Ahmet Can.

Ahmet Can. Faydalı dijital içerikler Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluş

01/12/2025

Her Yıl Gerçekleşen Enflasyon Oranı, Mevduat Ve Devlet Tahvillerine Uygulanan Faiz Oranları, Döviz Kurları Ve Diğer Yatırım Araçları İle İlgili Belgeler Resmi Kurumlardan Getirtilerek, Uzman Bilirkişiden Rapor Alınmak Suretiyle, Gerçek Zararın Belirlenmesi Gerekmektedir.

T.C. YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ

E. 2017/2736 K. 2018/1742 T. 25.4.2018

DAVA : Davacı ... İnş. Ltd. Şti. ile davalı ... Valiliği ( İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne İzafeten ) arasındaki davadan dolayı ilk derece mahkemesi olan 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 13.12.2016 gün ve 2015/98-2016/541 Sayılı hükme yönelik istinaf başvurusu sonucu ... Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi tarafından verilen 21.09.2017 gün ve 2017/95-2017/401 Sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından duruşmalı olarak istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili gelmedi. Davacı şirket yetkilisi ile davalı vekili geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacı şirket yetkilisi ile davalı avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Dava, munzam zararın tahsili istemiyle açılmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair verilen hükmün, istinaf edilmesi üzerine, mahkeme kararının kaldırılarak davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilince temyiz olunmuştur.Davacı vekili, müvekkili yüklenicinin davalı ile yapılan 10.04.1997 tarihli sözleşme uyarınca ... Lisesi spor salonu inşaatını üstlendiğini ve üzerine düşen edimleri yerine getirdiği halde davalı idare tarafından zamanında ödeme yapılmadığını, bu sebeple ek sözleşme imzalandığını, şirketin müdürlüğünü yapan ... 'in iş yaptığı kuruma güvenerek, borçlarını ödemek için 2 adet gayrimenkulünü ipotek olarak verdiği bankadan kısım kısım nakit kredi kullandığını, davalının ödeme yapmaması sebebiyle borçlarını ödeyemediğini, kredi kullandığı bankanın ihtarnameyle kredi sözleşmesini feshettiğini, 22. İcra Müdürlüğü'nün 2005/1110 ve 1111 Esas sayılı dosyalarında gayrimenkullerin satışının istendiğini, 2006/1111 Sayılı dosyada 45.000,00 TL değer biçilen taşınmazın 27.394,00 TL'ye satıldığını, bu satış sebebiyle 17.606,00 TL zarara uğradığını, 2005/1110 Sayılı dosyada ise, itirazın iptâline karar verildiğini, ... Varlık Yönetiminin yargılama sırasında alacağı devralması ve 2. Aile Mahkemesi'nin 2011/1104 Esas sayılı dosyasında konutun aile konutu olması sebebiyle açılan davada taraflar arasında borcun taksitler halinde ödenmesi karşılığında sulh olunduğunu, 50.000,00 TL borcu karşılık, 119.500,00 TL ödendiğini ve bu dosya sebebiyle de müvekkilinin 69.500,00 TL zarar gördüğünü, 12. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2010/66 Esas sayılı dosyasında açılan davada verilen karar uyarınca Avukata da 13.193,00 TL vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını, karşı taraf vekiline de, 7.500,00 TL ödediğini, icra aşamasında 4.919,00 TL tutarında icra kesintileri oluştuğunu, toplam munzam zararının 112.525,00 TL olup, taraflarına ödenen 32.035,00 TL'nin mahsubuyla 89.040,00 TL'den şimdilik 20.000,00 TL'nin 07.02.2012 tarihinden itibaren temerrüt faiziyle birlikte tahsilini istemiş, 06.12.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 63.095,45 TL'ye yükseltmiştir.Davalı idare vekili ise, sözleşme uyarınca ödemeler yapılırken, faizinin de hesaplandığını, davacının zararın söz konusu olmadığını, illiyet bağının ve zararının ispatlanması gerektiğini, iddiaların tamamen varsayıma dayalı olduğunu, davacının da basiretli bir tacir gibi davranıp özen yükümlülüğüne uymadan hareket etmesi sonucu tüm olumsuzlukları illiyet bağı kurulmaksızın alacağın geç ödenmesine bağladığını, geç ödeme varsa dahi, sözleşme dışı yapılan işlerin davaya konu edilmesi ve yargılamanın uzaması sebebiyle ortaya çıkan gecikmelerden kaynaklandığını, idarenin hiçbir kusuru yada kastının bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, alacağın geç ödenmesi sebebiyle davacının uğradığı munzam zarar 63.095,45 TL olarak hesaplanmış ve bu miktar hüküm altına alınmış, alacağın 20.000,00 TL'lik kısmına dava tarihinden kalan 43.085,45 TL'sine ise ıslah tarihinden itibaren faiz uygulanarak davalıdan tahsiline karar verilmiş, kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi, 27. Hukuk Dairesi'nce, 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin davanın kabulüne dair verilen 13.12.2016 gün ve 2015/98 Esas ve 2016/541 Karar sayılı kararı kaldırılarak, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz olunmuştur.

