Mücadeleye ÇAĞRI

Mücadeleye ÇAĞRI Yeni Dünya İçin Çağrı dergisinin resmi Facebook sayfasıdır.

Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi gelişmelere Marksizm Leninizm’in bilimsel öğretisi doğrultusunda bakan,
yorumlayan üç ayda bir yayınlanan siyasi teorik bir dergidir. Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi üç ayda bir yayınlanan gelişmelere Marksizm Leninizm’in bilimsel öğretisi doğrultusunda bakan, yorumlayan siyasi, teorik bir dergidir.

EKİM DEVRİMİ’NDEN ÖĞRENMEK, YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR!Bundan 108 yıl önce, 7 Kasım 1917’de Rusya’da Petersburg’ta, Aurora zırh...
06/11/2025

EKİM DEVRİMİ’NDEN ÖĞRENMEK, YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR!

Bundan 108 yıl önce, 7 Kasım 1917’de Rusya’da Petersburg’ta, Aurora zırhlısının Kışlık Sarayı döven top atışları, yeni bir çağın başlangıcını haber veriyordu. Bolşevik Parti önderliğinde mükemmel örgütlenmiş bir silahlı ayaklanma ile burjuvazinin savaşta ısrar eden hükümeti devriliyor, ikili iktidara son veriliyor, İşçi-Asker Sovyetleri merkezi iktidara el koyuyordu.
1871’de Paris’te ömrü 72 gün süren ilk işçi iktidarı deneyiminden sonra, dünyanın altıda birini oluşturan bir ülkede işçiler ve yoksul köylülerin iktidarı, proletarya diktatörlüğü kuruluyordu. Emperyalizm çağında, sömürüden arındırılmış yeni bir dünyaya, sosyalist bir dünyaya giden yolda ilk adım böylece atılmış oluyordu.
Ekim Devrimi’nden öğrenilecek çok şey vardır. Ekim Devrimi’nin 108. yılında, bugün Ekim Devrimi’nden öğrenilecek en önemli ders nedir sorusuna cevap aradığımızda, biz ondan öğrenilecek en önemli ders, Bolşevik Parti öğretisidir diyoruz.
Neden? Bu sorunun cevabı, aslında bir başka sorunun cevabında yatıyor: Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ertesinde Avrupa’nın birçok kapitalist ülkesinde objektif şartlar devrim için elverişli idi. 4 yıl süren, dünyanın o güne kadar yaşadığı en kanlı savaştan geri dönen “asker giysileri içine sokulmuş” işçiler ve emekçiler, savaştan galip çıkan ülkelerde bile, onları cepheye süren ve vatan/millet adına kırdıran egemenlere nefretle doluydu. Birçok ülkede “aşağıdakiler eskisi gibi yaşamak istemiyorlardı”. “Üsttekiler”, egemenler içinde ise savaşta üzeri örtülen çelişmeler had safhaya varmış, birbirlerini yer duruma gelmişlerdi. Üsttekiler de artık eskisi gibi yönetemez durumdaydılar. Yani yalnızca, bütün çelişmelerin en yoğun olarak ortaya çıktığı, o dönem “emperyalist zincirin en zayıf halkası” olan Rusya’da değil, Avrupa’nın bir dizi başka ülkesinde de devrimci durum vardı. Almanya’da, Avusturya’da, İtalya’da, Macaristan’da yer yer devrimci ayaklanmalar oldu. Hatta kimi yerlerde çok kısa süren Sovyet iktidarları bile kuruldu. Fakat Rusya dışında hiçbir yerde devrimci ayaklanmalar ve Sovyet iktidarları kalıcı bir başarı elde edemedi. Neden? Nedir Rusya’daki devrimin başarısının sırrı? Farkı yaratan nedir? Fark, Rusya’da yeni tipte bir işçi partisinin, leninist Bolşevik Parti’nin varlığıdır.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında o dönemde II. Enternasyonal saflarında yer alan sosyal demokrat işçi partilerinin büyük çoğunluğu sosyal şoven pozisyonlara kaymış, kendi burjuvalarının kuyruğuna takılmıştı. Rusya dışındaki ülkelerde, sosyal şoven pozisyonlara karşı mücadele elen “sol” sosyal demokratların büyük çoğunluğu ise, partilerin birliğini bozmama adına, merkezci bir yol tutturmuşlardı. Rusya’da, RSDİP’in İkinci Kongresi’nde 1902’de başlayan reformist ve devrimci, Menşevik ve Bolşevik kanatlara ayrılma; daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan kesin örgütsel ayrılığa varmış; Bolşevik fraksiyon, 1912’de RSDİP(B) adı altında ayrı parti olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde II. Enternasyonal’in Lenin’den çok daha ünlü, anlı şanlı önderleri bu ayrılığı çok bölücü bulup ayıplamışlar, mahkûm etmişlerdi. Sadece II. Enternasyonal içinde değil, Rusya Sosyal Demokrasi’si içinde de Bolşevikler, kendilerini oportünizmin her türüne karşı mücadele temelinde ayrı parti olarak örgütlediklerinde küçük bir azınlık konumundaydılar. Ama onlar bir şeyi kavramışlardı: Reformist ve oportünistlerle birlik içinde devrimin zafere götürülmesi mümkün olamazdı. Devrimin zaferi için, işçi sınıfı ve emekçilere devrimde yol gösterebilecek, onlara önderlik edebilecek bir parti gerekliydi. Böyle bir parti içinde ise oportünistlere yer olamazdı.
1914’de dünya savaşı patladığında sarsıntı geçirmeyen, emperyalist savaşa karşı parti olarak doğru tavır takınan, II. Enternasyonal’in 1912’deki kongresinde aldığı doğru kararı hayata geçiren tek parti RSDİP(B) idi.
Diğer bütün partiler, parti olarak değişik gerekçelerle 1912 kararından uzaklaştılar. Bolşevik Parti, bu durumda II. Enternasyonal çökmüştür, yeni devrimci, enternasyonalist bir enternasyonal gereklidir dedi ve böyle bir Enternasyonal’in yaratılması için mücadele yürüttü. Diğer sosyal demokrat işçi partiler içinde partilerin açık sosyal şoven pozisyonlarına karşı tavır takınan ve fakat bir türlü ayrılıp ayrı parti olarak örgütlenme adımını atmayan enternasyonalist kesimleri, onların kendilerini oportünistlerden, sosyal şovenlerden ve zentristlerden örgütsel olarak ayırmaları için ikna etmeye çalıştı. Fakat ne yazık ki bu çabaları yeterli sonuç vermedi. Savaşın sonlarında bir dizi ülkede devrimci durum ortaya çıktığında Rusya’da Bolşevik Parti dışında devrime önderlik edebilecek, yeni tipte tek parti yoktu!
***
Bugün de dünyanın çeşitli ülkelerinde kendiliğinden kitle hareketleri oluyor.
Kitleler yoksulluğa, yolsuzluğa, işsizliğe, zamlara, krizin yükünün kendi sırtlarına bindirilmek istenmesine karşı vb. çeşitli nedenlerle kendiliğinden harekete geçiyorlar.
Kendiliğinden gelişen bu kitle hareketlerinin temel eksikliği, kitleler içinde örgütlü devrimci/komünist bir örgütlenmenin olmamasıdır.
İşçi sınıfı, emekçiler içinde sağlam köklere sahip, ideolojik berraklığa ve doğru bir siyasi çizgiye sahip, kendini bütün oportünist akım ve örgütlerden kesin çizgilerle ayıran gerçek komünist partilerin inşası, işçilerin emekçilerin ayaklanmalarına doğru bir önderlik sunabilmek için kavranacak esas halkadır. Bunun olmadığı yerde devrimler yarı yolda kalmaya mahkûmdur.
O halde hazırlıksız yakalanmamak için komünist devrimcilerin görevi, her ülkede bolşevik/komünist parti inşasının esas görev olduğunu kavramak ve buna uygun davranmaktır.
Ekim’den öncelikle yeni tipte, Bolşevik Parti konusunda öğrenmek ve onu inşa çalışmasını bütün çalışmaların merkezine koymak, devrim konusunda ciddi olanların, ML, komünist olma konusunda iddialı olanların yapması gereken şeydir.
108. yılında Ekim’den öğrenmek, öncelikle Rusya’da Bolşevik Parti’nin inşası deneyimlerinden öğrenmek demektir ve Rusya’da Ekim Devrimi’ne önderlik eden Bolşevik Parti’den öğrenmek, yenmeyi öğrenmektir!
6 Kasım 2025

