İslami Paylaşımlar

İslami Paylaşımlar İslami hikayeler, fotoğraflar, videolar ve diğer bilgilendirici, eğitici, konuların bahsedildi?

Faruk Nâfiz Çamlıbel’in ünlü “Han Duvarları” şiirini bilirsiniz,duymuşsunuz veya bilmiyorsunuzdur..Şiirde ismi geçen *Ma...
20/10/2025

Faruk Nâfiz Çamlıbel’in ünlü “Han Duvarları” şiirini bilirsiniz,
duymuşsunuz veya bilmiyorsunuzdur..
Şiirde ismi geçen *Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış kimdir diye hiç aklınıza geldi mi?
Yemen cephesinden Sarıkamış cephesine sevk edilen, Maraşlı askerlerden biridir.
Memleketinden, sevdiğinden ayrılalı 10 yıl olmuştur ve ailesi muhtemelen öldüğünü düşünüyordur.
Yemen'den döndüğü için üzerinde kışlık elbisesi bile yoktur.
Va Sarıkamış'ın o soğuğunda hastalanır.
Savaş bittikten sonra köyüne, anne ve babasına dönmek için yola çıkar, ancak vereme yakalanmıştır.
Ulukışla taraflarında kaldığı bir handa, köyüne ulaşamadan ölür.
Ölmeden önce de hanın duvarlarına aşağıdaki dörtlükleri yazar.
**
Garibim namıma Kerem diyorlar.
Aslımı el almış harem diyorlar.
Hastayım derdime verem diyorlar.
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…
On yıl var ayrıyım kına dağından,
Baba ocağından yar kucağından,
Bir çiçek dermeden sevgi bağından,
Huduttan hududa atılmışım ben...
Gönlümü çekse de yârin hayâli,
Aşmaya kudretim yetmez cibâli,
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli,
Rüzgârın önüne katılmışım ben...
**
1922 yılının soğuk bir Mart ayında Kayseri Lisesi'ne atanan genç edebiyat öğretmeni **Faruk Nafiz Çamlıbel ise Kayseri'ye giderken aynı handa misafir kalır.
Şeyhoğlu Satılmış'ın ölmeden önce duvara yazdığı o meşhur dörtlükleri görür...
Ve o dizeler Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü HAN DUVARLARI şiirine dönüşür.
Demem o ki, bu ülkenin her bir köşesinde şehit kanı vardır.
Kolay alınmadı bu ülke.
Onlarca yıl anasından, yarinden, çocuğundan ayrı,
cepheden cepheye koşan,
Yazlık kıyafetlerle eksi 20 derecede savaşan yiğitlerin sayesinde oturuyoruz bu topraklarda.
Bu toprakların bir metresini bile gözden çıkartanın gözü çıkar...
Dolar ile almadık ki biz bu ülkeyi dolar ile yıkılsın,
Petrol ile almadık ki, petrol artınca yıkılsın,
Sokak oyunlarıyla almadık ki, sokakta kaybedelim.
Kan ile aldık, kan...
Ve ancak kan ile veririz.
Sahip çık vatanına...

MANCACIOsmanlı İmparatorluğu'nda kedileri beslemek için vergiden muaf tutulan kişiler. Osmanlı toplumunda temizlik ve hi...
10/10/2025