1- )Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle HMK 355. maddedeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp bir isabetsizlik bulunmaksızın karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- )Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Davanın dayanağı sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 Sayılı BK'nın 105. maddesi uyarınca açılmış olan munzam zarara ilişkindir. Dava tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK'nın 122/1. maddesi de “aşkın zarar” adı altında yapılan düzenleme ile “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.” hükmü ile munzam zarar konusunda eski düzenlemeye paralel bir hüküm tesis edilmiştir. TBK'nın yürürlüğünü düzenleyen 6101 Sayılı Yasa'da bu konuda bir düzenleme bulunmamakla birlikte, munzam zararla ilgili bir değişiklik söz konusu olmadığından 818 Sayılı BK'nın 105. maddesi kapsamında sözleşmenin kurulduğu tarih itibariyle bir değerlendirme yapılması gerekir.Munzam zararla ilgili düzenlemelerden önce, maddi olayın izahı ve yargılama aşamasına değinilmekte zaruret bulunmaktadır. Davacı tarafın, davalı iş sahibi idare ile 1997 yılında 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu kapsamında imzalamış olduğu ... Lisesi spor salonu inşaatını üstlendiği ve 2001 yılında işin geçici kabulünün yapıldığı, 05.05.2003 tarihinde ise, yapılan kesin hesaplamalara göre, keşif bedelinin % 30'unun dışında yapılmış bulunan işlerle ilgili ek sözleşme imzalandığı, buna göre ek sözleşmenin ikmali ile birlikte 44.622,19 TL'nin yetkili merciden olumlu görüş alınmasını müteakip yüklenici davacıya ödenmesiyle tarafların sulh olmayı kararlaştırıldığı, buna rağmen, davalının ek sözleşmede kararlaştırılan tutarı tüm yazışmalara karşın ödemediği, bu kez dava sürecinin başlatıldığı ve ... 12. Asliye Huhuk Mahkemesi'nin 2010/66 Esas sayılı dosyada açtığı alacak davasının yapılan yargılama sonucunda 07.12.2012 tarihli ilâmıyla 44.600,00 TL asıl alacak ve 32.035.00, TL faiz olmak üzere toplam 76.635,00 TL'nin davacıya ödendiği, eldeki bu davanın ise, 13.04.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır.Davacı, temerrüt faizini aşan zararı bulunduğu, çekilen krediler sebebiyle hacizler ve g.menkul satışı sebebiyle munzam zarar isteminde bulunmuş, davalı ise, zararın ispatlanması gerektiğini, esasında illiyet bağının bulunmadığını savunmuştur.Munzam zararla ilgili olarak hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır. Yargıtay HGK'nın 10.11.1999 gün ve 13-353/929 Sayılı kararında vurgulandığı üzere; Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve borçlunun zararının faizi aşan bölümüdür. Borçlu para borcunun vadesinde ödemediğinde ( temerrüt ) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen “gecikme faizi” ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK'nın 103. maddesi uyarınca alacaklı mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O sebeple alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında,alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK'nın 105. maddesi gündeme gelir. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir. BK 105. kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuki aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü ( BK 105 ), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sonuç ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi ( BK'nın 105/2 ) takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hal böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazi kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zaman aşamı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür. Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK'nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir.Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun tümerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asl alacağının varlıını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir.

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu sebeple borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır ( AYM 1997/34 Esas, 19898/79 Karar, 15.12.1998 ). Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon sebebiyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır ( AYM 2008/58 Esas, 2011/37 Karar, 10.2.2011 ).