03/11/2025

İşçi-Emekçi Birliğinin Kadıköy İskele Meydanında “Emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye, yağmaya karşı” şiarıyla düzenlediği İşçi-Emekçi Buluşması.

https://ydicagri.org/kadikoyde-isci-emekci-bulusmasi/
02/11/2025

https://ydicagri.org/kadikoyde-isci-emekci-bulusmasi/

Bileşeni olduğumuz İşçi Emekçi Birliği “Emperyalist savaşa, sömürüye, yağmaya karşı mücadeleye” şiarıyla Kadıköy İskele Meydanında İşçi Emekçi Buluşması eylemi yaptı. Eylemde İşçi Emekçi Birliği adına okunan açıklamada AKP/MHP iktidarının ve sermaye sınıf....

31/10/2025

Haydi, emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye, yağmaya karşı 2 Kasım pazar günü Kadiköy'e!

🗓️2 Kasım Pazar
🕒15.00
📌Kadıköy İskele Meydanı

https://ydicagri.org/sudanda-neler-oluyor/
31/10/2025

https://ydicagri.org/sudanda-neler-oluyor/

11 Nisan 2019’da Sudan’da gerçekleştirilen darbe ile ordu yönetime el koydu. Yaklaşık 30 yıl süren Ömer el Beşir’in islamcı-faşist ve şeriat kanunlarının temel alındığı yönetimine son verildi. Beşir yönetimi yerine bir Askeri Geçiş Konseyi kuruldu. 11 Nisan’da yapılan...

İŞÇİ-EMEKÇİ BULUŞMASI YAPILACAKBileşeni olduğumuz İşçi-Emekçi Birliği, 2 Kasım Pazar günü Kadıköy’de “Emperyalist savaşa...
31/10/2025

İŞÇİ-EMEKÇİ BULUŞMASI YAPILACAK

Bileşeni olduğumuz İşçi-Emekçi Birliği, 2 Kasım Pazar günü Kadıköy’de “Emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye, yağmaya karşı” İşçi-Emekçi Buluşması düzenliyor.
Buluşma için İstanbul genelinde yaygın çalışma yürütülüyor. Buluşmaya çağrı bildirilerinin yaygın dağıtımı yapılıyor, afiş çalışması yapılıyor, pankartlar asılıyor.