MANCACI

Osmanlı İmparatorluğu'nda kedileri beslemek için vergiden muaf tutulan kişiler. Osmanlı toplumunda temizlik ve hijyene büyük önem veriliyordu. Özellikle cami, çarşı gibi umumi yerlerde farelerin çoğalması ciddi bir sorun teşkil ediyordu.
Bu nedenle bazı bölgelerde kedileri besleyerek çevrenin temiz kalmasına katkıda bulunan kişiler devlet tarafından ödüllendiriliyordu. Bu ödül vergi muafiyetinden ibaretti.
Kısacası, Osmanlı'da sokak kedilerini beslemek yalnızca hayvanlara duyulan bir sevgi eylemi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olarak görülüyordu.
Mancacı: Osmanlı İmparatorluğu'nda Sahipsiz Hayvanların Koruyucuları
İstanbul'un Ruhunda Yaşayan Kentsel Şefkat Geleneği
Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbinde, Arnavut kaldırımlı sokakları, camilerinin minareleri, tüccarların ve vatandaşların gelip geçtiği yerler arasında, bugün bile Türkiye'ye gelen ziyaretçileri büyüleyen bir gelenek gelişmiştir: Sokak hayvanlarının bakımı ve beslenmesi. Bu sorumluluk şansa bırakılmadı; Bu iş için özel bir adam vardı: Mancacı.
Mancacılar kimdi?
Mancacılar, sokak kedilerini, köpeklerini ve kuşlarını beslemekle görevli kişilerdi. Çalışmaları toplumun kendisi tarafından destekleniyordu: Vatandaşlar onlara para veriyordu veya hayvanları beslemek için doğrudan onlardan yiyecek satın alıyordu ya da sadece mancací'nin bunu onlar adına yapmasına güveniyordu.
Hayvansal gıdaları ifade etmek için kullanılan manca terimi, İtalyancada "yemek" anlamına gelen mangiare kelimesinden türemiştir. Bu dil ödünçlemesi, kelimelerin fikirler ve gelenekler kadar yayıldığı İmparatorluğun çok kültürlü zenginliğini yansıtıyor.
Manevi ve Sosyal Anlamı Olan Bir Eser
Mancacılar basit satıcılar veya bakıcılar değildi. Onun eserinin önemli bir manevi yükü vardı. Aç bir hayvanı doyurmak, özellikle İslam'ın kutsal günü olan Cuma günlerinde, bir hayır işi (hayr) sayılırdı. Camilerin önünde kedi ve köpeklere güvercinlere yem verir gibi yiyecek veren mancacılara rastlamak olağandı.
Fransız tarihçi ve yazar Catherine Pinguet, İstanbul'un Köpekleri adlı kitabında bu geleneğe dikkat çekerek, Osmanlı toplumunun hayvanları kentsel ve manevi yapının ayrılmaz bir parçası olarak nasıl gördüğünü analiz ediyor. Sadece hayvanların acı çekmesini önlemek değil, aynı zamanda tüm canlıların refahını günlük yaşama entegre etmek söz konusuydu.
Batılı gezginleri büyüleyen bir kültür
Osmanlı İmparatorluğu'nu, özellikle İstanbul'u ziyaret eden pek çok yabancı, hayvanlara yönelik muamele karşısında şaşkınlığa düşüyordu. 19. yüzyılda Avrupalı gezginler, Türklerin sokak köpeklerine karşı şefkatini, bu köpeklere çoğunlukla sadece onlar için ahşap evler yaptırdıklarını hayranlıkla anlatan yazılar yazmışlardır.
Sokaklarda "İşkembe, kelle, ayak, paça, mançaaa!" diye bağıran bir mancacıya rastlamak pek de sıra dışı değildi. Mancacıların sattığı malların arasında kasap artıkları, işkembe, kelle, ayak gibi ürünler de vardı. Bunlar atılmak yerine hayvanlara yem olarak veriliyordu.
Osmanlı Yüzyıllarından Modern İstanbul'a
Mancacı figürü 20. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. 1970'li yıllarda İstanbul sokaklarında, özellikle eski mahallelerde ve cami çevrelerinde bunlara rastlamak mümkündü. Kentin hızla büyümesi ve kırsaldan göçün artmasıyla bu gelenek zayıfladı. Milyonlarca yeni insanın gelişi, otomobilin yükselişi ve kültürel değişimler kentsel yapıyı ve sokak hayvanlarıyla olan ilişkisini değiştirdi.
Ancak Türkiye'nin ruhunda hâlâ hayvan sevgisi var. Osmanlı'nın mancacılarından kalma, içinde temiz su bulunan kaplar, kedilere mama konmuş kaplar, günün bir kısmını sokak hayvanlarına bakmaya ayıran insanlar görmek artık olağan bir durum.
İnsanlık Dersi
Mancacı'nın öyküsü, geçmişten gelen güzel bir anekdot olmanın ötesinde, güçlü bir medeniyet dersidir. Hayvan haklarının dünyanın birçok yerinde göz ardı edildiği bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'nda toplumsal ve ahlaki bir özen ve saygı anlayışı gelişmiştir. Bu hikaye bizi, bir toplumun seviyesinin çoğu zaman en savunmasız olanlara nasıl davrandığıyla ölçüldüğünü hatırlayarak, diğer hayvanlara yeni gözlerle bakmaya davet ediyor.
(✍️Serhan O. Kocaman)
🤗🐱😻 👏💐