Sonuç olarak, mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatiyle, sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan bahisle dosya mahalli mahkemesine iade olunmuştur.Dairemizin, uzun süreden beri yerleşik uygulaması ve kararlarında munzam zararın davacı tarafından somut olarak ispatlanması kabul edilmekle birlikte gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkının hukukta korunması görüşü benimsenerek kararların bu yönde oluşması ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı da gözönüne alındığında, genel ispat kuralından ayrılarak, enflasyon baskısı sürdüğü sürece maruf ve meşhur vakıa niteliğinde kabul edilerek alacaklının BK'nın 105/1. maddesi anlatımda munzam zararının varlığını kanıtlama zorunluluğundan vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.Esasında Yargıtay'ın muhtelif dairelerinde bu yönde değerlendirme yapılmakta ve munzam zarar kanıtlandığı taktirde hüküm altına alınmaktadır. Az yukarda açıklanan hususlar, değinilen ilkeler ve görüşler doğrultusunda, davacı taraf alacağının geç ödenmesi sebebiyle kredilerini ödeyemez ve taşınmazlarının icra sonucu satımı ile karşı karşıya kaldığını ileri sürmüş ise de, taşınmazlar şirket müdürü adına kayıtlı ve şirketin mülkiyetinde olduğu anlaşılamadığı gibi, illiyet bağının varlığı da ispatlamamıştır. Ne var ki, az yukarda açıklandığı üzere, ülkemizde yaşanan ve herkesçe bilinen enflasyon olgusu sebebiyle alacaklıların zararının temerrüt faiziyle karşılanabilmesi Anayasa Mahkemesi'nin son ihlal kararına göre mümkün olamayacağı ve bu karinenin aksi borçlu tarafça ispatlanamadığından, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları ile ilgili belgeler resmi kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor alınmak suretiyle, gerçek zararın belirlenmesi gerekmektedir.Bu nedenlerle, bölge adliye mahkemesince yapılacak iş; HMK'nın 266 ve 267. maddeleri uyarınca, konusunda uzman mali müşavirin de bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturularak ilgili resmi kuruluşlardan tahsil tarihi ile dava tarihi arasındaki enflasyon verilerini gösteren TEFE-TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan faiz oranları ve diğer yatırım araçlarındaki hareketlere dair dökümanlar getirtilerek bilirkişi raporu alınmalı ve davacının zararı olup olmadığı belirlenmeli ve taleple bağlı kalınarak hüküm altına alınmalıdır.Bu hususlar gözetilmeden, hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan sebeplerle Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi'nin kararının BOZULMASINA, dava dosyasının bölge adliye mahkemesine, kararın bir örneğinin yerel mahkemeye gönderilmesine, 1.630,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay'daki duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, ödenen temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davacıya iadesine, 25.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

01/12/2025

Ülkemizde Yaşanan Ve Herkes Tarafından Bilinen Enflasyon Olgusu Nedeniyle Her Zaman Alacaklının Zararının Temerrüt Faizi İle Karşılanması Mümkün Değildir.

T.C. YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ

E. 2018/3499 K. 2018/4739 T. 28.11.2018

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat ... ile davalı vekili geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedeli, kâr kaybı ve teminat mektuplarının iadesi davaları sonucunda hükmedilen alacaklarının zamanında tahsil edilememesi sebebiyle uğranılan munzam zarar alacağının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece ıslahla artırılan miktar da dikkate alınarak davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1- )Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2- )Munzam zarar, davanın dayanağı sözleşme ile ... 15. Asliye Hukuk Mahkemesi ve ... 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'ndeki davaların açıldığı tarihlerde yürürlükte bulunan 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 105 ve bu davanın açıldığı tarihte yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir. TBK'nın 122/1. maddesinde aşkın zarar adı altında ifade edilen düzenleme ile, "Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa borçlu kendisinin hiçbir kusuru olmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekte yükümlüdür." munzam karar konusunda 818 Sayılı BK'nın 105/I. maddesindeki düzenlemeye paralel bir hüküm tesis edilmiştir. TBK'nın yürürlüğe girmesini düzenleyen 6101 Sayılı kanunda bu konuda bir düzenleme bulunmamakla birlikte, munzam zararla ilgili bir değişiklik söz konusu olmadığından sözleşmenin kurulduğu tarihte yürürlükte bulunan BK'nın 105/I. maddesi kapsamında bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Yargıtay HGK'nın 10.11.1999 gün ve 199/13-353/929 Sayılı kararında vurgulandığı üzere; Munzam zarar sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür. Borçlu para borcunun vadesinde ödemediğinde ( temerrüt ) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen “gecikme faizi” ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK'nın 103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında,alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK'nın 105. maddesi gündeme gelir. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir. BK 105. kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekaletsiz iş görme olabilir. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuki aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü ( BK 105 ), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sonuç ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması halinde dahi ( BK'nın 105/2 ) takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hâl böyle olunca, asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.

Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK'nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir.

Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun tümerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir.

Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi'nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya gelince; davacı alacaklarının temerrüde rağmen geç ödenmesi nedeniyle taşınmazlarını satmak, bankalardan kredi çekmek ve icra takiplerine maruz kalmak suretiyle munzam zararını somut delillerle kanıtladığını ileri sürmüş ve hükme esas raporu düzenleyen bilirkişi kurulu rapor ve ek raporunda munzam zararın somut delillerle kanıtlandığını kabul ederek hesaplama yapmış ise de; bilirkişi raporunda da görüleceği gibi satılan taşınmazların büyük bölümü ile banka kredisi kullanan şahıs veya şirketlerin büyük bir bölümü davacı şirket olmayıp, davacı şirketin dava edilen alacaklarını tahsil edememesi nedeniyle kullanılıp satıldığı icra takiplerinin de bu alacaklarını zamanında tahsil edememesi sebebiyle maruz kalındığı ve bunun için harcandığı ispatlanamadığı gibi illiyet bağı da kanıtlanamadığı hesaplamaya sadece kullanılan kredi ve takip faizleri katılmış olması gerekirken kredi ve borç asıllarının katılmış olması nedeniyle raporun bu haliyle hükme esas alınması mümkün değildir.

Bu durumda mahkemece, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon olgusu nedeniyle her zaman alacaklının zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağı, gecikme halinde faizle karşılanmayan zararın varlığı karine kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından ileri sürülüp kanıtlanamadığından öncelikle temerrüt tarihleri ile tahsil tarihlerindeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan mevduat faiz oranları, döviz kurları devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili bilgiler resmi kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra tahsiline karar verilen alacakların temerrüt tarihleri itibariyle bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması halinde tahsil tarihlerinde ulaşabileceği miktar ile bulunacak bu miktardan davalarda kabul edilen alacakların temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği miktar hesaplattırılıp, faizle karşılanmayan zarar ve miktar, konusunda hükme esas alınan raporu düzenleyen bilirkişi kurulundan denetime elverişli ve gerekçeli ek rapor alınıp sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken bu hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ile davanın yazılı miktarda kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan 1. bentte açıklanan nedenlerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 1.630,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay'daki duruşmada vekille temsil olunan davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 28.11.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

01/12/2025

Munzam Zararın Hesaplanması

Munzam zararın hesaplanması için hüküm altına alınan miktarın, temerrüt tarihinden itibaren alacağın tamamının ödendiği belirtilen tarihe kadar ulaşacağı meblağın enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan mevduat faiz oranları, döviz kurları devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili bilgiler resmi kurumlardan sorulup tespit edilmelidir.

T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 27. HUKUK DAİRESİ
E. 2023/976 K. 2025/1025 T. 8.10.2025

DAVA : Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan eser sözleşmesinden kaynaklanan munzam zarar davasında mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulması üzerine yapılan incelemede;

