Huni

Huni Huni, geniş bir perspektiften gelen düşünce ve olayları süzerek özünü yakalamayı amaçlayan bir platformdur.

Fikirleri bir araya getirip süzgeçten geçirerek okuyucularına dengeli ve objektif bir anlayış kazandırmayı hedefler.

Lozan’daki Tavizler: Başarısızlık mı, Strateji mi?Lozan’a Giden Yol1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Türk milletinin öl...
04/09/2025

Lozan’daki Tavizler: Başarısızlık mı, Strateji mi?

Lozan’a Giden Yol

1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Türk milletinin ölüm fermanıydı. Anadolu’nun bölünmesi, ordunun dağıtılması, ekonominin tamamen yabancıların eline geçmesi öngörülüyordu. Türk milleti Kurtuluş Savaşı ile bu dayatmayı reddetti ve 1923 Lozan Antlaşması ile bağımsızlığını kabul ettirdi.

Lozan, Cumhuriyet’in “tapusu” oldu. Ancak bazı konularda istenen sonuçlar tam alınamadı. Bu yüzden Lozan zaman zaman “başarısızlık” gibi gösterilmeye çalışıldı.

Lozan’ın Eleştirilen Noktaları

1. Musul-Kerkük: Lozan’da çözülemedi, 1926’da İngiltere lehine sonuçlandı.

2. Ege Adaları: Türkiye kıyılarına yakın adaların çoğu Yunanistan ve İtalya’da kaldı.

3. Batı Trakya: Türk azınlığı Türkiye dışında kaldı.

4. Boğazlar: Uluslararası komisyona bırakıldı, Türkiye’nin tam egemenliği 1936 Montrö ile sağlandı.

5. Osmanlı Borçları: Türkiye, Osmanlı borçlarının bir kısmını ödemeyi kabul etti.

Bu konular “Lozan’daki başarısızlıklar” olarak dillendirildi.

Uzlaşma Olmadan Diplomasi Olmaz

Antlaşmalar tek taraflı zaferler değil, karşılıklı tavizlerle imzalanır. Türkiye masada güçlüydü ama sınırsız değildi.

Askerî Durum: Türk ordusu savaş kazanmıştı fakat yıllardır süren savaşlardan yorgun düşmüştü. Yeni bir cephe açacak güç yoktu.

Ekonomi: Hazine boş, halk fakirdi. Uzun bir savaşı sürdürecek imkân yoktu.

Dış Politika: Karşısında İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletler vardı. Türkiye hepsiyle aynı anda savaşamazdı.

Bu yüzden Lozan’da tüm isteklerde diretmek, yeni bir savaşı göze almak demekti.

Eğer Türkler Diretseydi Ne Olurdu?

Musul’da diretseydik → İngiltere ile yeniden savaş çıkabilirdi. Ordumuz yorgun, ekonomimiz zayıftı. Kazansak bile uzun vadede ağır kayıplar olurdu.

Adalar için diretseydik → İngiliz donanması Akdeniz’deydi. Türkiye’nin deniz gücü sınırlıydı, sonuç alınamayabilirdi.

Boğazlar için diretseydik → Tüm Batı devletlerini karşımıza alırdık. Bunun yerine zaman kazanıldı, 1936’da Montrö ile Türkiye istediğini aldı.

Yani Lozan’da taviz vermemek, yeni savaşlara sürüklenmek anlamına gelirdi.

Strateji Olarak Lozan

Lozan, kısa vadede değil uzun vadede başarı getirdi.

Türkiye en hayati meselelerde (bağımsızlık, kapitülasyonların kaldırılması, milli egemenlik) kesin kazanımlar elde etti.

İkincil konuları zamana bıraktı:

Boğazlar (1936 Montrö)

Hatay (1939)

Ekonomik bağımsızlık (borçların ödenmesi sonrası kalkınma hamleleri)

Bu da gösteriyor ki Lozan’daki tavizler aslında birer stratejik erteleme idi.

Türkiye’nin Bugünkü Durumu

1. Ege Adaları Meselesi

Lozan’da Türkiye’ye yakın adaların çoğu Yunanistan’a bırakıldı ama “askersiz” olma şartıyla.

Bugün Yunanistan bu adaları silahlandırdı.

Türkiye itiraz ediyor ama uluslararası hukukta ciddi baskı kurulamıyor.

2. Kıbrıs

Lozan’da Kıbrıs İngiltere’de kaldı.

1974 Barış Harekâtı ile Türk askeri adaya girdi, KKTC kuruldu.

Ama hâlâ dünyada sadece Türkiye tanıyor.