UNUTULMAK — Yaşlanmanın en zor yanı ne biliyor musun?— Nedir?— Görünmez oluyorsun.Gençken dikkat çekiyorsun. Sonra bir g...
09/10/2025

UNUTULMAK

— Yaşlanmanın en zor yanı ne biliyor musun?
— Nedir?
— Görünmez oluyorsun.
Gençken dikkat çekiyorsun. Sonra bir gün her şey silinip gidiyor.
"Yaşlı adam" ya da "ikinci kattaki kadın" oluyorsun.
Artık kimse sana kim olduğunu, nelerden hoşlandığını, neler yaşadığını sormuyor.
Arkadaşlar gidiyor, çocuklar hayatlarına kapılıyor, tanıdık yüzler kayboluyor.
Ve yavaş yavaş, kimse kapıyı çalmıyor.
Yani annen günde on kere aradığında,
ya da baban aynı hikayeleri tekrarladığında...
bu can sıkıntısı değil, unutulma korkusu.
Yaşlanmak sadece yılları biriktirmekle ilgili değil.
Görünmezliğe karşı mücadele etmekle ilgili.
En azından birinin gözünde
var olmayı istemekle ilgili.

7 Ekim 2023'ten Bu Zamanada Kadar Gazze'de Ö,len-lerin Sayısı 😭😡🤬
08/10/2025

7 Ekim 2023'ten Bu Zamanada Kadar Gazze'de Ö,len-lerin Sayısı 😭😡🤬

Bu muhteşem adamın adı Sencer Solakoğlu, 11 yaşında İsviçre'ye gitmiş. ABD'de Davranış Bilimleri üzerine akademik kariye...
08/10/2025

Bu muhteşem adamın adı Sencer Solakoğlu, 11 yaşında İsviçre'ye gitmiş. ABD'de Davranış Bilimleri üzerine akademik kariyer yapmış. Birkaç yabancı dili çok iyi seviyede konuşabiliyor. 2008 yılında çiftçi olmaya karar vermiş.
Süt işiyle uğraşıyor aslında, ancak yemini kendi yapıyor. Üretmek için ekiyor, biçiyor. Neyi nasıl elde edeceğini araştırmış, denemiş. Verim alınca diğer çiftçilerle paylaşmış. Çiftliğini çok randıman şekilde kullanıyor.
Kurduğu çiftlik Dünya'da süt verimliliğinde ilk 10 içerisinde. Öyle ki yurtdışından çiftçiler, heyetler gelip çiftliğini inceliyor Sencer Solakoğlu'nun. Aslında yurtdışında çok daha büyük paralar kazanabilecekken ülkesine dönmüş ve yerli çiftçileri eğitmeye çalışıyor. Ülkemiz adına umudun ete kemiğe bürünmüş hali Sencer Solakoğlu. Vatanseverlik nasıl olur sorusunun cevabı olabilir kendisi. Başarısından ötürü kendisini kutluyoruz.

01/10/2025
24/09/2025

Kral vezire sormuş:
“Hizmetçimin hayatta benden daha mutlu olduğunu görürüm, neden. ?”
Oysa onun hiçbir şeyi yok.
Ben ise kralım, her şeye sahibim ancak huzursuz ve keyifsizim.”
Vezir der ki:
“Ona 99 kuralını dene.”
Kral, “99 kuralı nedir?” deyince,
“gece bir keseye 99 dinar koyup kapısına bırak ve üzerine de bu 100 dinar sana hediyedir yazarak kapısını çal, sonra olanları izle” diye cevap verir.
Kral vezirin dediğini yapar.
Hizmetçi keseyi alıp dinarları sayar ancak bir tanesinin eksik olduğunu görünce ‘herhalde dışarıda düştü’ diyerek ev halkıyla birlikte aramaya koyulur.
Gece biter onlar hala kayıp dinarı ararlar, eksik dinarı bulmadıkları için baba çocuklarına kızar ve sakin iken onlara saldırır hale gelir.
Diğer gün sabah hizmetçi gamlı düşünceli olur çünkü bütün gece uyumamıştır.
Asık suratlı, keyifsiz, tebessümsüz ve halinden şikâyetçi bir surette kralın yanına gider.
Böylece kral da 99 kuralının manasını anlamış olur.
Şöyle ki; biz, Yaratan’ın bize hibe etiği 99 nimetini unutur, bütün hayatımızı kayıp bir nimeti aramakla geçiririz!
Allah‘ın bize takdir etmediği, bilmediğimiz hikmetlerden dolayı bizden men ettiği bir şeyin peşine düşer, kendimizi mutsuz, huzursuz eder ve içinde bulunduğumuz nimetleri unuturuz.!

