16/11/2025
1937’de başlayan Dersim katliamının en önemli mağdurlarından Seyit Rıza, resmi kaynaklara göre bölgedeki isyanın en büyük elebaşı olarak gösterildi. Tarih kitapları, Dersim’de devlete karşı isyanları teşvik edip yönlendirdiğini yazdı. Ancak Habertürk Televizyonu Haber Koordinatörü Abdullah Kılıç’ın ortaya çıkardığı belgeler, Seyit Rıza’nın aslında kanı durdurmak için çabaladığını gösteriyor. İşte Seyit Rıza’nın, başta Atatürk olmak üzere devlet yetkililerine gönderdiği mektuplardan ortaya çıkan gerçekler…
Seyit Rıza bugüne kadar Dersim’deki isyanın sorumlusu olarak hedef gösterildi. Oysa daha fazla kan dökülmemesi için 12 Eylül 1937’de oğlu ve iki adamıyla birlikte teslim oldu. Ancak 15 Kasım 1937’de önce oğlu, ardından kendisi apar topar idam edildi. Hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Resmi tarihe göre Dersim harekâtını başlatan isimdi ve binlerce kişinin ölümüne neden olmuştu. Peki gerçekten öyle miydi?
Cumhurbaşkanlığı ve TBMM arşivlerinden çıkarılan belgeler, resmi tarihle çelişiyor. 1938’den beri gizli tutulan bu belgeler, Seyit Rıza’nın tek amacının kan dökülmesini önlemek olduğunu ortaya koyuyor. En kritik belgelerden biri, yıllardır onun imzasıyla Birleşmiş Milletler’in temelini oluşturan uluslararası kuruma gönderildiği iddia edilen mektupla ilgili. Seyit Rıza’nın Dersim’in bağımsızlığını talep ettiği öne sürülen bu mektubun, aslında ona ait olmadığı ortaya çıkıyor. 18 Ekim 1937 tarihli, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya imzalı yazıda, bu mektubun Seyit Rıza tarafından değil, Suriye’den “Yusuf” isimli biri tarafından onun imzası kullanılarak yazıldığı belirtiliyor.
Seyit Rıza’nın 14 Haziran 1933’te Elazığ Valisine yazdığı ilk mektup şöyle başlıyordu:
“Hürmet ve tazimle ellerinizden öperim. Uğradığımız haksızlığın boyutlarını arz etmeye mecbur kaldım.”
Devamında jandarmanın ve bazı devlet görevlilerinin Dersim halkına uyguladığı zulümleri anlatıyordu. Mektubun ortasında ise yıllardır anlatılan ama bir türlü kanıtlanamayan o önemli detay yer alıyordu:
“Harbi Umumi’de hükümetin verdiği emirleri öpüp başıma koydum. On bin kadar milis kuvveti topladım. Halit Paşa kumandasındaki orduya katılarak topraklarımızı Ruslara karşı savundum. Can siperhane mücadele ettim. Paşaların takdirine mazhar oldum. Bugüne kadar hükümete hizmet etmekten geri durmadım. Hakkımızda kaymakam beyin yapmak istediği haksızlıkların önüne set çekilmesini istirham ederim.”
9 Temmuz 1933’te Hozat Jandarma Komutanına yazdığı mektup ise derin bir sitemdi. Kaymakamın görüşme daveti üzerine oğlunu yollayan Seyit Rıza, oğlunun dönüş yolunda pusuya düşürülerek öldürüldüğünü anlatıyordu:
“Mevsim kış olduğu için gelemedim, oğlumu gönderdim. Talebinizi Cumhuriyet Hükümetinin emri kabul ettim. Evlat benim değildi, sizin evladınızdı. Biz vatan evladı değil miyiz? Oğlumu katledenleri kaymakam bey korudu. Allah merhamet versin. Benim bir kusurum yoktur. Adalet aradığım için mi suçlu oldum? Hükümete düşman değilim. Hükümete düşman olan Allah’a düşman olur.”
Belgeler, bölgede bir iç savaş çıkmasından korkan Seyit Rıza’nın, Abdullah Alpdoğan Paşa’ya bir yakınını göndererek kanın durdurulmasını istediğini de gösteriyor. Ancak bu kişi dönüşte Alpdoğan’ın emriyle öldürüldü. Bunun üzerine Seyit Rıza, yanına aldığı yüz silahlı kişiyle Zinköyü ve bir karakolu bastı; katillerin kendisine teslim edilmesini talep etti. Yine de kan dökülmesini istemiyordu. 20 Mayıs 1937’de Alpdoğan Paşa’ya şu mektubu yazdı:
“Kan dursun, yeter ki beni ve aşiretimi Erzurum’a götürün. Ya da hükümet benden şüphe ediyorsa Halep’e gideyim. Veyahut Türkistan’a geri gönderin.”
Seyit Rıza’nın bu yürek burkan mektupları önce İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya, ardından Atatürk ve diğer devlet yetkililerine iletildi. Hem Şükrü Kaya’nın hem de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin imzaları belgelerde yer alıyor. Ancak bütün bu çağrılar, Dersim’de binlerce kişinin öldürüldüğü harekâtı durdurmaya yetmedi.
Seyit Rıza, 15 Kasım 1937’de idam edildi. Son dileği sorulduğunda “Oğlumdan önce beni asın” dedi ama bu istek yerine getirilmedi. Önce oğlu, sonra kendisi asıldı. Darağacındaki son sözleri ise tarihe acı bir kayıt olarak geçti:
“Kerbelâ'nın evladıyız. Ayıptır, zulümdür, cinayettir.”