Günümüzde işçilerin, emekçilerin sorunları giderek katmerleşmektedir. İşçiler, emekçilerin en büyük sorunu geçim sorunudur. Yüksek enflasyonla, düşük ücretlerle, katmerli zamlarla, artan ev kiraları ile kredi kartı borçlarıyla, işsizlikle, iş bulunduğunda çok düşük ücretle ağır koşullarında yaşanan hayatlar, sürdürülmeye çalışılan hayatlar, iş kazalarında kaybedilen hayatlar…
Eziliyorsak, sömürülüyorsak, emeğimizin karşılığını alamıyorsak, yoksullaşıyorsak, bunun temel nedeni kapitalizmdir.
Ücretli emek sömürüsüne dayalı kapitalizmde modern köleleriz.
Bu durumu değiştirebiliriz.
Mücadele ederek, örgütlenerek, birleşerek, kapitalist sistemde çalışma ve yaşama şartlarımızı daha da iyileştirebiliriz.
Bunun için mücadele taleplerimiz:
En düşük ücret yoksulluk sınırının üzerinde olmalı, ücretlerin her ay enflasyon oranında artırılması; emekli maaşlarının açlık sınırının değil, insanca yaşamaya yetecek düzeyin üstüne çekilmesi, hakların düzenli artışlarla korunması, taşeron sistemine son verilip taşeron işçisinin kadroya alınması, güvenceli çalışmanın anayasal hak hâline getirilmesi; eşit işe eşit ücretin sağlanması, özellikle kadın işçilerin ücret eşitliğinin derhâl hayata geçirilmesi, tüm kazanılmış haklara —hafta tatili, yıllık izin, kıdem tazminatı vb.— dönük saldırılara son verilmesi… işyerlerinde insanca koşulların sağlanması… vb. vd. talepler için mücadele haklıdır, meşrudur. Bu taleplerin hiçbirisi “lütuf” değil, işçi sınıfının alın terinin karşılığıdır. Ancak sermaye düzeni, bu talepleri karşılamaya değil bastırmaya dönük politikalar izlemektedir. Bu nedenle bu taleplerin hayata geçmesi, ancak sınıf dayanışması ve birleşik bir mücadele mümkündür.
Ücret köleliğine son vermek için kapitalizmi yıkmak gerekir.
Ücretli kölelik düzeni sürdüğü sürece, ücretli köle olarak kalmaya devam edeceğiz.
Bu nedenle çalışma ve yaşama koşullarının daha iyi olması uğruna verdiğimiz mücadeleyi, sömürü sistemini, kapitalizmi yıkma mücadelesi ile birleştirmeli, devrim mücadelesinin bir parçası olarak kavramalı, ona tabi kılmalıyız.
Kurtuluş işçilerin emekçilerin kendi iktidarındadır!
Kurtuluşumuz için, işçilerin, emekçilerin iktidarı için, üretenlerin iktidarı için mücadele edelim! Örgütlenelim!
Kapitalizmi yıkalım!

İşçi Emekçi Buluşmasını örgütleyen kurumlar:
BDSP (Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu), BİH (Birleşik İşçi Hareketi), Devrimci Partili İşçiler, DKDER (Dostluk ve Kültür Derneği), Kaldıraç, Komün, Köz, PDD (Proleter Devrimci Duruş), Söz ve Eylem, Odak, Yeni Dünya İçin Çağrı.

İşçi Emekçi Buluşması
2 Kasım Pazar
15.00
Kadıköy İskele Meydanı

BURJUVA CUMHURİYETİ DEĞİL, İŞÇİLERİN, EMEKÇİLERİN CUMHURİYETİT.C devleti 102 yaşında!Hâkim sınıflar, burjuvalar, sermaye...
29/10/2025