15/09/2025

Eski zamanlarda, astığı astık kestiği kestik, karşı tarafın sözünü dinlemeden,
araştırmadan karar veren bir hükümdar vardı. Bu hükümdar, bir gün hanımı ile
sarayının geniş bahçesinde dolaşıyordu. Sarayın bahçıvanı da, bahçenin
bakımını yapıyordu. Bahçıvan, hükümdarın hanımı ile beraber kendi tarafına
doğru geldiğini uzaktan görünce, onu hanımının yanında rahatsız etmemek için
ortadan kaybolmak, görünmemek istedi. Fakat nereye giderse gitsin, hükümdar
kendisini görecekti.
Nasıl ortadan kaybolayım diye düşünürken, altında bulunan ağacın üstüne
çıkmak aklına geldi. Hemen bir hamlede ağaca tırmandı. Yapraklarının arasına
saklandı. Olacak ya hükümdar da hanımıyla beraber o ağacın altına oturmaz mı?
Hükümdarın hanımı ortalıkta kimse olmadığı için kocasıyla rahat konuşuyordu.
Bir ara hanımı istirahat için sırt üstü yere uzandı. Bu esnada, yukarı doğru
bakınca yaprakların arasındaki bahçıvanı fark etti. Derhal toparlanıp hiddetle
bağırdı: “Seninle baş başa hiç konuşamıyacak mıyım? Adamların hep bizi mi
takip edecek? Bu ne haddini bilmezliktir?”
Hükümdar şaşırdı, ne olduğunu anlayamadı: “Sultanım ne oldu? Ne istediğini
anlayamadım. Birileri seni rahatsız mı etti?” Eliyle ağacın üstünü gösterip:
“Görmüyor musun, adam tepemize çıkmış bizi dinliyor?”
Hükümdar, kafasını kaldırınca bahçıvanı gördü. Sesi çıkabildiği kadar bağırdı:
“Bre densiz bu ne cüret, çabuk in aşağı!” Adamın dizlerinin bağı çözüldü. Eli
ayağı tutmuyordu korkudan. Dallara tutunarak inecek hâli kalmamıştı. Pat diye
aşağıya düştü.
Bu arada hükümdarın sesini işiten adamları da yanına gelmişti. Hükümdar:
“Derhal bana celladı çağırın, gelsin!” emrini verdi. Bu arada biraz kendine gelen
bahçıvan doğrulup ayağa kalktı. Eteklerine sarılıp özrünü beyan ederek
hükümdardan affedilmesini talep etti. Fakat nafile. Hükümdar adamlarına
tekrar bağırdı:
- Nerede kaldı cellat, gelmedi mi daha, şu adam hâlâ konuşuyor?
Bahçıvan dedi ki:
- Hükümdarım, biliyorum ömrümün sonu geldi. Nasıl olsa beni öldürteceksiniz.
Ölmeden önce size önemli bir hadiseyi anlatmak istiyorum. Ne olur beni
dinleyin. Beni yine öldürtün, fakat dinledikten sonra öldürtün. Nasıl olsa beni
dinlemekle bir zararınız olmayacak. Bu hadise benim için önemli olduğu kadar
sizin için de önemlidir!.. Hayatınız ile ilgili.
Hükümdar, biraz yumuşamıştı. Bu önemli hadiseyi merak etti. Kendisinin hayatı
ile nasıl ilgili olabilirdi. Adamın kaçacak hâli yoktu nasıl olsa. “Anlattıklarını
dinleyeyim ondan sonra öldürtürüm, gerçekten de belki benimle ilgisi vardır”
diye düşündü. Adama dönüp:
- Anlat öyleyse. Fakat beni oyalayıp ölümden kurtulmak istiyorsan yanılıyorsun,
boşuna uğraşma! ikazını da yaptı.
Bahçıvan anlatmaya başladı: “Sultanım, benim babam da bir hükümdarın
bahçesinde benim gibi bahçıvandı. Çiçeklerin, ağaçların bakımı ile ilgilenirdi.
Sarayın bahçesinde değişik türden bir ceviz ağacı vardı. Her nedense bu ağaçta
