27/07/2025
📌 Yiğidi Öldürmeyelim, Hakkını da Yedirmeyelim!
🎙️ Yalçın Kaynak
Evet Aziz Güreş Seyircimiz,
Her biriniz bir yiğide gönül vermişsiniz… Bu gönül bir sevdanın, bir vefanın, bir hatıranın izdüşümüdür. Gönül verdiğiniz pehlivanın her er meydanında kürsüde olmasını istemeniz elbette en doğal hakkınızdır. Lâkin şunu unutmayalım: Her seferinde kürsüde görmek istediğimiz o yiğitler, ne bir makine ne de yeri doldurulabilir birer “performans aracı”dır. Onlar da etten, kemikten, candan birer insan evladıdır.
Seyirci, bazen pehlivanı kendisinden daha iyi tanır; çünkü dış göz daha objektif, daha geniş bir bakışla görür. Bu doğrudur. Ama bu dış gözün sahip olduğu güç, aynı zamanda sorumluluk da getirir. Zira eleştiri bir zanaattır, insaf ise o zanaatın ruhudur.
Düşünün bir kere…
Bu yiğitler, sezon boyunca doğudan batıya, kuzeyden güneye binlerce kilometre yol kat ediyorlar. Haftanın üç, hatta dört günü farklı meydanlarda kol bağlayıp, her biri bir meydan savaşı kadar zorlu güreşlere çıkıyorlar. Kimi zaman Antalya’nın, Gaziantep’in 40 dereceyi aşan kavurucu sıcağında, kimi zaman Ordu’nun, Samsun’un ayazında. Yoruluyorlar, yıpranıyorlar, sakatlanıyorlar… Ve bazen henüz tam iyileşmeden, sırf seyirci üzülmesin, er meydanı boş kalmasın diye yeniden o kisbeti giyiyorlar.
Unutmayalım…
Daha birkaç yıl önce, insanlığı esir alan o görünmeyen mikrop; koronavirüs, nice yiğidimizi aramızdan aldı. Bazılarının ciğerlerinde onarılamaz hasarlar bıraktı. Herkesin bilmediği, görmediği çok derin yaralarla güreşe çıkanlar oldu. İşte bu yüzden; bir yenilgiyi değerlendirirken sadece skora değil, ardındaki insana da bakmak gerekir.
Her mağlubiyet bir tükeniş değil, bazen bir direnişin son halkasıdır.
Ve asıl tehlike şuradadır:
Galibiyet sevincini gökyüzüne çıkarırken, mağlubiyet hüznüyle yiğidi toprağa gömmek…
İşte bu bize yakışmaz!
Özellikle de…
Tarihi Edirne Kırkpınar başta olmak üzere, bu toprakların dört bir yanında kürsüleri yıllarca süsleyen, altın kemerlerle tarih yazan, pehlivanlığın son demlerini yaşayan o ulu isimlere dil uzatmak bize hiç yakışmaz. Onlar ki; Şöhreti sırtına değil, onuruna yük etmiş adamlardır. Ve onların tek derdi galibiyet değil, temsil ettikleri değerleri ayakta tutmaktır.
Unutmayın, dünyada hiçbir şan, hiçbir şöhret, hiçbir makam ebedî değildir. Ebedî olan; halkın, gönlün, vefanın makamıdır.
Bugün birçoğu son düzlüğe gelmiş bu büyük ustalar –Ahmet Taşçı’dan Şaban Yılmaz’a, Vedat Ergin’den Hasan Tuna’ya, Orhan’dan Ali’ye, Osman’dan Recep’e, Yusufcan’dan Mustafa’ya kadar— yalnızca birer sporcu değil, bu kültürün taşıyıcı direkleridir.
Bir yiğide “kisbeti as”, “güreşi bırak”, “artık çıkma” demek…
Bu sözlerin yükü ağırdır. Her yiğit kendi iradesiyle karar verir. Yönetmelikler zaten bir sınır çizmişken, bir de biz çizgi çekip bu gönül insanlarını yargılamayalım.
Er meydanı bir mahkeme değil, bir emek sahnesidir.
Ve o sahnede ter döken her pehlivan, gönlümüzde yer bulmaya layıktır.
Minikten Başa, geçmişten bugüne, hangi boyda olursa olsun…
Her yiğit bizim yiğidimizdir.
📌 Eleştirelim evet, ama yıkmadan, kırmadan, küçültmeden.
📌 Eleştirelim, ama önce bir adım geri çekilip “Ben onun yerinde olsaydım ne yapardım?” diyerek.
📌 Ve unutmayalım; güreş sadece bir spor değil, bir kültür, bir edep ve bir yürek işidir.
Yiğidi öldürmeyelim…
Ama hakkını da asla yemeyelim!
✍️ Yalçın Kaynak
Er meydanının vicdanı, sözün terazisi