BURJUVA CUMHURİYETİ DEĞİL, İŞÇİLERİN, EMEKÇİLERİN CUMHURİYETİ

T.C devleti 102 yaşında!
Hâkim sınıflar, burjuvalar, sermaye sahipleri, onların siyasi plandaki temsilcileri, partileri, medyası…
T.C devletinin kuruluşunun 102.yıldönümünü kutluyor.
İşçiler, emekçiler, ezilenler için kutlanacak bir şey yok!
Zira T.C devleti işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin devleti değildir.
T.C devleti burjuvazinin, egemenlerin, sermayenin devletidir.
102 yıllık cumhuriyetin işçilere, emekçilere reva gördüğü; sömürü, işsizlik, açlık, devlet terörü, zulüm ve baskı, katliam vb’dir.
İşçiler, emekçiler T.C devletinin kendi devletleri olmadığını gördüklerinde/kavradıklarında çanlar egemenler için çalıyor demektir…
Bize burjuva cumhuriyeti değil, işçilerin, emekçilerin cumhuriyeti gerekli!
Böylesi bir cumhuriyette sömürüye son verilecek, insanın insana kulluğu, köleliği son bulacak. Sömürücü sınıflar, asalaklar ortadan kaldırılacak. Herkes toplumda üretime gücü ve yeteneği oranında katılacak, katkısı olduğu oranda kazanacak.
İşçilerin, emekçilerin cumhuriyetinde işsizlik son bulacak.
Emekçilerin cumhuriyetinde konut sorunu, sağlık sorunu, eğitim sorunu gibi sorunlar ortadan kaldırılacak.
Emekçilerin cumhuriyetinde bir halkın diğer halka üstünlüğü olmayacak.
Halklar arasında eşitlik ve kardeşlik sağlanacak, ulus ve milliyetler arasında tam hak eşitliği sağlanarak değişik kültürlerin, dillerin bir arada serpilip gelişmesinin olanakları yaratılacak. Din, dil, ırk, milliyet vs. vb. farklılıklardan dolayı insanlar arasında yaratılan bölünmüşlük ve parçalanmışlık son bulacak, emekçiler arasına konulan bu tür çitler sökülüp atılacak.
Emekçilerin cumhuriyeti ırkçılığın, saldırganlığın değil; gerçek barışın koruyucusu ve güvencesi olacak.
Emekçilerin cumhuriyetinde gerçek demokrasi hüküm sürecek.
Böyle bir cumhuriyeti yaratmak mümkün. İşçiler, emekçiler böyle bir cumhuriyeti kurabilir, yaşatabilir.
Sadece böyle bir cumhuriyetin oluşmasını istemek ve bu uğurda mücadele etmek gerek.
Böyle bir cumhuriyetin kurulması için bu sömürücü devletten kurtulmak gerek. Bunun için devrim gerek.
Çağrımız devrim mücadelesine!
Çağrımız emekçi cumhuriyetini kurmaya!
Çağrımız sosyalizme!
29.10.2025

HUKUK MU? GUGUK MU?AKP/MHP iktidarında kâğıt üzerinde var olan burjuva hukuk rafa kaldırılmıştır.Bu  yeni  bir durum değ...
27/10/2025

HUKUK MU? GUGUK MU?

AKP/MHP iktidarında kâğıt üzerinde var olan burjuva hukuk rafa kaldırılmıştır.
Bu yeni bir durum değildir!
Burjuva muhalefet hukukun rafa kaldırılması ve yargının siyasallaşması sanki yeni bir durummuş ve sadece AKP/MHP iktidarına özgüymüş gibi lanse ediyor. Burjuva muhalefetin kuyruğuna takılan solun önemli bir bölümü de bu koroya katılıyor.
Oysa bundan önceki tüm iktidarlar döneminde de böyle idi. Hukuk, bu bağlamda hukuk bürokrasisinde egemen olanın elinde rakibine karşı kullanılan silahtı.
Kuzey Kürdistan/Türkiye’de en başından bugüne kadar hukuk adına uygulanan gerçekte hukuksuzluktur. Hukuk denen şey guguktur. Kâğıt üzerinde var olan burjuva hukukun pratikte uygulanmaması, hukuk adına uygulananın guguk olduğunu söylüyoruz.
Sınıflı bir toplumda sınıflar üzeri, tarafsız, toplumun bütün sınıflarından, katmanlarından tüm bireylerine karşı eşit davranarak adalet dağıtan bir hukuk olmaz.