her sene bir tane ceviz yetişirdi. Fakat tam olgunlaşıp koparılacak duruma
gelince ceviz kayboluyordu. Hükümdara bu cevizden yemek nasip olmamıştı. Üç
sene üst üste böyle devam edince, hükümdarın artık sabrı kalmamış, babamı
yanına çağırıp emrini bildirmiş:
- Eğer bu sene de cevize sahip olup, olgunlaşınca bana getiremezsen, bilmiş ol ki
kellen gidecek. Bunu kesin olarak böyle bil!
Zavallı babam, artık gece gündüz cevizin başında nöbet tutuyor. Ceviz ağacının
altında yatıp kalkıyor. Devamlı gözü tek cevizde. Olgunlaşsa da kopararak
hükümdara götürsem ve ölüm kalım sıkıntısından kurtulsam diye bekliyor.
Nihayet cevizin toplama zamanı gelir. Babamın artık gözüne uyku girmiyor.
Çünkü kafasının gitme tehlikesi var. Bir gün bakıyor ki, artık cevizin tam
koparma zamanı gelmiş. Sevinç içinde, tam koparacağı zaman, bir karga gelip
cevizi dalından kopardığı gibi uzaklaşır.
Babam arkasından koşar, bağırır çağırır, fakat nafile. Gözü gibi baktığı ceviz gitti.
Artık yapabileceği bir şey kalmaz. Arkasından, “Benim sonumun gelmesine
sebep oldun. Senin de sonun gelsin. Bu yaptığın yanında kalmasın” diyerek
beddua eder.
Bu sıra bir de bakar ki, büyük bir kartal karganın peşine takılmış, pençesini attığı
gibi karganın işini bitirir. Babam aşağıdan kartala seslenir:
- Ey kartal, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Senin de sonun yakındır. Sen de
girdin sıraya!
Derken bir de bakar ki, havada süzülerek uçmakta olan kartala bir avcı nişan
almakta. Ve avcı okunu kartala gönderir. Anında ok hedefine varıp kocaman
kartalı pat diye yere düşürür. Babam avcıya bağırır:
- Sen ne yaptın? Şimdi sen de girdin sıraya!
Avcı, babamın sözünden pek bir şey anlamaz. Babam avcının yanına yaklaşırken
ben arkasından ilerliyordum. Babam birden avcıya bağırmaya başladı:
- Aman kendine dikkat et! Yılan!..
Fakat daha avcı ne olduğunu anlamaya fırsat kalmadan, büyük bir yılan avcının
bacağına dolanıp zehirini avcının bacağına boşalttı. Sonra da kıvrıla kıvrıla
uzaklaşmaya başladı. Babam yılanın arkasından bağırıyordu.
- Ey yılan sen de girdin sıraya! Senin de sonun yakındır!
Ben olanların pek farkında değildim. Benim yanımdan geçerek uzaklaşmakta
olan yılanı görünce, elime geçirdiğim büyük bir sopayı kaptığım gibi yılanın
peşine takıldım. Babamın:
- Aman oğlum, yapma evladım! demesine aldırmadan, yılanın başına elimdeki
sopayı var gücümle vurduğum gibi, yılanı oracıkta öldürdüm.
Bu hali gören babam perişan olmuştu. Üzüntülü bir şekilde yanıma yaklaştı.
- Evladım, şimdi sen de sıraya girdin. Niçin beni dinlemedin? diye üzüntüsünü
bildirdi. Ama olan olmuştu. Artık yapacak bir şey yoktu! “
Neticenin nereye varacağını merakla, heyecanla bekleyen hükümdar, bahçıvanı
öldürttüğü takdirde sıranın kendisine geldiğini anlamıştı. Korkudan:
- Gözüme gözükme defol burdan! diye bahçıvana bağırdı.
Böylece canını kurtarabilmişti bahçıvan. Tabii ki aynı zamanda hükümdar da...

