor."

Bilgi ve Fotoğraf : H. Naim Güney

Fotoğraf : Chris Hellier, 2018
28/06/2022

Fotoğraf : Chris Hellier, 2018

Vatandaşın Köşesi - 2
26/06/2022

Vatandaşın Köşesi - 2

Ünye (Hususi) - Ünye şimali Anadolu'nun doğuya bakan en güzel memleketlerinden biridir.Ünye'nin medeni ihtiyaçlara bol b...
26/06/2022

Ünye (Hususi) - Ünye şimali Anadolu'nun doğuya bakan en güzel memleketlerinden biridir.

Ünye'nin medeni ihtiyaçlara bol bol kifayet edecek çeşit çeşit suları vardır. Bundan başka kasabaya 13 kilometre mesafede ve Çataltepe denilen köyde, çok nefis bir su vardır ki birkaç seneden beri bütün halk bu suyu içmektedir. Suyun nefasetini tayin ve takdir için derecesinin sıfıra yakın olduğunu zikretmek kafidir ki bu da İstanbul'un en güzel sularına muadildir.

Suyun kasabaya isalesi için birkaç sene evvel projesi yapılmış ve meclisi umumiden kafi miktarda tahsilat ta alınmıştı. Fakat proje Nafia Vekaleti'nin gördüğü bazı fenni noksanlardan dolayı tasdik edilmediğinden suyun şehre akıtma işi teehhür etmiştir. Belediye proje işini takip etmektedir. Proje yapılap vekaletce tasdik edildikten sonra suyun isalesine çalışılacaktır.

ORTA MEKTEP

Ünye, bilgi tarihinde de kaydedeğer bir memlekettir. Birçok güzide adamlar bu memleketten yetişmiştir. Memleket halkı Ünye'de bir orta mektep açılması için vakit vakit çok arzu göstermişler ve temenniyatta bulunmuşlardı. Cumhuriyet Hükümeti'nin Maarif Vekaleti, bu senenin eylülü iptidasında Ünye'de bir orta mektep açmaya karar verdiği ve yıllarca maarife susayan halkı haklı olarak sevinçlere garketti. Vekalete şükran telgrafları çekilmiştir.

Çocukların mektebe kaydükabulu için halkta şimdiden büyük bir temayül ve tehacüm vardır. Kazamız fırka ve belediye riyasetleri Niksar, Terme ve Fatsa gibi komşu memleketlere mektuplar yazarak, bu kasabalara göre merkezi vaziyette bulunan Ünye'de açılacak orta mektep için tahsillerini bitiren vatan yavruları hakkında teşvik ve tergipte bulunmalarını rica ettiler.

Orta mektebimiz komşu memleketler üzerinde de çok kuvvetli alaka ve temayük husule getirmiştir.

MAHSULLERİMİZ

Bu senenin haziran ayı sonlarına kadar soğuk gitmesi, müstahsillerimizi epeyce düşündürüyordu. Temmuz ayı iptidasından itibaren havaların çok tatlı bir sıcak ve güneşle devam etmesi zürramızın yüzünü güldürmeye başlamıştır...Bu seneki fındık mahsulümüzün geçen seneden çok fazla bir kıymetle satılacağı umuluyor.

FINDIK REKOLTESİ

1933 senesi fındık rekoltesinin bir, bir buçuk milyon kilo miktarından olduğu tahmin edilmektedir. Diğer mahsulata nisbeten dikkate layik bir kıymet gösteren fındık mahsuluna zürra her sene çok ehemmiyet vermekte ve fazla miktarda fındık yetiştirmeye çalışılmaktadır. Piyasalar biraz yüksek ve parlak olursa müstahsillerimiz evvelki senelerin zararlarını telafi edebilecektir.

Niyazi

Kaynak : Vakit Gazetesi, Memleket Haberleri, Sayfa 6, 26 Temmuz 1933

Address

Ünye

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Gazete Ünyeses posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Gazete Ünyeses:

Share

Category