Comments
Felsefe şaşırmak, hayret etmektir der Platon. İlk filozoflar da doğallıkla/doğal olarak doğanın işleyiş ve düzenine şaşırmış, hayret etmiş ve bu düzeni açıklayıcı bir neden/gerekçe bulmaya çalışmışlar ve böylece onun yapısı, varlığı, durağan yahut hareketli olup olmadığı yani nicelikleri ve nitelikleri felsefenin ilk konularını oluşturmuştur. Bu filozoflar, doğa biliminin hatta adını Grekçe doğa anlamına gelen physis’ten alan fizik bilimin ataları olmuştur. En azından bazılarının günümüzdeki anlamıyla bilim insanı kimliğine sahip olan bu filozoflar physis’i, ve ondaki değişim yine onunkendi öz nitelikleri aracılığıyla açıklamaya çalışmışlardır. Bu aynı zamanda algılanır dünyanın düşünülür dünyaya dönüştürülmesi anlamında fizikten metafiziğe geçiştir de.
Physis’ten Natura’ya İlk Çağ’da Doğa, Presokratiklerden Orta Çağ’a gelinceye kadar Thales, Anaksimandros Anaksimenes, Pythagoras, Ksenophanes, Herakleitos, Parmenides, Empedokles, Anaksagoras, Leukippos, Demokritos, Sokrates, Kynikler, Platon, Aristoteles, Stoacılar, Sofistler, Sextus Empiricus, Cicero, Seneca ve Epiktetos’un doğaya ilişkin tasarımlarını, Birdal Akar, Hasan Aydın, Ender Büyüközkara, Aylin Çankaya, Lokman Çilingir, Tufan Çötök, İbrahim Safa Daşkaya, Bedia Demiriş, Fatma Eren, Doğan Göçmen, Cevriye Demir Güneş, Onur Kabil, Doğan Barış Kılınç, Sibel Kiraz, Melike Molacı, Seçil Özdemir, Nurten Öztanrıkulu, Güvenç Şar, Hüseyin Gazi Topdemir, Semra Uçar, Erdal Yıldız, Çiğdem Yıldızdöken, Halid Metin Yolcu ve Engin Yurt’un yazılarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır.
🌐 dogukutuphanesi.com
Suç en basit anlamıyla kınanan insan faaliyetidir. Kınanır oluşu onun sıra dışı oluşuyla ilintilidir. Sosyal bilimlerce geçmişte suç ve suçluya kanunların tarafında duran bir yaklaşım sergilenmiştir. Böylece devletçe halk adına suç ve suçlu hem kınanmış hem de sıra dışılığı gerekçe gösterilerek ötekileştirilmiştir. Buna mukabil günümüzde kültüre göreli bir sistem olarak yaklaşan bilimsel disiplinlerce, suçun kültürel bir olgu olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda suç, amaca erişmede sıra dışı vasıtaların kullanıldığı bir insan eylemidir. Bahse konu eylemin faili olan suçlu ve hatta suçun kendisi kültürel bir olgu olduğu için, diğer tüm insan faaliyetleri gibi dinamiktir. Dolayısıyla suç, zaman, mekân ve sosyal, tarihî ve ekonomik bağlam içinde tanımlanmalıdır. Ancak ceza hukukunun alanına giren suç, devletin yazılı kanunlarıyla norm-dışı ilân edilip, tesis edilen yaptırımla kınanmaktadır. Devlet kanunlarıyla yasaklanan, definecilik de bu suçlardan biridir ve cezası üç ay ile beş yıl arasında değişmektedir. Bununla beraber definecilik halk nazarında ve halkın oluşturduğu sosyal normlara göre suç olarak tanımlanmamakta ve herhangi bir yaptırımla kınamamaktadır. Devletin kanunlarıyla suç olarak işaretlenen kimi insan faaliyetlerinin halkın kolektif bilincini incitmediğini ortaya koyan bu çalışmada defineciliğin yüzyılı aşkın bir zamandır bu topraklarda kanunlara rağmen nasıl, hangi koşullarda ve neden süregelen bir faaliyet olduğu folklorun bakış açısıyla açıklanmaktadır.
🌐 dogukutuphanesi.com
“İktidar şerbetinin tadına bir kez bakanlar dinlemezler artık evladı, atayı, kardeşi. Geçmişi bir anda unuturlar. Yaşanmış ne varsa acı tatlı her şeyi. Sonuç ne mi olur? Çoğu defa ölüm, bazen de savrulma, bazen de unutulup gitme olur.”
İftira | Yasin Gül
Çince orijinal adı “Yurt Dışına Gidip Dönmeyenlerin Eğitim Merkezlerine Gönderilen Yakınları 出境未归人员亲属送培学员名单” Karakaş Listesi adını taşıyan bu çalışma, Doğu Türkistan’ın Hoten Vilayeti Karakaş Nahiyesi Bostan Köyü Mahalle muhtarlık Bölgesindeki 1. Nolu Eğitim kampında bulunan 667 kişi ve onun yakınları ile ilgili bilgileri içermektedir.