13/09/2025

Kalbin Tapusu
1 ay önce nişanlanmışlardı ve bugün imam nikahları da kıyılmıştı. Her şey çok çabuk ilerlemişti, ama ikisi de çok mutluydu. Görücü usulü bir evlilik olmuştu ve bu zamana kadar, bir kez olsun baş başa kalmamışlardı. Eğer baş başa kalsalardı, yanlarındaki 3. kişi şeytan olurdu, biliyorlardı. Bugüne kadar ne bir mal, ne de bir mülk istemişti genç kız.

Genç delikanlı, hergün şükür namazı kılardı.

Rabbim o’nu karşıma çıkardığın için, o’nu benim kaderime yazdığın için, ne kadar şükretsem az, derdi hep. Çok mutluydu, her ikisi de.

Parada pulda, gözü yoktu sevdiğinin.

Çünkü, onun için önemli olan iman ve edebiydi.

Zeynep, birgün ciddi bir şey konuşmak istediğini söyledi. Delikanlı, merak içinde dinledi sevdiğini.

Bak Yusuf, bugüne kadar senden hiçbir şey istemedim, ama bir tek sevgiyle de karın doymaz ki. Yusuf şaşkındı, cümlelerin varacağı noktayı çok merak ediyordu. Zeynep, bir kağıt çıkardı çantasından.

Delikanlı, daha da meraklandı.

O yazanları okuyamadan, devam etti;

Bunu, imzalamanı istiyorum.

En azından, bu tapu benim üzerime olsun.

İleride ne olacağı belli olmaz, kendimi garanti altına almam gerekir, anlıyorsun değil mi..? Bir yandan mahcuptu genç kız, Yusuf’u izliyordu.

Şaşkındı delikanlı.

Yanlış mı tanıdım onu acaba diye, bir anlık şüphe etti. Arkadaşlarındanduyuyordu hep, onların bugüne kadar gittiği her kapıda adlarından önce işleri, evleri, barkları sorulmuştu. Daha söz dahi kesilmeden, uzun uzun listeler yazılmıştı.

Pahalı hediyeler istenmişti, arkadaşlarından.

Ama, Zeynep farklıydı.

O, çok başkaydı.

Bu yüzdendi, şaşkınlığı.

Yok yok saçmalama Yusuf, dedi içinden.

Genç delikanlı tam eline kağıdı alacaktı ki, daha fazla dayanamadı Zeynep ve gülümsedi. Yusuf, Zeynep’e baktı.

Henüz, ne olduğunu anlayamamıştı.

Aldı kağıdı eline ve okudu içinden satırları.

“KALBİNİN TAPUSU” yazıyordu büyük harflerle.

Yusuf sevdiğine baktı, Zeynep ise:

İşimi garantiye almam gerekir, dedim değil mi..?

Bir de, nasıl bir tepki vereceğini merak ettim.

Kalbin bir tek bana âit olsun, olur mu..?

Hiç bırakma beni, hep sev.

Önce sevgimi kalbine yerleştiren, onu oracıkta yeşerten Rabbimi, sonra beni sev. O’nun rızası için, tut ellerimi.

Seninle birlikte, cennet’e doğru yol alalım İnşallah, olur mu..? Fânî değil, bâkî ve ebedî olsun sevgimiz.

Ne bu dünyada son bulsun, ne de ahirette.

Bunları söylerken, gözünden iki damla yaş aktı genç kızın. Yusuf duygulanmıştı, işte Rabbine her zaman böyle hayırlı bir eş için duâ etmişti. Rabbi ise sabırla bekleyişinin mükâfâtı, duâlarının kefâreti olarak, Zeynep’i çıkarmıştı karşısına. Gülümsedi delikanlı ve imzaladı kağıdı.

Aşkım ve kalbim, senin olsun yâr.

Zaten senden sonra, bana aşk’tan daha büyük hediyemi var..?

Her ikisi de içlerinden, “Şükür Yâ Rabbi” dedi.

Duâmız her zaman, Rabbimizin karşımıza hayırlı insanlar çıkarması için olsun İnşallah..!

09/09/2025

DÜNYANIN EN BÜYÜK NİMETİ NEDİR ?
Osmanlı padişahlarından Sultan 3.Mustafa, bugün Laleli olarak bildiğimiz semtte yaptırdığı caminin inşaası sırasında o civarda “Laleli Baba” isimli, keramet sahibi bir zatın yaşadığını öğrenir.

Halkın büyük bir veli olduğuna inandığı bu zatla tanışmak ve sohbetinden yararlanmak istediği için, Laleli Baba aranır, taranır ve bulunup Sultanın yanına getirilir. Uzun bir sohbet geçer aralarında ve sohbetin bitiminde Padişah, “Dünyanın en büyük nimeti nedir?” diye sorar bu zata.