3. Doğu Akdeniz ve Mavi Vatan

Deniz yetki alanlarında Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır Türkiye’yi dışlayan anlaşmalar yapıyor.

Türkiye, Lozan’ın sağladığı deniz çıkarlarını korumakta zorlanıyor.

4. Musul – Kerkük

Lozan’da çözülemeyen mesele, 1926’da İngiltere lehine bitti.

Bugün bu bölge Irak içinde ama hem petrol zenginliği hem de Türkmen varlığı açısından Türkiye için stratejik önemde.

5. Suriye’nin kuzeyi

Lozan’la belirlenen sınırın ötesinde bugün PYD/PKK varlığı oluştu.

Bu durum Türkiye’nin sınır güvenliği açısından ciddi risk.

Neden Kimsenin Sesi Çıkmıyor?

İç politik sorunlar: Ekonomi, siyaset ve kutuplaşma halkın ilgisini dış meselelerden uzaklaştırıyor.

Uluslararası denge: Türkiye bugün Batı ile ve komşularıyla aynı anda sorun yaşadığı için diplomasi gücü zayıflamış durumda.

Medyada gündem kayması: Basın çoğu zaman bu meseleleri gündeme getirmiyor, toplumun dikkati başka yerlere çekiliyor.

Halkın yorgunluğu: Tıpkı 1920’lerde olduğu gibi halk ekonomik ve sosyal sıkıntılarla uğraşıyor; dış politikadaki kayıplar geri planda kalıyor.

Lozan’ın Dersleri

Lozan bize şunu öğretmişti:

Hak verilmez, alınır.

Alınan haklar da korunmazsa kaybedilir.

Uluslararası antlaşmalar sadece kâğıt üzerinde kalmaz, arkasında güçlü bir ordu, ekonomi ve milli birlik yoksa uygulanamaz.

Sonuç

Lozan’da bazı konular tam çözülememiş olsa da bu bir “başarısızlık” değil, dönemin şartlarına uygun akılcı bir uzlaşmadır.

Sevr’in ölüm fermanı ortadan kalktı.

Türkiye’nin bağımsızlığı tanındı.

Cumhuriyet’in temeli atıldı.

Lozan’ı küçültmeye çalışanlar genellikle bu tarihsel şartları görmezden gelir. Oysa Lozan, Türk milletinin “ölümden dirilişe” geçtiği bir diplomasi zaferidir.

Bugün Türkiye, Lozan’da kazanılmış hakların yavaş yavaş aşındırıldığı bir dönemde yaşıyor.

Ege adaları silahlandırılıyor,

Kıbrıs izolasyon altında,

Doğu Akdeniz’de kuşatma var,

Güney sınırında yeni yapılar kuruluyor.

Ve en büyük tehlike: Toplumun ve siyasetin sessiz kalması.

Osmanlı da Bizimdir: Ama Türküm Demek Hepsine Sahip ÇıkmaktırOsmanlı, bir hanedanın adıdır. Yani bir ailenin.Bu hanedan ...
08/08/2025

Osmanlı da Bizimdir: Ama Türküm Demek Hepsine Sahip Çıkmaktır

Osmanlı, bir hanedanın adıdır. Yani bir ailenin.

Bu hanedan üyeleri Türktü. Diğer Türklerle birlikte kurdukları devletin adı Osmanlı oldu.
Ama o devleti yaşatan, sürdüren, büyüten, zaferler kazandıran halk Türk milletiydi.

Peki neden bugün “Türküm” demek yerine “Osmanlı torunuyum” demeyi tercih ediyoruz?

Türkler, içinde bulundukları şartlara göre devlet kurmaları, yıkmaları ve yeniden devlet inşa etmeleriyle tanınır.
Dünyada hiçbir millet, Türkler kadar çok sayıda devlet kurup farklı isimlerle anılmamıştır.
Bu, Türk tarihini eşsiz kılan özelliklerden biridir.

Osmanlı da tarihsel döngüde olduğu gibi kurulmuş, yükselmiş ve sonra yıkılmıştır.
Ama yine tarih boyunca olduğu gibi, Türkler gereğini yapmış; milletlerini vatansız bırakmamak için hızla yeni bir devlet kurmuşlardır.
Bu, doğal ve tarihsel bir süreçtir.

Kürt “Kürdüm” diyor. Ermeni “Ermeniyim” diyor, Arap "Arabım" diyor.
Peki neden Türk, “Türküm” demekten çekiniyor da “Osmanlıyım” diyor?