Burjuvazinin egemen olduğu sınıflı toplumlarda burjuva hukuku egemendir. Burada hukuk esas olarak burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki diktatörlüğünün bir aracıdır. Burjuvazinin yasalarla da garanti altına alınmış iktidarını sürdürmenin, ona yasal meşruiyet görüntüsü vermenin bir aracıdır. En ileri burjuva demokrasisinde bile, burjuva hukuku işçi sınıfı ve emekçiler karşısında burjuvazinin haklarını savunur.
İşçi sınıfı diktatörlüğünde hukuk tabii ki tarafsız olmayacaktır. Burjuvaziye karşı işçi ve emekçilerden yana olacaktır.
Türkiye de bütün Cumhuriyet dönemi boyunca yargı her zaman doğrudan siyasi iktidar ile iç içe olmuştur. Bunun tek istisnası AKP’nin siyasi iktidarı ele geçirdiği ve fakat henüz yargı aygıtını ele geçirememiş olduğu dönemdir. Bu halde de yargı onu elinde tutan Kemalist yargı elitinin; daha sonra özellikle 12 Eylül 2011 Anayasa referandumu ertesinde yapılan değişikliklerle HSYK da egemen hale gelen cemaatin, AKP ile iktidar mücadelesinde dayandığı kale olmuştur. Şimdi de esas olarak AKP’nin elindedir yargı.
Yasalar karşısında herkesin eşit olduğu bir durum hiçbir dönem yaşanmamıştır. Yargı bürokrasisinde “dayısı” olanlar, rüşvetle işini yaptırabilenler; siyasi baskı ile işini yaptırabilenler vb. için yasalar onlara uygun bir şekilde yorumlanıp uygulanmıştır.
Maddi ve manevi işkence, mahkûmiyet kararı olmaksızın uzun tutukluluk süreleri kural dışı değil, kural olmuştur. “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” Osmanlıdan bu yana işkencenin yaygın kullanımını iyi ifade eden bir özdeyiştir.
Sanıklar bütün toplumda en baştan suçlu olarak ilan ve teşhir edilmiştir ve edilmektedir.
Davalarda yasal yollarla elde edilmiş olmadıkları açık olan deliller, mahkûmiyet kararlarında temel alınmıştır vs.
Bu yüzden ülkelerimizde burjuva anlamda hukuktan söz etmek yanlıştır.
Ülkelerimizde en başından bugüne kadar hukuk adına uygulanan hukuksuzluktur.
İşte İstiklal Mahkemeleri hukuku, işte tek parti hükümeti dönemi CHP hukuku, işte 50-60 yılları arasında DP hukuku, işte 27 Mayıs hukuku, işte 12 Mart hukuku, işte 12 Eylül hukuku, işte Gülen cemaati hukuku ve işte şimdi AKP/MHP hukuku. Hepsi aslında guguktur.
Yargı karşısına çıktıklarında hukuk adına haksızlığa uğrayanlar, her dönemde haklı olarak adaletsizlikten, hukuksuzluktan yakındılar. Egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşlarında da hukuk birbirlerine karşı bir silah olarak kullanıldı. Onların anda iktidar mücadelesinde alta düşen kesimi de hukuksuzluktan nasibini aldı. Fakat kendileri üste çıktıklarında şikayetlendikleri şeyi yaptılar.
AKP iktidara gelene kadar, Kemalist devlet yargı yoluyla da onların iktidar olmasını engellemek için her şeyi yaptı. AKP şikayetlendi.
AKP siyasi iktidarı ele geçirdikten sonra bütün devlet kurumlarında olduğu gibi yargıda da kendi egemenliğini kurma yönünde adımlar attı. Bunun için Gülen cemaati ile birlikte hareket etti. Esasta bir kadro hareketi olan Gülen cemaati yargıda Kemalist egemenliğin kırılmasında AKP iktidarı eliyle en önemli mevkilere yerleştirildi. Yargı Gülen cemaati tarafından, AKP’nin kesin siyasi sahiplenmesi ve desteğiyle, adım adım ele geçirildi. Ve yerleşik Kemalist askeri ve sivil bürokrasinin egemenliğinin tasfiyesinde bir kılıç olarak işlev gördü.
Gülen cemaati ile AKP iktidar kavgasına tutuşunca, bu sefer bilinen cemaat unsurları AKP iktidarı tarafından yargıdan temizlendi.
Bugün “bağımsız yargı” esas olarak AKP ve MHP’nin elindedir. Yargı AKP/MHP iktidarı tarafından kendilerine karşı muhalif olanlara karşı silah olarak kullanılmaktadır.
27 Ekim 2025

