21/12/2025
Kocam Hastayken Ona Bakmaya Kendimi Adadım — Ama Öldükten Sonra Çocukları Beni Acımasızca Sokağa Attı — Mehmet’le 39 yaşındayken tanıştım. O 52 yaşındaydı. Nazik, ilgiliydi — sadece yanında durmak bile insanın kendini güvende hissetmesine yeten türden bir adamdı. Bir yıl sonra evlendik ve onu, sevginin bu kadar derin olabileceğini hiç bilmediğim şekillerde sevdim. Sonra hastalandı. 4. evre pankreas kanseri… Hızla ilerleyen, acımasız bir tür.
İki yıl boyunca onu ben besledim, yıkadım, geceleri acısı hafiflesin diye başında bekledim. Çocukları Zeynep ve Kerem ara sıra uğrarlardı ama hiçbir zaman uzun kalmazlardı. “İşimiz çok yoğun” derlerdi. Babalarını o halde görmeye “dayanamadıklarını” söylerlerdi. Ama ben dayandım. Her gün. Her gece. Son nefesine kadar.
Cenazeden bir gün sonra eve geldiler. Benim evime. “Evi satıyoruz,” dedi Kerem. Mehmet’in en sevdiği koltuğa oturmuştu, kollarını göğsünde kavuşturmuş, sanki her şey onun hakkıymış gibi. Zeynep de yanında duruyordu, gözlerini telefonundan kaldırmadan. “Babam evi bize bıraktı. Hafta sonuna kadar çıkman gerekiyor.”
Şaka yaptıklarını sandım. “Mehmet bunu yapmazdı.” Kerem masaya kalın bir dosya fırlattı. Bir vasiyetname. İmzalı. Resmi. Ev, banka hesapları, her şey… Onlarındı. “Tabii kıyafetlerini alabilirsin,” dedi Zeynep, sanki çok büyük bir iyilik yapıyormuş gibi. Kâğıtlara baktım, başım dönüyordu. “Bu mümkün değil. Ben onun karısıydım. Ben—” “Evet,” diye sözümü kesti Kerem. “Ama sen bizim annemiz değilsin.” İşte o anda anladım. Onlar için hiçbir şeydim.
Bir hafta sonra, iki bavulla kaldırımda duruyordum. Başkalarının, benim temizlediğim “güzel ahşap zeminlerden” bahsederek eve girdiğini izliyordum. Tam o sırada telefonum titredi. Bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti: “Çınar Sokak’taki depoya git. 108 numaralı dolap. Babam senin kullanmanı istedi.”
Ekrana donakaldım. Kalbim deli gibi atıyordu. Mehmet depodan hiç bahsetmemişti ve mesajı kimin gönderdiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Ertesi sabah bir araba kiraladım ve Çınar Sokak’taki depoya gittim. Çok uzak değildi ama her kilometre ağır geliyordu. Ya bu kötü bir şakaysa? Ya da daha kötüsü… Ya içi boşsa?
Depo görevlisi kimliğimi kontrol etti ve bana bir anahtar uzattı. “108 numaralı dolap artık sizin,” dedi hafif bir gülümsemeyle. Metal kapıların arasından geçip doğru dolabı buldum. Anahtarı çevirirken ellerim titriyordu. Kapı gıcırdayarak açıldı. İçeride birkaç koli ve ahşap bir sandık vardı.
İlk kolide fotoğraf albümleri buldum. Mehmet’le geçirdiğimiz mutlu günlerden kalma… Deniz kenarı tatilleri, doğum günleri, tembel pazar sabahları. Bir de el yazısıyla yazılmış mektuplar vardı. Hepsi bana hitaben. Yere çöktüm ve ilkini açtım.
Sevgili Esra,
Eğer bunu okuyorsan, senin şu an ulaşamayacağın bir yere gitmişim demektir — en azından şimdilik. Umarım bu satırlar sana biraz olsun teselli verir. Çocuklarımın sana yaşattıkları için üzgünüm. Bizim yaşadıklarımızı anlamıyorlar. Belki de asla anlayamayacaklar. Bu depoda senin için sakladığım şeyler var. Aile meseleleri karışık olduğu için sana doğrudan veremediğim şeyler. Daha önce söylemediğim için özür dilerim. Hayattayken seni tartışmaların içine çekmek istemedim. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok seviyorum. Her zaman senin, Mehmet
Mektubu katlayıp zarfına koyarken gözyaşlarım durmuyordu. Yüzümü sildim ve kolileri karıştırmaya devam ettim. Bir diğer kolide mücevherler vardı: bir inci kolye, elmas küpeler ve üzerinde “Daima Benim” yazılı altın bir bileklik. Bunlar Mehmet’in ilk eşine aitti ama belli ki yıllardır bana vermek için saklamıştı. Sonra ahşap sandığın kapağını kaldırdım… karşılaştığım şey… 😲
Devamı 1. yorumda 👇👇
https://tchaber.org/haber/gercek-ask-hikayesi-ve-gizli-miras-hastalik-ihanet-ve-yeni-bir-hayat/