Türk olmak utanılacak bir şey değil.
Tarihimizle, kültürümüzle, dilimizle, değerlerimizle gurur duymalıyız.

Osmanlı bizim tarihimizin bir parçasıdır, evet. Ama biz Osmanlı’dan önce de vardık, sonra da varız.

Selçuklu da bizim, Osmanlı da bizim Türkiye Cumhuriyeti de bizim.

Türküm" dediğinde, Büyük Hun İmparatorluğu’ndan Göktürklere, Oğuzlardan Selçuklulara, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar tüm Türk devletlerini de sahiplenmiş olursun.

Karahanlılar, Harzemşahlar, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Memlükler, Timur İmparatorluğu, Babürler, Kırım Hanlığı…ve dahası.. Bunların hepsi Türk milletinin tarihî mirasıdır.

Unutma, Türk milleti tarih boyunca birçok devlet kurmuş ve her biri bu milletin izini taşır.
Türküm demek; hepsine aitim, hepsi benim mirasım demektir.

“Türküm” dediğinde, tüm bu devletleri de sahiplenmiş olursun.
Ama “Osmanlıyım” dediğinde, yalnızca Osmanlı’yı sahiplenmiş olursun.

Türklüğümüzü gizleyerek Osmanlı’yı yüceltmek, geçmişi yanlış anlamaktır.

Şimdi soruyorum:
Neden “Türküm” demekten çekinir olduk? Bu sadece bir moda mı, yoksa bilinçli bir kimlik silinmesi mi?

08/08/2025

17 Eylül 1961'de idam edilen eski başbakan Adnan Menderes için bugün anma töreni düzenleniyor. Peki Menderes kimdir? Siyasi kariyerinde önemli noktalar nelerdir?

08/08/2025
Atatürkçü Yeşil Cübbeli EvliyalarDiyorlar ki:“Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk değil, manevi ordular, yeşil cübbeli veliler ka...
06/08/2025

Atatürkçü Yeşil Cübbeli Evliyalar

Diyorlar ki:
“Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk değil, manevi ordular, yeşil cübbeli veliler kazandırdı. Hızır geldi, evliyalar destek verdi…”

Bu söylem, Atatürk’ün önderliğinde verilen büyük bir millet mücadelesini küçültme, ilahi yardımı sadece tarikat ve şeyhlere indirgeme çabasıdır. Oysa gerçek soruyu sormak gerekir:

Eğer bu manevi ordular varsa, neden Osmanlı çöküşteyken ortaya çıkmadılar?
Neden Yemen’de, Gazze’de, Suriye’de halk yıkım altındayken inmedi o “nur”?
Neden sadece Atatürk ve onun yaninda yer alan Türk milleti istiklal için ayağa kalktığında “yardım” geldi?

Cevap basittir.
Çünkü Allah, yalnız hak yolda olana yardım eder.

Gerçek Evliya Kimdi? Atatürk mü, Sahte Şeyhler mi?

Bugün birçok kişi sarık takıp, cübbe giyerek kendine “şeyh”, “mehdi”, “gavsi azam” diyor. Allah’ın adıyla halkı korkutup itaat istiyor. Kimisi zenginliğini artırıyor, kimisi gençlerin zihnini köleleştiriyor.

Ama soralım: Bu kişiler gerçekten Allah’ın sevdiği kullar mı?

Yoksa dini sömürerek halkı kandıran, İslam’ı geçim kapısına çeviren çıkar odakları mı?

Atatürk: Ne Şeyhti, Ne Peygamberdi — Ama Hakkın Yanındaydı

Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman kendini “veli”, “kutup” veya “kutsal” ilan etmedi.
Ama yaptıkları; adalet, vicdan ve akılla bakıldığında, Allah’ın razı olduğu bir kul olma ihtimalini ortaya koyar.

Halkı kul olmaktan çıkardı, özgür yurttaş yaptı.

Tarikatların sömürü düzenine son verdi.

Herkesin sadece Allah’a kul olduğu bir cumhuriyet kurdu.

Dini araç değil, değer olarak gördü.
Cami kapatmadı, tamir ettirdi.
Kur’an’ı halk anlasın diye mealini hazırlattı.
Gerçek alimleri korudu, halkı sömüren sahte şeyhleri susturdu.

Allah Kime Yardım Etti?