HUKUK YOK, GUGUK VAR!Tele 1 televizyon kanalı Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Ekrem İmamoğlu’na yönelik olarak ba...
25/10/2025

HUKUK YOK, GUGUK VAR!

Tele 1 televizyon kanalı Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Ekrem İmamoğlu’na yönelik olarak başlatılan “casusluk” soruşturmasında gözaltına alındı. Ardından Tele 1’e de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yönetimi kayyım olarak atandı.
AKP, MHP iktidarı bir yandan Kürt hareketi ile “Terörsüz Türkiye” adını verdiği süreci yürütürken, diğer yandan burjuva muhalefete baskılarını ve saldırılarını yoğunlaştırıyor.
Burjuva muhalefete yönelen giderek dozu artan bir baskı söz konusudur.
AKP/MHP iktidarında kâğıt üzerinde var olan burjuva hukuk rafa kaldırılmıştır.
Bu yeni bir durum değildir!
Bundan önceki tüm iktidarlar döneminde de böyle idi. Hukuk, bu bağlamda hukuk bürokrasisinde egemen olanın elinde rakibine karşı kullanılan silahtı.
Egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşlarında da hukuk birbirlerine karşı bir silah olarak kullanıldı. Onların anda iktidar mücadelesinde alta düşen kesimi de hukuksuzluktan nasibini aldı. Fakat kendileri üste çıktıklarında şikayetlendikleri şeyi yaptılar.
Ülkelerimizde en başından bugüne kadar hukuk adına uygulanan gerçekte hukuksuzluktur. Hukuk denen şey guguktur ülkelerimizde.
Bugün de burjuva hukuk kâğıt üzerinde kalıyor, pratikte uygulanmıyor.
Hukuk yerine iktidarın siyasi kararları uygulanıyor.
Lafa gelince “yargı bağımsız” olmaktadır.
Lafa değil icraata bakıldığında, olan bitenin hukuk ile bir ilgisinin olmadığı, fakat guguk ile hayli bir ilişkisinin olduğu görülecektir.
Gugukun verdiği siyasi kararlara karşıyız.
Bir insana siyasi düşünceleri, açıklamaları ve yazıları nedeniyle ceza verilmesine karşıyız. İfade özgürlüğünden yanayız.
AKP/MHP iktidarına muhalif Tele 1 televizyon kanalının susturulmasına karşıyız.
İktidar erkini elinde tutanlar muhaliflerine gözaltı, tutuklama, hapis cezalarını da araç olarak kullanıyor.
AKP/MHP faşist iktidarı baskıların, zulmün, hukuksuzluğun dozajını her geçen gün artırıyor.
Onlar dikensiz gül bahçesi istiyorlar! İstiyorlar ki kendilerine muhalefet edilmesin.
İstiyorlar ki baskı, sömürü, zulüm politikalarına ses çıkarılmasın. İstiyorlar ki sessizlik olsun, ne yaparlarsa yapsınlar sineye çekilsin…
Bu yüzden dizginsiz faşizm uyguluyorlar.
Muhalefetin olmadığı, sessizliğin olduğu, kendilerinin çalıp oynadığı “sessiz Türkiye” istiyorlar.
Açık ve sistemli terör AKP/MHP yönetiminin esas iktidar aracıdır.
Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınması ve Tele 1 televizyon kanalına kayyım atanması; burjuva klikler arasında süren iktidar dalaşının parçasıdır.
Burjuva klikler arasındaki süren dalaş, kavga; ne demokrasi kavgasıdır, ne de faşizme karşı mücadeledir. Kavgaları devlete kimin hâkim olacağı, devleti kimin yöneteceği, devlet nimetlerinden kimin yararlanacağı kavgasıdır.
Bu kavgada taraf değiliz!
Bizim tarafımız var: işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin yanı, sınıf mücadelesi ve devrim mücadelesi!
Bizim kavgamız AKP/MHP iktidarının gitmesi, yerine CHP iktidarının gelmesi kavgası değildir.
Bizim kavgamız burjuvazinin, sermayenin devletini yıkma kavgasıdır. Sömürü düzenini yıkma kavgasıdır.
Zira işçilerin, emekçilerin, halkların, ezilenlerin sınıf düşmanı yalnızca AKP/MHP iktidarı değil, bir bütün olarak burjuvazinin iktidarı ve onun devletidir.
Burjuvaziden bağımsız, egemenler arasında yürüyen iktidar dalaşının parçası olmadan, bir tarafın yedeğine düşmeden sınıf mücadelesini yükseltmek tek doğru yoldur.
AKP/MHP iktidarı gider, yerine başka bir burjuva iktidar gelir.
İşçilerin, emekçilerin sorunları olduğu gibi devam eder. Emekçiler için değişen hiçbir şey olmaz.
Tepkimizi, mücadelemizi bir bütün olarak burjuvazinin düzenine karşı devrim mücadelesi olarak yürütmeliyiz.
Egemenler arasındaki iktidar dalaşından bağımsız tavır takınalım, bağımsız sınıf mücadelesi yürütelim. Burjuva kliklerin kendi aralarındaki dalaşın parçası olmayalım.
Egemenlerin kendi aralarındaki iktidar kavgasının parçası olmak, birine karşı diğerini tercih etmek kurtuluş değildir.
Kurtuluş bir bütün olarak burjuvaziye, sömürü düzenine karşı verilecek olan devrim mücadelesinden geçer…
Kahrolsun faşizm!
Faşizme ölüm tek yol devrim!
25 Ekim 2025

“Barış tek kanatlı bir kuş değildir!”“BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM SÜRECİ” NE DURUMDA?Harala gürele yürüyen gündemin ana k...
21/10/2025

“Barış tek kanatlı bir kuş değildir!”
“BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM SÜRECİ” NE DURUMDA?