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : Davacı vekili; müvekkili şirketin pimapen, kompozit, alüminyum doğruma, cephe kaplama ve sistemleri imal edip sattığını, gerekirse montaj işleri de yaptığını, davalı şirketin piyasada kat karşılığı inşaat yaptığını, davalının kat karşılığı inşaatını üstlendiği ... ada, 1 parselinde kayıtlı arsa üzerinde inşaat yaptığını, bu inşaatın pimapen, kompozit, alüminyum doğrama ve yarı kapaklı giydirme cephe sistemli işlerini, dış cephe cam giydirme, pvc doğramaları vs tüm pvc işlerini, koridorların yangın merdiveni ve dış cepheye bakan bölümlerin pvc doğrama işleri, dükkanların cam cepheleri ve pvc doğramalarının malzemeli ve montajlı olarak müvekkilinin yapıp davalıya da teslim ettiğini, davalı ile birtakım sözleşmeler yaptığını, yapılan işlerin faturalarının düzenlenip davalı iş sahibine gönderildiğini, davalının bakiye borçlarını ödemediğini, bu işlerden dolayı davalı iş sahibinden 328.134,40 TL kadar bakiye alacağı kaldığını, alacağın tahsili amacıyla Ankara 4. İcra Müdürlüğü'nün 2017/22071 Sayılı takip dosyası ile yapılan icra takibine davalının haksız olarak itiraz etmesi üzerine Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2018/305 Esas sayılı dosyası ile itirazın iptali davasının açıldığını, yapılan yargılama sonucunda 2019/770 Karar sayılı karar ile davalının 328.134.40 TL miktarlı itirazın iptaline ve takibin devamına ilişkin 17.09.2019 tarihinde karar verildiğini, davalının davayı istinaf ettiğini, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiğini, 05.07.2022 tarihinde müvekkilinin, borçludan alacağını tahsil edebildiğini, toplam faiz miktarının 143.760.90 TL olarak tahsil edildiğini, müvekkilinin işleri tümü ile tam ve noksansız teslim ettiğini, buna ilişkin tutanaklar tutulduğunu ancak alacağının ödenmediğini, 27.11.2017 tarihinde icra takibi başlatıldığını, davalı tarafın takibe itiraz ettiğini, 27.11.2017 tarihinden itibaren tahsil edilen 22.06.2022 tarihine kadar %8 oranında en azından faizden dolayı müvekkilinin zararı oluştuğunu, davacının alacağının ödenmesi için davalıya gönderdiği ihtara, başlattığı icra takibine karşın davalının 328.134,40 TL alacağını 27.11.2017 tarihinde oluşan temerrüdüne rağmen müvekkiline ödemediğini ileri sürerek, 10.000,00 TL munzam zararın dava tarihinden itibaren işleyecek olan ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; müvekkili şirket tarafından, 98289 ada/1 ada parsel olan taşınmazın 07.04.2015 tarihli iş yapım sözleşmesi ve dava dosyalarında mübrez taraflar arasındaki tüm sözleşmeler kapsamında davacı şirkete devredildiğini, tapu devrine ilişkin tutanak, tapu fotokopisi ve anılan hususa dair muavin defter kaydının Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2017/152 D. İş sayılı dosyasında mübrez 26.09.2017 tarihli bilirkişi raporu ile davacı şirketin edimlerini eksiksiz ve tam yerine getirmediğinin tespit edildiğini, davacı şirket tarafından 17.10.2017 tarihinde 2 adet toplam 590.864,94 TL tutarında fatura düzenlendiğini, faturalara ihtarname ile itiraz edildiğini, davacının faturaya konu işlerin yapıldığını iddia ettiğini, taşınmazda ikamet edildiği sırada, dış cephe cam giydirme yapılmasının mümkün olmadığını, tüm imalatların yanlış ve hatalı yapıldığını, Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2017/152 D. İş sayılı dosyası ile tespit yaptırıldığını, 26.09.2017 tarihli rapor aldırıldığını, raporun davacı tarafa tebliğ ettirildiğini, herhangi bir itiraz olmadığını, raporda davacı tarafın edimin ifasında yetersiz kaldığını ve kusurlu olduğunu, ciddi zararlarının doğmasına sebep olduğunu, sözleşmedeki cezai şart unsurunu gerçekleştirdiğini, davalı taraftan herhangi bir alacağının bulunmadığını, aksine borçlu olduğunu, müvekkilinin herhangi bir sorumluluğu bulunmadığını savunarak, davanın reddine, karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama, toplanan delillere, alınan bilirkişi raporuna ve tüm dosya kapsamına göre, davacının munzam zarar iddiasında bulunarak açtığı işbu davada, faizi aşan zarar iddiasını somutlayacak şekilde bilgi, belge, ispat vasıtasını sunmadığı, sadece alacağın geç alınması ve ekonomik koşullar dayanak yapılarak munzam zarar talep edilmesinin mümkün olmadığı, davacı alacağını zamanında tahsil edememiş olması sebebiyle pvc malzemesi, kompozit, cam ve alüminyum malzemeleri erken dönemde satın alamadığı iddiasında bulunmuş ise davacının buna ilişkin delillerini sunmadığı, davacının temerrüt faizini aşar şekilde zarar uğradığı yönündeki iddiasının somutlayıcı yöntemlerle belgelenmesi gerektiği, davacının alacağını geç tahsilden dolayı uğradığı zararı somut olarak ortaya koyan bir delil ibraz etmediği, munzam zararın varlığının sadece enflasyon sepeti veya denkleştirici adalet hesabı adı verilen yöntemle hesaplanarak belirlenmesi yönündeki görüşe iştirak edilmediği, munzam zarar talebinde bulunabilmek için öncelikle somut bir zararın varlığının kanıtlanması gerektiği, davacının uğradığını iddia ettiği faizi aşan zarar