16/11/2025
📌Uzundere Köyündeki Fabrikanın Hikayesi... ( yazdı 15.11.2025)
"BUGÜN CUMARTESİ
KONU ARŞİV BİLGİSİ
Sohbet konumuz;
Giresun- Dereli İlçesi Uzundere köyünde…
(Batık) Sim Fabrikasının tarihsel öyküsü…
Yıl; 1860’lı yıllardır…
Dönem; Osmanlı dönemidir…
Ve bu tarihlerde Uzundere mıntıkası Şebinkarahisar Sancağına bağlıdır…
Söz konusu bu tarihlerde;
Osmanlı vatandaşı olan Müslim ve Gayri-Müslimler bu bölgede hep birlikte yaşamaktadır…
Üretim biçimi ve geçim kaynağı olarak da;
Deniz kenarında bulunanlar, geçimlerini balıkçılık yaparak sağlanmaktadır…
Yayla gibi yüksek yerlerde yaşayanlar ise hem ‘hayvan besiciliği’ yapıp ve hem de yörede çıkarılan madenlerde işçiliği yapılmaktadır…
Şebinkarahisar yöresinde ise;
Licese, Asarcık mıntıkasında bol miktarda kömür, sim, gümüş ve kurşun madeni bulunmaktadır…
Ve Licese mıntıkasında çıkarılan ‘Sim’ madenlerin işletme imtiyazını Abraham TODOR isimli bir şahıs almıştır…
Hammaddenin işlenmesi içinde bir dere kenarında kuracağı fabrikaya yer aramaya başlamıştır…
Uzatmayalım;
Fabrika kurmak için aradığı en uygun araziyi Uzundere köyü vadisinde bulur…
İki küçük dere ağzına kurmak istediği fabrikanın kullanım mülkiyeti Osmanlı vatandaşı olan ‘Toroğlu VASİL’e aittir…
(Görselde fabrika bacasının görüldüğü alan)
İşletmeci ile mülk sahibi karşılıklı otururlar;
Niyetler söylendikten sonra sıkı bir pazarlık yapılır…
Geriye sadece –resmiyet olarak- Şurayı Devlete bildirmek kalır…
Her neyse…
Fabrikanın açılması için Şurayı Devlete müracaatta tamamlanır…
Ve fabrikanın açılabilmesi için çok önemli üç karar alınır…
Daha doğrusu İşletmeci ile Şurayı Devlet temsilcileri arasında üç ana maddeye dayalı çok önemli bir ‘Şartname’ hazırlanır…
Yani kurulacak fabrikaya ruhsat alabilmek için;
Doğanın vahşice katledilmemesi anlaşmanın olmazsa-olmazları arasındadır…
Ve de bu konuda fabrika kuracak işletmeciyle çok sıkı bir pazarlık yapılır;
Ruhsat izni olarak, bir kereye mahsus olmak üzere 30 adet 100’lük alınması kararlaştırılır…
Araziyi kiralayan ‘Toroğlu VASİL’ de senelik 40 kuruş kiraya rızası alınır…
Fabrikanın kurulması için ileri sürülen şartlar ise;
MADDE-1; (Günümüz Türkçesiyle sadeleştirerek vermeye çalışıyorum)
Fabrika kurulurken çevrede hava kirliliği yaratılmayacak…
İnşaat süresince doğanın dokusu bozulmayacak…
Binada kullanılacak malzemeler, taş, tuğla, kireç ve k*m ile kagir olarak yapılacak…
İleride fabrika bacısından çıkan dumanlar çevreye zarar vermemesi için;
Ocak üstüne kurulan bacaların yüksekliği en az 8,5 Metre yüksekliğinde olacak…
MADDE-2;
Sürdürülebilir su kullanımı için;
Kullanılan su fabrikanın müstakil suyu olup, çevrede halkın kullandığı su kullanılmayacak…
Halkın kullandığı su kullanılarak, değirmenlerin çalışmasına ve hayvanların sulanmasına zararı olmayacak…
Fabrikada yıkanan cevherlerin suyu müstakil kanallardan akıtılacak ve çevredeki temiz suya karıştırılmayacak…
MADDE-3;
Fabrikanın ihtiyacı olan odun ve kömür;
Uzundere, Tamdere ve Karınca köyleri sınırları içinde bulunan Şabanözü ormanından getirilecek…
Ve kesilen odunlar orman nizamnamesine (kurallarına uygun) bir şekilde kesilecek…
Eğer bu kurallara riayet edilmezse ‘ruhsatname’ iptal edilecek…
Ve İşletme sahibiyle yapılan anlaşma tek taraflı olarak ‘iptal’ edilecek şartı getiriliyor…
Alınan kararlardan da anlaşılacağı üzere;
Bundan 165 yıl önce yaşayanların doğaya saygısı ve çevrecilik anlayışı günümüzden çok daha ileri düzeyde görülüyor…