Harala gürele yürüyen gündemin ana konularından birisi “barış”! Hem “yerli ve milli” hem de “enternasyonal” alanda bir “barış”tır gidiyor… Elbette “en kötü barış haksız savaştan iyidir!” Elbette insanların katledilmesine, halkların soykırımdan geçirilmesine son verilmesi iyidir… Ve elbette barıştan yana olmak iyidir, gereklidir. Ama bu “iyilik” kapitalist/emperyalist sistemde barışın nasıl ve hangi temellerde, hangi planlarla yapıldığını, kimler arasında yapıldığını, ne kadar kalıcı olup olmayacağını sorgulamanın engeli değildir. Tam tersine bunun yapılması, “barışın sorgulanması” gerçek barışa nasıl varılacağının yolunu açmak için gereklidir.
Son dönemde “barış”ın çokça konuşulduğu, bölgeler var. Bunlardan ikisi Ortadoğu’da öne çıkıyor: Filistin ve Kürdistan… Emperyalizm çağında ulusal sorunun burjuva anlamda bile çözülemediği, kendi devletlerini kuramamış Filistin ve Kürdistan! Yaşanılan katliamlara, soykırımlara rağmen ulusal taleplerle ortaya çıkan ve onlarca yıldır sürdürülen direnişin topraklarında şimdi “barış” konuşuluyor…
Ama nasıl?
İşte orası biraz problemli…
“Barış”ın “yerli ve millî” hâli bilindiği üzere üzerinde yaşadığımız coğrafyada yürüyor. Bahçeli’nin Ekim 2024’te ki çağrısı, Abdullah Öcalan’ın bu çağrıya cevapları ile başlayan, devleti yönetenlerin “Terörsüz Türkiye”, Kürt tarafının “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” adını verdiği süreç şimdilik ufak tefek, fazla zarar vermeyen “kazalarla” sürüyor.
Sürecin geldiği yerden gerek hükümet gerekse DEM esasta memnun.
Hükümetin takvime de bağladığı plan ve takvim önemli bir sapmaya uğramadan işliyor. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de 40 yılı aşkın süredir, kesintilerle süren T.C./PKK savaşının sonlanması, akan kanın durması ülkelerimizde emekçi halkların çoğunluğunun isteğidir. Bu, emperyalistleşmek isteyen, bu yönde ilerleyen Türk burjuvazisinin ve onun devleti T.C.’nin güçlenmesini de beraberinde getirecektir. Bu yüzden bir dizi emperyalist ve yerel aktör sorunun T.C./PKK arasında yürütülen görüşmelerle çözülmesinden rahatsızdır. Bunlar süreci akamete uğratmak için ellerinden geleni yapacaktır. Fakat şu ana kadarki gelişmeler, bu somut savaşın tarihinde ilk kez savaşın sonlanma ihtimalinin, sürecin akamete uğrama ihtimalinden bir tık daha fazla olduğunu gösteriyor.
“Sürecin altyapısını hazırlamak ve kamuoyunu bilgilendirmek” amacıyla kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” çalışmalarını sürdürüyor. Komisyon meclisteki partilerin verdiği üyelerin katılımıyla (İyi Parti dışında… Bu parti komisyonda yer almayı reddetti!) ilk toplantısını 5 Ağustos 2025 tarihinde gerçekleştirdi. Şimdiye kadar 15 defa bir araya gelen ve çeşitli toplumsal kesimlerden, meslek gruplarından STK’lerden oluşan katılımcıları dinleyen komisyonun önüne koyduğu hedef, PKK’nin silahları bütünüyle bırakması için “ihtiyaç duyulan” yasa taslaklarını hazırlama işini yılsonuna kadar bitirmek... Aslında hükümet ve Abdullah Öcalan, sürecin provokasyonlara açık olduğunun ve kırılganlığının bilincinde ve bu işi mümkün olduğunca kısa sürede sonuca bağlamak istiyorlar. Bu yasa taslaklarının hazırlanması süreci aynı zamanda kamuoyunun da hazırlanması süreci olarak kullanılacaktır. Komisyonun andaki sıkıntılarından birisi “Öcalan ile görüşme” talebi… Öcalan’dan, KCK’den, DEM Parti’den gelen ve sonunda MHP’nin sahiplendiği bu talebin yerine getirilip getirilmeyeceği, görüşme yapılacaksa, kimin ya da kimlerin görüşmeye gideceği, bu konuda “çalışmalarını” ne zamana kadar sürdüreceği soru işareti… Yapılan planlamaya göre komisyonun çalışmalarının ilk etabını tamamlaması ve yasal düzenleme hazırlıklarına geçiş yapması bekleniyor.
13 Ekim’de İmralı Adası’nda avukatları ile görüşen Öcalan, Asrın Hukuk Bürosu’nun görüşme hakkında yaptığı açıklamaya göre “umut hakkı” konusunda bu ilkenin çok önemli ve esaslı olduğunu vurgulamış, “Umut ilkesi devletin atması gereken bir adımdır. Bu bagajı kaldırması lazım. Bu, binlerce insanı etkileyen bir meseledir. Nereden bakarsanız bakın bunun kaldırılması gerekir. Hukuk açısından bunun yapılması gerekir. Politika da adalet de bunu gerektiriyor.” Tavrı takınmıştır.
Bu arada “sürece uymayan” kuşkular da sürüyor. Örneğin KCK’nin AKP ve MHP’nin niyetinden kuşkuları, bu noktada çekinceleri var. “Barış masası”nın, daha önce olduğu gibi devrileceğinden kuşkulular. Öcalan kadar iyimser değiller. Yine de Öcalan’ın dedikleri doğrultusunda adım attılar, atıyorlar, atacaklar da…
Plan işliyor… Ama süreci sonlandırabilecek sıkıntılar da var. Süreci akamete uğratabilecek en önemli faktör Rojava’dır. Rojava’daki özerk yönetim elinde tuttuğu bölgesel iktidarını, kurulacak yeni bir Suriye rejimi içinde iktidarda pay alma karşılığı dağıtma niyetinde görünmüyor. Rojava’daki yapıyı korumak için silahlı gücünü Suriye merkezi ordusu içinde çözme planını ret ediyor. Âdemi merkeziyetçi bir yapı içinde, bölgede iktidarını sürdürmek isteğini dile getiriyor. T.C. bunu kendisine yönelik bir tehdit olarak algılıyor ve yürüyen pazarlıklarda eğer Rojava’daki özerk bölge yönetimi tavrında ısrar ederse, askeri saldırı tehdidi savuruyor. Bu tehdidin gerçekleştirilmesi bütün süreci akamete uğratma potansiyelini taşıyor. Bu konuda pazarlıklar sürüyor.
İsrail açıkça Kuzey Kürdistan-Türkiye’de yürüyen süreci akamete uğratmak için de Suriye’de merkezi bir devlet örgütlenmesini engellemeye çalışıyor. ABD’nin tavrı ise ikircikli… Bu sürecin nereye doğru evrileceği henüz belli değil, Suriye’de çok seçenekli bir satranç oynanıyor. Ve bu satrançta da ABD oyun kurucu… ABD’nin Suriye sahasındaki ağırlığını yeniden hissettirdiği bu yeni süreçte, Washington’un bölge koordinasyonunu yürüten Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile CENTCOM Komutanı Brad Cooper, 6 Ekim’de Haseke’de Demokratik Suriye Güçleri (SDG) ve Özerk Yönetim temsilcileriyle bir toplantı gerçekleştirdi. Bu görüşmenin hemen ardından, ertesi gün Mazlum Abdi başkanlığındaki SDG heyeti, Barrack ve Cooper’ın açık gözetimi ve diplomatik arka plan desteğiyle Şam’da Colani yönetimiyle masaya oturdu. Görüşmeden çıkan en net sonuç, çatışma hatlarında tam kapsamlı ve kesintisiz bir ateşkes konusunda tarafların mutabakata varması oldu. ABD heyeti süreci “tek devlet, tek ordu, tek hükümet” formülüyle tarif ederken, Barrack’ın “Her şey doğru yönde ilerliyor” çıkışı, bu görüşmelerin sadece taktiksel bir ateşkesten ibaret olmadığını, daha derin bir yeniden yapılandırma hazırlığının işareti olduğunu gösterdi.