iddiasının somut şekilde ortaya konulamadığı gerekçesiyle, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekili istinaf başvurusunda; mahkemece 21.06.2023 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak davanın reddine karar verildiğini, bu kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, bilirkişinin hukuki nitelendirmesi ve hukuka talimat vermesinin ve buna göre karar verilmesinin de hukuka aykırı olduğunu, munzam zarar/ aşkın zarara ilişkin davaların soyut zarara göre hesaplanması gerektiğinin gerek Anayasa Mahkemesi'nin gerek Yargıtay'ın farklı dairelerinin inceleme ve değerlendirmesine konu olduğunu, bu açıdan borçlunun temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olması durumunda, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farkın ifade edildiği bir kavram olduğunu, müvekkilinin alacağını 27.11.2017 tarihinden önceki zamanlardan beri yani yaklaşık 8 yıl süre sonra ve sadece ana paraya işletilen yasal faizi ile birlikte tahsil edebildiğini ancak temerrüt faiziyle karşılanamayan yüksek miktarda munzam zararının oluştuğunu, alacağını zamanında almış olsaydı yatırım yapmasa bile faize faiz işletmek suretiyle değerlendirebileceğini, böylece paranın gerçek değerini korumuş olacağını, sadece anaparaya faiz işletilmesi nedeniyle müvekkilinin parasının satın alma gücünde önemli ölçüde azalma meydana geldiğini, kaldı ki, 8 yıl sonra aldığı parayı da yıllık %9 olan yasal faiz üzerinden tahsil edebildiğini, oysa ki bunun bir ticari işten kaynaklanan alacak olduğu için avans faiz (ticari faiz) üzerinden tahsil edilmesi gerekirken, yasal faiz üzerinden tahsil edilerek zarara uğranıldığını, bilirkişilerin munzam zarar iddiasının farazi olduğunun somut delillere dayanmadığını, munzam zarar koşullarının oluşmadığını belirtir şeklindeki hukuki nitelendirme ve görüşünün bilirkişilik görevi ile bağdaşmadığını, dikkate alınmaması gerektiğini, bunun bir talimat mahiyetinde olduğu değerlendirmesi yapılmadan, bilirkişinin böyle bir görevi olmadığı da değerlendirilmeden bilirkişinin hukuki değerlendirmesine uyularak davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, fiyatların genel düzeyindeki artış anlamına gelen enflasyon oranlarının ülkemizde yüksek seyretmesi “enflasyon canavarı” benzetmesinin doğmasına yol açtığını, ülkedeki fiyatların artmasının, pahalılığa ve satın alma gücünün azalmasına yol açtığını, enflasyon kavramının masallardaki korkutucu ögelerden biri olan “canavar” ile eş değerde görülmesinin şaşırtıcı bir değerlendirme olmadığını, enflasyon oranlarının artmasının kaçınılmaz bir sonucu ise para alacakları yönünden kendini gösterdiğini, yüksek enflasyon oranlarının süregeldiği ülkelerde para alacaklarının enflasyon karşısında değer kaybetmemesi için bir takım tedbirlerin alınmasını zorunlu kılındığını, hukuk düzenlerinde para borçlarının ifası ve temerrüdüne ilişkin hususların düzenlenmesi ekonomik hayatın düzenli bir şekilde devamı için önemli bir zaruret olup, Anayasa'nın 5.maddesi çerçevesinde devlete düşen temel görevlerden birinin de, özel borç ilişkileri de dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için etkili ve yeterli bir hukuk sistemi oluşturmak ve bu sistemin etkili bir şekilde işlemesini sağlamak olduğunu, Türk hukuk sisteminde de para borçlarının ifası ve temerrüdü ile ilgili olarak bazı düzenlemeler mevcut olup, bu düzenlemeler çerçevesinde kanun koyucunun borçlu tarafından ödenecek temerrüt faizine ilişkin bir kanunî düzenleme yaptığını ancak özellikle enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerde bu temerrüt faizlerinin yeterli olmamasının önemli bir mesele olarak ortaya çıktığını, Borçlar Kanunu'nda yer alan aşkın zarara ilişkin düzenlemelerin kanunda yer almasının sebebinin de temerrüt faizlerinin enflasyon karşısında çok yetersiz kalmasından kaynaklandığını, para alacakları yönünden enflasyon karşısında oluşan değer kaybının giderilmesinin mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca değer kaybının gideriminin özellikle enflasyon ile bağlantılı olup, Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi'nin kararları bağlamında konunun devamlı tartışılageldiğini, temerrüt faizinin, borçlunun para borcunu zamanında ödemeyerek temerrüde düşmesi üzerine 6098 Sayılı TBK'nın 120.maddesi gereğince zararın varlığına ve borçlunun kusuruna bakılmaksızın işlemeye başlayan faiz olup, alacaklının temerrüt faizi istemesi için bir zararının bulunduğunu ispat etmesi gerekmeyeceğini, yine aynı kanunun 122/1. maddesinde de "Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür." hükmünün bulunduğunu, borçlunun para borcunun vadesinde ödemediğinde (temerrüt) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen “gecikme faizi” ödeme yükümü altına gireceğini, bu durumda TBK'nın 120. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı kabul edilerek, alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümlülüğü verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanındığını, bunun dışında, alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması durumlarında ise, davada uygulanması gereken TBK'nın 122. maddesi gündeme gelmekte olup, munzam zararın, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki fark olduğunu, yani temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlandığını, piyasa koşullarına göre paranın alım gücüne göre alacaklının alüminyum doğrama ticareti yaptığı için temerrüde düştüğü tarihteki alüminyum doğramanın birim fiyatı 200.00 TL iken, bugün 2.200.00 TL civarında olup, bu aradaki 2.000 TL farkın da temerrüt faizinin ancak 1/10 oranını karşıladığını, gerçek zararının temerrüt faizini (hem de yasal faiz olarak) karşılamadığını, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin önceki istikrar kazanmış uygulamasının, munzam zararın varlığının somut delillerle ispatlanması gerektiği yönündeyken, Anayasa Mahkemesi'nin 21.12.2017 tarihli 2014/2267 başvuru numaralı kararında ise, başvurucunun alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğranılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varıldığını, başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorum nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali edildiğine karar verildiğini, karardan sonra değişiklikle Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin, enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizinden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği görüşünün benimsediğini, (Yargıtay 15. HD'nin 15.03.2021 tarih ve 2020/967 E- 2021/859 K, Yargıtay 11. HD'nin 29.04.2019 tarih ve 2018/1512 E- 2019/3201 K, YHGK'nin 09.12.2021 tarih ve 2017/2800 E- 2021/1629 K), karar verilen alacak miktarının geç ödenmesi nedeniyle yüksek enflasyon yaşandığı Türkiye'de faizi aşan bir zararın olduğu nedeniyle davanın açıldığını, dava konusunun müvekkilinin ilamla kesinleşen alacağının geç alınmasından kaynaklandığını, müvekkilinin davalıdan 328.134.40 TL miktarında bir alacağı kaldığını, muaccel alacağın Ankara 4. İcra Müdürlüğü'nün 2017/22071 Sayılı dosyası ile ilamsız ödeme emri çıkarılarak, tebliğ edildiği 02.12.2017 tarihinde temerrüt oluşturduğunu ve faizin de bu tarihte başladığını, üstelik bu alacağa yasal faiz yürütüldüğünü, oysa ki ticari ilişkiden kaynaklandığı için %17.25 yıllık faiz uygulanması gerekirken, bu faizin dahi uygulanmadığını, yani %9 yasal faiz uygulandığını, asıl faizin ise avans faizi olması gerektiğini, buradan da faizi en azından avans faizi ile dahi yıllık %8.25 civarında bir somut zarar söz konusu olup, ayrıca borçlunun bu alacağa kasıtlı olarak itiraz ettiğini ve itirazın iptali için Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2018/305 Esas sayılı davanın açılmasına sebebiyet verildiğini, mahkemenin 17.09.2019 tarih ve 2019/770 Karar sayılı kararının verildiğini, bunların tümünün de davalının kasıtlı davranışı ile olduğunu, Türkiye'de yaşanan enflasyondan faydalanmak ve paranın alım gücünü azaltmak için bu şekilde haksız itirazlarda bulunulduğunu, işbu kararda da açık ve net olarak 328.134.40 TL'nin istendiğini ve bunun için kendisine fatura düzenlenmiş olduğunu, bu faturanın da kendi defterlerinde kayıtlı olduğunun tespit edildiğini, bu kadar miktar alacağın karara bağlandığını, bu karardan sonra da yine davalının kötü niyetli olarak, kasıtlı olarak bu kararı istinaf ettiğini ve icra takibinin de durdurulmasına banka teminat mektubunu icraya vererek İİK'nın 36.maddesine göre icranın durdurulmasına karar verildiğini, bu yüzden yine müvekkilinin alacağını alamadığını, davalının paranın alım gücünün kaybedilmesinden faydalandığını, istinaf talebinin esastan reddedilmesi üzerine Yargıtay nezdinde temyiz edilerek, yine banka teminat mektubu ile takibin kararın kesinleşmesine kadar durdurulduğunu, Yargıtay'ın istinaf mahkemesi kararını onadığını ve sadece yasal faizi ile birlikte 22.06.2022 tarihinde müvekkilinin ancak parasına kavuşabildiğini, oysa ki müvekkilinin bu süreçte para ihtiyacı nedeniyle araçlarını sattığını, bu paranın tahsil edildiği tarih olan 22.06.2022 tarihinde rayiç fiyatlara göre bu aracın değerine göre 1.000.000 TL'yi aşkın zararının bulunduğunu, kaldı ki; kanunun açık ve net olarak somut zarar değil, munzam zarar öngördüğünü, yani faizin karşılamadığı zararın munzam zarar olduğunun kabul edildiğini, alacaklının zararlarının paranın alım gücü nedeniyle malındaki eksilme olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu paranın tahsil edildiği tarihteki alım gücü ile muaccel olduğu tarihteki (alacağın aslı ve faizleri ile birlikte) alım gücü arasındaki farkın munzam zarar olarak değerlendirilmesi gerekirken, "alacaklı kredi almadı, bu yüzden krediye faiz ödemedi" gibi değerlendirmelerle munzam zararın değerlendirilmemesinin adalet ilkesine uygun düşmediğini belirterek, mahkeme kararının kaldırılarak, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan munzam zarar istemine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine dair verilen karara karşı davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