Bu listeye “1. Nolu Eğitim Merkezi” olarak sıra numarası verilmesi, Çin’de bu tür zoraki eğitim kamplarının tek olmadığını göstermektedir. Araştırmalar neticesinde sadece bu beldede 5 tane zorunlu eğitim kampı olduğu anlaşılmıştır. Sadece 1. Nolu Listenin içeriğinden 8 kişilik bir ailede, aile reisi ara sıra namaz kıldığı, yemek sonrası dua ettiği, evin hanımı bir ara yüzünü kapattığı, norm dışı çocuk doğurduğu, (son doğumda ikiz doğurmuş) tebliğ toplantısına katıldığı için “Dini aşırılığa darbe indirme” operasyonı çerçevesinde tutuklanmış, 6 yıl hapis cezasına çarptırılarak başka bir vilayette hapiste olduğu, oğlunun Çin’in iç kesimlerinde işçi, iki küçük çocuğunsa meşhur “ Melek yuvası” adı verilen Çinlileştirme kampına alındığı, böylece 8 kişilik bir ailenin darmadağın edildiği anlaşılmaktadır. Kamp dışında olan hemen herkes fişlenme, tutuklanma tehdidiyle karşıyadır.
Kampa alınanlara atılan suçlar; sakal bırakmak, ara sıra namaz kılmak, bayramlarda camiye gitmek, dar görüşlü milliyetçilik duygusuna sahip olmak, daha fazla çocuk sahibi olmak için doğum kontrol politikasını çiğneyerek “toplumsal düzeni bozmak”tır. Kampa alınanlar arasında, cinayet, hırsızlık, uyuşturucu gibi adi suçlarla suçlanan kimse bulunmamaktadır.
🌐 dogukutuphanesi.com
Son yıllarda eski Türk Tarihi araştırmalarında kaynak arayışlarında yeniden gündeme gelen Çin kaynakları, eski Türk toplum ve tarihini anlamak kadar, eski zaman Türk-Çin ilişkilerini anlamlandırma açısından da son derece önemlidir. Bu kaynakların bazıları parçalar halinde yayımlanmış olmakla beraber, bütünlük arzetmesi bakımından yetersiz ve eksiklik taşımaktadır. Bu çalışma bu eksikliği doldurmak amacıyla yapılmış bir kaynak çalışması olup, söz konusu biyografiler; Çin’in Hunları yatıştırabilmek için evlilik yoluyla akrabalık kurma girişimleri, Hunlara karşı ittifak, Çinli devlet adamlarının Hunlarla ilişkileri, rehine müessesesi, karşılıklı sığınma talepleri ve birbirlerinin komutanlarından yararlanma politikaları gibi bilgiler içermektedir. Hunları tanıma konusunda ilginç bilgiler sunan bu eser, örneğin, Han Hanedanı dönemi kayıtlarında Hunlar hakkında şu tesbitlerde bulunur:
Bu yapılmamalı. [Çünkü] Hunlar şehirlerde oturmuyorlar, yiyecek stoklamıyorlar, [onlar] kuş misali konup göçüyorlar. [Onları] erdem ve düzene [alıştırmak] zor iştir. Hafif silahlı birlikler [onların topraklarına] derinlemesine girecek olursa [askerî birliklerin] yiyecekleri çabuk tükeniyor, [askerlere] yiyecek gönderildiğinde [ise] yavaş ilerliyorlar. Onların [yani Hunların] topraklarını ele geçirmenin bir faydası olmayacaktır. Onların halkını fethetsek bile kullanmamız ve yönetmemiz mümkün değildir. [Hunları ancak] yok ederek yenebiliriz. [Ancak bu] milletin annesi ve babası olan sıfatınıza yakışmaz, Çin’i tüketir, Hunları sevindirir. Bu iyi bir taktik değildir.”
🌐 dogukutuphanesi.com
İnsanın doğduğu ve büyüdüğü topraklarından gönüllü veya zoraki ayrılışı, göç olarak adlandırılmakla, geçmişi de bir o kadar eskidir. Zor ve şiddet kullanılarak insanın ana vatanından koparılarak, başka bir yere göç ettirilmesi aynı zamanda sürgün olma/edilme halidir.
Dünya tarihi çeşitli dönemlerde, çeşitli sebeplerle meydana gelen bu tür göç ve sürgün hadiseleri yanında, yakın dönem dünya tarihi benzeri hikayelerle doludur. Bu bağlamda yakın dönem siyasi ve toplumsal tarih, Türklerin göç etmeleri veya ettirilmelerinin trajik bir hikayesi olarak karşımıza çıkar.
Bu trajik vakanın edebiyata yansımasının uç örneğini edebi bir tür olan “roman” teşkil eder. Özellikle 1. Dünya savaşı arefesinde; Adalar, Batı Trakya, Balkanlardan başlayıp, 2. Dünya savaşı sonunda anavatanlarından koparılarak; Kırım, Kafkasya, Doğu Türkistan’a, daha yakın zamanda Afganistan ve Irak’tan sürgün edilen veya göç ettirilen Türklerin Türk romanındaki yansımalarını konu edinen bu çalışma, psikosnalitik ve sosyolojik bir tahlili içermektedir.
Seçilmiş eserler üzerinden yapılan bu çalışma, göç ve sürgün olgusuyla, bunun getirdiği sosyal problemlerle, psikolojik travmaları çeşitli disiplinler ışığında değerlendirerek, bir insanlık trajedisinin ortaya koymaktır.
Türkiye coğrafyasının etrafında devam eden savaşlar sonucu süregelen göç gerçeği, öyle görünüyor ki, daha uzun bir süre sosyolog, tarihçi, sanatçı ve siyasetçileri göç konusunun edebiyat alanını da ilgilendirmeye uzun bir süre devam edeceğidir
🌐 dogukutuphanesi.com