Plan işliyor, süreç ilerliyor… Ama…
Gelişmeler savaşın sonlanma ihtimalinin, sürecin amacına varmadan kesilmesi/kopması ihtimalinden daha fazla olduğunu gösteriyor ama anda bu konuda kesin şeyler söylenemiyor.
Çünkü burası Türkiye, Kuzey Kürdistan, burası Ortadoğu!
Her an, her şey olabilir!
Sürecin yürümesi, tarafların beklentilerini karşılamayı da gerektiriyor. Bu, sürece olan desteği ve süreci yönetenlerin kuşkularını giderecek bir yol olabilirdi, olabilir. PKK’nin silah bırakma kararından sonra, süreci başlatan Bahçeli, “Barış tek kanatlı bir kuş değildir. Bir kanat Öcalan’ın yaptığı çağrı ve gelinen fesih kararıyla kendisini gösterdi. İki kanadı millet olarak hep birlikte gövdeye getirmeliyiz.” diyerek adım atılması gerektiğini söylemişti. Bu lafların söylendiği mayıs ayından bugüne kadar –komisyon çalışmaları ve Öcalan üzerinde uygulanan tam tecridin kaldırılması dışında– sürecin geliştirilmesine dönük atılmış adım yoktur. Bu anlamda Kürt kanadı diğer kanadın adım/lar atmasını bekleme durumundadır! T.C. ise “önce silahlar bırakılacak ısrarındadır.
Burjuva muhalefet aslında bu sürecin silahların susmasıyla bitmesinin Erdoğan’a yarayacağını düşündüğü için sürece karşıdır. Bu muhalefetin İyi Parti, Zafer Partisi gibi en azgın ırkçılar kanadı açıkça sürece karşı tavır takınmakta, CHP’nin komisyondan ayrılması yönünde baskı yapmaktadır. CHP’de Özgür Özel yönetimi sürece açıktan karşı çıkmamakta, sürece destek verir görünmektedir. Sürece desteğini CHP’ye karşı yönelik saldırıların durdurulması şartına bağlamaktadır. Fakat CHP’nin içinden ve çevresinden CHP’nin kurumsal olarak sürece sahip çıkar görünmesine de tepkiler, CHP’nin komisyondan çekilmesi için talep ve baskılar artmaktadır.
Eğer süreç kesintiye uğramazsa, beklentilere somut nasıl yanıtlar verildiğini önümüzdeki dönem göreceğiz…
Ve yine süreç kesintiye uğramazsa, coğrafyada süren bir savaş sona erecek… “Barış” gelecek…
Sorunun adı “Kürt ulusal sorunudur”, sorunun kaynağı halklar hapishanesi T.C. devletidir. Sorunun kaynağı ortadan kalkmadan sorun ortadan kalkmaz. Sorun, dün silahla, baskıyla, zorla nasıl çözülemediyse, bu sistem içinde yapılacak bir “barış”la da çözülmeyecek, sorun, varlığını başka biçimlerde sürdürecektir.
Bu sorunun gerçek çözümü Kürt halkının kendi kaderini özgür iradesiyle belirleyebileceği özgür, demokratik bir siyasal zeminin oluşmasını gerektirir.
Bunun yaratılmadığı koşullarda sorun yalnızca biçim değiştirerek varlığını sürdürür.
Kalıcı ve gerçek bir çözüm ancak mevcut burjuva devlet yapısının devrimle tasfiye edilmesi ve yerine bütün halkların eşit haklara sahip olduğu, kendi kaderini tayin hakkının tanındığı bir halk iktidarının kurulmasıyla mümkündür. Çünkü sınıf egemenliğine dayalı bugünkü düzende halklar arasındaki eşitlik sadece kâğıt üzerinde, sınırlı ve denetimli haklarla ancak var olabilir. Oysa gerçek özgürlük ve gönüllü birliktelik, yalnızca işçi sınıfının ve emekçilerin iktidarında hayat bulabilir. Bu nedenle ulusal sorunun çözümü, burjuva düzen içinde reformlarla değil, demokratik devrim ufkuyla ele alınmalıdır.
21 Ekim 2025

Address

Asmalımescit Mahallesi, Terkos Çıkmazı, Terkos Han No 1/71
Istanbul
34421

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Mücadeleye ÇAĞRI posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Mücadeleye ÇAĞRI:

Share

Category