İnceleme, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 355. madde hükmü uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.

Munzam zarar, davanın dayanağı sözleşme tarihi ile munzam zarara dayanak davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 105 ve eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir.

Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. BK'nın 105. maddesi kusur karinesini benimsemiştir.

Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür.

Yargıtay ( kapatılan) 15. Hukuk dairesi ve 6. Hukuk Dairesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru nolu, 27.11.2019 gün ve 2017-24810 başvuru numaralı kararlarına atıfla son emsal kararları uyarınca (28.11.2018 tarihli, 2018/3499 E, 2018/4739K. sayılı ve 25/04/2018 tarihli 2017/2736 E, 2018/1742 K. sayılı, 15.03.2021, 2020/967, 2021/859 sayılı, 6.HD'nin 13.01.2025 gün ve 2024/3534 E- 2025/5 K sayılı ilamları) ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon olgusu nedeniyle her zaman alacaklının zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağı, gecikme halinde faizle karşılanmayan zararın varlığı karine kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından ileri sürülüp kanıtlanamadığından, öncelikle Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2018/305 Esas sayılı davasında hüküm altına alınan miktarın, temerrüt tarihinden itibaren alacağın tamamının ödendiği belirtilen 05.07.2022 tarihine kadar ulaşacağı meblağın enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan mevduat faiz oranları, döviz kurları devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili bilgiler resmi kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra tahsiline karar verilen alacakların temerrüt tarihleri itibariyle bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması halinde tahsil tarihlerinde ulaşabileceği miktar ile bulunacak bu miktardan davada kabul edilen alacakların temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği miktar hesaplattırılıp, munzam zarara uğranılıp uğranılmadığı konusunda konusunda uzman yeni bir bilirkişi kurulundan denetime elverişli ve gerekçeli rapor alınıp, rapora itiraz edilmesi durumunda mahkemece itirazları karşılar şekildeki tüm usuli işlemlerin yerine getirilmesi noktasında gerekli inceleme ve değerlendirmenin yapılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece davacının somut olarak zararını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının HMK'nın 353/1-a.6 maddesi gereğince kaldırılmasına, davanın Dairemiz kararına uygun şekilde yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-)Davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne,

2-)Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 11/07/2023 tarih ve 2022/731 Esas- 2023/460 Karar sayılı kararının HMK'nın 353/1-a.6 maddesi gereğince kaldırılmasına,

3-)Dairemiz kararına uygun şekilde davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine,

4-)Davacı tarafından yatırılan 269,85 TL istinaf karar harcının talep halinde kendisine iadesine,

5-)İstinaf talep eden davacı tarafından yatırılan istinaf kanun yoluna başvurma harcı ile yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda dikkate alınmasına,

Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK'nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olmak üzere 08/10/2025 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Address

Ankara

Opening Hours

Monday 09:00 - 17:00
Tuesday 09:00 - 17:00
Wednesday 09:00 - 17:00
Thursday 09:00 - 17:00
Friday 09:00 - 17:00

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Ahmet Can. posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Ahmet Can.:

Share