Yüzlerce yıldır İslam coğrafyası felaketler içinde.
Osmanlı çökerken evliya gelmedi, Gazze bombalanırken Hızır inmedi.
Ama Kurtuluş Savaşı’nda bir millet topyekûn dirilirken gökyüzü sanki bu milletin yanında oldu.

Belki de Allah, o an için en doğru, en adaletli, en cesur kula yardım etti:
Mustafa Kemal Atatürk’e.

Çünkü Allah Kur’an’da şöyle buyurur:

> “Allah, zalim topluluğa yardım etmez.” (Bakara 258)
“Allah, adaleti ve iyiliği emreder...” (Nahl 90)

Atatürk de zulme karşı çıktı, halkı korudu, adaleti tesis etti.
Ve Allah ona yardım etti.

Atatürk Dinsiz Değildi, Dinin Kirletilmesine Karşıydı

Atatürk, İslam’ı ortadan kaldırmadı.
Tam tersine, İslam’ı kullanarak kurulan çıkar düzenlerini ortadan kaldırdı.
Onun savaşı dinle değil, din kisvesi altında kandıranlarla idi.

Gerçek âlimlere değer verdi.

Cemaatlerin halkı korkutarak sömürmesine karşı çıktı.

“Allah’tan başka kimseye kulluk edilmez” diyerek, toplumsal bir tevhid bilinci oluşturdu.

O, milletin Allah’a olan saf inancını kirletenlerden dini temizlemek istedi.

Atatürk, Bir Peygamber Değildi — Ama Allah’ın Razı Olduğu Bir Kul Olabilirdi

Peygamberlerden sonra hiçbir insan “kusursuz” değildir.
Ama Allah yardımını verirken, kişilerin iddiasına değil, niyetine ve ameline bakar.

Atatürk:

Allah’a şirk koşmadı.

Kendisini “kurtarıcı” ya da “veli” ilan etmedi.

Millete “hakimiyet milletindir” dedi.

Kula kulluğu bitirip, halkı akılla ve bilgiyle yüceltmek istedi.

Ve belki de bu yüzden, Allah onu muvaffak kıldı.

Bugün dua edeceksek;

Sarıkla halkı kandıranlara değil, milletine hizmet edenlere,

Dini araç değil, değer olarak görenlere,

Kendisini değil, halkı düşünenlere dua edelim.

Atatürk, bu milletin başına gelmiş bir rahmetti.
Onu anlamayanlar ya gafildir ya da çıkarı zarar görenlerdir.

Son Söz: Atatürk, Allah’a Kulluk Eden Bir Millet İçin Savaştı

Atatürk:

Şeyh olmadı.

Tarikat kurmadı.

Kimseden biat istemedi.

Kimsenin önünde secde etmedi.

Ama Allah’ın verdiği aklı kullandı, halkına hizmet etti.
Kendine değil, milletine çalıştı.
Ve belki de bu yüzden, Allah onu muvaffak kıldı.

Atatürk, bu topraklarda:

Hurafeye karşı gerçeğin,

Korkuya karşı ilmin,

Kula kulluğa karşı Allah kulluğunun adıdır.

Dualarınızda onu unutmayın.
Çünkü o sizin namusunuzu, vatanınızı ve dininizi sahtekârlardan kurtardı.

Çünkü Atatürk hak yoldaydı. Allah yalnız hakka yardım eder.

Kimlik Siyasetinin Tehlikeli YoluBahçeli artık sağlıklı düşünemiyor.Belki iyi niyetli olabilir… Ama uzun vadede neye seb...
20/07/2025

Kimlik Siyasetinin Tehlikeli Yolu

Bahçeli artık sağlıklı düşünemiyor.
Belki iyi niyetli olabilir… Ama uzun vadede neye sebep olacağını öngöremeyecek kadar dar bir bakış açısıyla hareket ediyor.

İyi niyetli gibi görünse de bu anlayış:

>> Kimlik üzerinden siyaset yapmaktır.
>> Devlet görevlerini etnik ve mezhebi kotaya göre dağıtmak demektir.
>> Liyakati değil, aidiyeti esas almak demektir.

Bu yol Irak’ta, Lübnan’da neye yol açtıysa, Türkiye'de de aynısını yapar: bölünme, güvensizlik, çatışma.

Türkiye’nin ihtiyacı:

>> Kimliği değil, işi bilen, dürüst, ehil insanlar.
>> Birleştiren değil bölen değil, kapsayıcı liderlik.
>> Ortak vatandaşlık bağına dayanan güçlü bir devlet.