“Dünyanın en büyük nimeti yiyebilmek, içebilmek, haceti def edebilmek, rahatça dışarı çıkarabilmektir .” diye cevaplar büyük veli.

Sarayın konuşma diline pek uygun düşmeyen bu kaba cevabı ulu bir zata yakıştıramayan Padişah kızıp, azarlar Laleli Baba’yı ve huzurundan uzaklaştırır.

Laleli Baba; “Peki o zaman, yiyip, için ama çıkaramayın.” diye niyaz ederek ayrılır oradan.

Bu olaydan sonra Padişahın karnı günden güne şişmeye başlar, bir türlü hacetini def edemez. Hekimler, ilaçlar, bilinen bütün yöntemler denenir ama hiç biri bir işe yaramaz.

Sonunda Laleli Baba gelir akıllarına. Saraya davet edilir ve Padişahı şifaya kavuşturması istenilir.

Laleli Baba bu isteği bir şartla yerine getireceğini söyler:

“Eğer saltanatınızı bana verirseniz iyileşmeniz için size dua ederim.”

Padişah tereddüt etse de, can havliyle kabul eder teklifi. Laleli Baba’da duasını ederek sırtını sıvazlar Padişahın.

Padişah rahatsızlığından kurtulur ama saltanat da elden gider. Şifa bulmasının sevincini padişahlığı kaybetmesi nedeniyle bir türlü hazmedemez.

Laleli Baba sultanın haline bakar ve der ki:

-Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değildir, al yine senin olsun.

Demek ki insan saltanat içinde saraylarda yaşasa bile sağlığı olmayınca varlığın, zenginliğin hiç bir önemi kalmıyor ve hiç bir anlamı olmuyor…

Ne demiş Sultan Süleyman ;

Olmaya cihanda bir nefes sıhhat gibi……

Bir gün 1’i kaybederseniz, sıfırların hiç bir değeri kalmaz demişti hocamız.

Mesela, doğdunuz, sağ ve sağlıklısınız,1!..

Okullar bitti, yanına bir sıfır ekleyin olur :10!

Harika bir mesleğiniz var, olur : 100!

Sevdiniz, 1000!

Sevildiniz, 10 000!

Evlendiniz, 100 000!

Harika çocuklarınız oldu, 1 000 000!

İş yerinde zirveye çıktınız, 10 000 000!

Dünya sizi tanıyor, tapıyor, 100 000 000!

İşte mutluluk bu… 1 000 000 000!

Ama Sağlık gittinde…

Herşey

000 000 000!

🇹🇷🇹🇷🇹🇷KURTULUŞ SAVAŞININ SESSİZ NEFERLERİNDEN"Cephane ıslanırsa vatan yanar" dedi.Bebeğini sırtına, mermiyi kağnıya yükl...
06/09/2025

🇹🇷🇹🇷🇹🇷
KURTULUŞ SAVAŞININ SESSİZ NEFERLERİNDEN
"Cephane ıslanırsa vatan yanar" dedi.
Bebeğini sırtına, mermiyi kağnıya yükledi.
Donarak şehit düştü ama mermilere
bir damla kar değdirmedi.
Kurtuluş Savaşı'nın sessiz neferlerinden🇹🇷

01/09/2025

Nedir bu had?
İnsan için önemli: Allah için sevmeme neticesi.
Hakikatin yüzünü çevirmesi.
Kaldırıp başını Rabbine doğru bakamama hadisesi.
Kendini utancından dolayı yerle bir olmuş görme vesilesi.
Allah’ın yok saydıklarına varlık imtiyazı sergilemesi.
Gelip geçici dünyanın uslûbüne uyması, Rabbini boş sayması.
İnsan için güneş nasıl faydalı ise, onun yaşaması için muhakkak ise, had meselesi de öyledir.
Her insan, yaşadığı hayatta çizgisini aşmamalı.
Zaten bu çizgiler aşıldığı için kötüler yön çiziyor.
Zorbalar düzen kuruyor.
Kendini bilmenin ilk kuralı haddini bilmektir.
Zira terazide had ve hudud aynı kefede tartılır.
Şu, kimsenin beklemediği hesap gününde utanca sebep olur.
Mümin daima hakikatin çizdiği hududlarda yürümeli ve haddini asla aşmamalıdır.

Address

Eyüp

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when İslami Paylaşımlar posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Category