Fatih Sultan Mehmet’in sözü olan;
“Ormanlardan bir dal kesen, başın keserim” sözünden mi esinlenilmiştir bilemem…
O günün yönetsel erkleri, doğanın canlılığını kendi canını korumak ister gibi korumak istiyor…
Uzun sözün özü;
Yukarıda sözünü ettiğim ‘maddeler’ imza altına alınıyor…
Ve Uzundere Köyündeki Sim-Gümüş fabrikası kuruluyor…
Licese ve Asarcık tarafında çıkarılan ham mücevherler;
Katırlarla ‘Eğribel Mevkii’ üzerinden Uzundere’deki fabrikaya getirilerek işleniyor…
Ve 1916 yılına kadar;
Yörede yaşayan insanların birçoğu ham maden çıkarma ocaklarında çalışıyor…
Birçok işçi fabrikada hammaddeyi işleyip kullanılacak hale getiriyor…
Orman köylüleri odun yaparak, fabrikaya odun satıyor…
Yani, teknolojinin sıfır noktada olduğu tarihlerde dağ başında –sanayiye yönelik- bir fabrika kuruluyor…
Yöre insanının birçoğu bu fabrikanın bereketinden yararlanarak yaşamını sürdürüyor…
1887 yılı Osmanlı-Rus Harbine kadar;
Sohbetini yaptığımız bu fabrika çok düzenli bir şekilde çalışmasını sürdürüyor…
Gerek savaşın yaratığı içi ve dış bunalımlar…
Gerek dağlarda haraç alarak yaşayan Eşkıyalar…
Fabrikanın çalışma temposunu ve performansını düşürüyor…
Ve süreç içerisinde üretimini azaltıp, 1916 yılında da tamamen faaliyetini durduruyor…
Söz Eşkıyadan açılmışken;
Bu fabrikanın işletmecisinden en çok haraç alanların başında MİCANOĞLU geliyor…
Ve zenginden haraç alıp, yoksu halka destek olan Eşkıya Micanoğlu;
O dönemin ‘yerli’ ROBİN HOOD’u gibi tanımlanıyor…
Yani Fransız, İngiliz menşeili şirket sahiplerinden haraç alıyor…
Kendisinin ve çetesinin ihtiyacını sağladıktan sonra gerisini yoksullara dağıtıyor…
Yoksullara destek olduğu içinde, onu en çok yoksullar kıyıda-köşede saklıyor…
Bu konuda bir anısını anlatacak olursak;
Micanoğlu’nun kardeşi Mehmet ile Süleyman işsiz-güçsüz geziyor…
Hatta Micanoğlu’nun kardeşleri olduğu için onlara kimse iş vermiyor…
Üstüne-üstlük iş vermedikleri gibi;
Jandarma Micanoğlu’nun teslim olması için kardeşleri rehin olarak hapiste tutuluyor…
Ve Micanoğlu fabrika müdürüne şöyle bir mektup yazıyor;
(Birazcık sadeleştirerek yazıyorum)
“Benim Dostum Direktör Ağa Hazretleri!
Bir kere zatı-alinize mahsusen selam ederim…
Sizler beş-on senedir madencisiniz…
Bendeniz de malumunuz olduğu üzere beş-altı senedir Eşkıya lideriyim…
Bu zamana kadar sizlere bur kusur işleyip hiçbir zararımız dokunmamıştır…
Licese olayından dolayı karındaşım Mehmet ve Süleyman ile bendeniz muhacir küçük Hüseyin hepinize iyi davranmışızdır…
Bu iki karındaşımı mahpustan çıkarıp, kendinizi korumak için zaptiye (Güvenlik) olarak alıp iskan etmenizi rica ederim…
Her kaç altın masraf ederseniz bana bildiriniz…
On beş günü kadar çıkarırsanız iki bin altın vermiş kadar önemlidir…
Ve eğer bunları kabul etmezseniz;
Evvela canınıza, sonra cevherlerinize ve daha sonra da Uzundere’den taşınan mücevherlerinize ve Karagöl’den gelen suya mani olacağım haberiniz olsun…
Ve size on beş gün mühlet veriyorum…
Eğer on beş gün içinde bu isteklerimi yerine getirmezseniz sizlere rahatlık vermem…
Mücevher taşıyan katırlarınızı bu yolda işletmem..
Her türlü kötülüğü ederim…
Sonra beni demedi demeyin…
Karar sizin…
Giresun-Keşap Eşkıya Micanoğlu Hüseyin Efendi…
(Kaynak; Başbakanlık Osmanlı Kayıtları-Çalışma Kemal Sayan)
✍️ Şaban Karakaya
NOT;
Bu sohbet burada tamamlanamadı, ardılı güncellenerek yazılacak…
Tekrar görüşmek üzere…""