Kimlik Siyasetinin Sakıncaları:

Bahçeli’nin sözleri ilk bakışta demokratik ve kapsayıcı görünebilir. Ancak bu uygulama iki tehlikeli algıyı besliyor:

1. Sanki Bu Kimlikler Dışlanıyor Algısı:

Türkiye'de Kürt ya da Alevi kökenli vatandaşlar tarih boyunca devletin çeşitli kademelerinde görev almıştır. Bakan, milletvekili, akademisyen, general ve hatta başbakan , cumhurbaşbakanı olanlar olmuştur. Bu kimliklere sahip kişilerin tümü dışlanmış gibi bir söylem, hem tarihsel gerçeklerle çelişir hem de toplumda gereksiz bir mağduriyet algısı yaratır.

2. Liyakat Yerine Kimlik Vurgusu:

Cumhurbaşkanlığı gibi bir makam, tüm milleti temsil eden bir kurumdur. Bu makamın hangi etnik ya da mezhebi kimlikten biri tarafından doldurulacağı değil, o kişinin liyakati, karakteri, anayasa bağlılığı ve halkın iradesiyle seçilmesi önemlidir. Kimlik temelli yaklaşım, liyakat ilkesine zarar verir.

Ortadoğu'dan Uyarıcı Örnekler:

Etnik ve mezhebi kotalar üzerinden siyaset yapılan ülkelerde nasıl sonuçlar ortaya çıktığına bakmak, Türkiye için öğretici olabilir:

Lübnan:
Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı Şii olmak zorunda. Bu sistem ilk başta temsil adaleti sağlayacak gibi görünse de zamanla mezhep temelli ayrışmaları derinleştirdi. Bugün Lübnan kronik siyasi krizlerle, işleyemeyen devlet kurumlarıyla ve iç savaşların izleriyle boğuşuyor.

Irak:
2003 sonrası ABD işgaliyle getirilen etnik-mezhebi kota sistemi (Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii, Meclis Başkanı Sünni) kısa sürede ülkeyi paramparça etti. Devlet kimliği yerine grup kimlikleri öne çıktı. Mezhepler arası çatışmalar, terör örgütleri ve bölünme talepleri arttı.

Suriye:
Nusayri-Alevi azınlığın iktidarda olması, Sünni çoğunluğun dışlandığına dair bir algı yarattı. Bu algı üzerine inşa edilen isyanlar, ülkeyi on yıldan fazla süren bir iç savaşa sürükledi.

Bu örnekler gösteriyor ki kimlik siyaseti üzerine kurulu sistemler, ilk bakışta “temsili adalet” sunsa da, uzun vadede ayrışmayı, kutuplaşmayı ve çatışmayı besliyor.

Türkiye’de Gerçekler:

Türkiye Cumhuriyeti, tüm vatandaşlarını din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapmaksızın eşit kabul eden bir anayasal düzene sahiptir. Laik, üniter ve demokratik yapısıyla, devletin resmi ideolojisi kimlik dayatmasına değil, ortak yurttaşlık ilkesine dayanır. Bu çerçevede:

Alevi ya da Kürt bir birey, geçmişte devletin üst kademelerinde görev almıştır ve bugün de alabilir.

Bu makamlara gelmek için tek şart halkın iradesi ve kişinin liyakatidir, kimliği değil.

Türkiye'de kimlikler üzerinden siyaset yapılması, geçmişte yaşanan kutuplaşmaları yeniden canlandırabilir.

Sonuç:

Devlet Bahçeli’nin açıklaması iyi niyetli bir sembolik açılım olarak yorumlanabilir. Ancak Türkiye’nin sosyal dokusunu bilen bir siyasetçinin, bu tür söylemlerin nasıl bir algı yaratacağını da düşünmesi gerekir.

Cumhurbaşkanlığı gibi bir makam, kimlik değil, temsil makamıdır. Bu koltuğa gelecek kişinin Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Çerkes ya da başka bir etnik/mezhebi kimliğe sahip olması değil; halkın güvenini, saygısını ve oyunu alacak bir lider olması esastır.

Aksi halde, "kimin sırası geldi" tartışması ile devleti kimliklere böler, Türkiye’yi Ortadoğu’daki başarısız örneklere benzetmiş oluruz. Türkiye'nin ihtiyacı olan şey kimlik değil, birliktir.

Gazeteci İsmail Saymaz, MHP lideri Bahçeli'nin birkaç gün önce milletvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda "Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun" ifadelerini kullandığını belirtti. Saymaz'a göre Bahçeli, "kardeşliği pekiştirmek için" bu ö...

Address

Ankara

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Huni posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share