10/10/2024
HARRE VAKASI "Tarihin Yüz Karası Bir Olay"
İslâm Tarihi, konular ve kaynaklar bakımından büyük bir zenginliğe sahiptir. Bu zenginlik içerisinde, meydana gelen olaylar, İslâm Tarihi kaynaklarında çeşitli rivayetler vasıtasıyla daha sonraki dönemlere aktarılmıştır. Ancak bazı olay ve kavramlar hakkında rivayet sayıları oldukça sınırlı olmasına rağmen, bazıları hakkında ise olukça çok, farklı ve kimi zaman mübalağalı rivayetler söz konusudur. Üzerinde çok durulmayan ancak fazlasıyla rivayet barındıran olaylardan bir Harre Vakası’dır. Geçmişten gelen bir birikimin toplumsal reflekse dönüşmesinin yanında Yezid’in uygulamalarının da etkili olduğu söylenebilir. Birçok geleneğin sınırlarını zorlayan uygulamanın yanında Yezid döneminde (680-683) valilerin sık sık değiştirilmesi Medineliler’in Emevî hilâfetine karşı muhalefetini arttırmıştı.
Sebep ve sonuç olarak bu tür bir özelliğe sahip olan Harre Vakası, uzun yıllar boyunca Müslümanları derinden etkilemiş ikinci Emevî halifesi Yezid b. Muaviye döneminde meyana gelmiş ve bir hadisedir. Yezid döneminin Kerbela’da Hüseyin ve taraftarlarının feci bir şekilde öldürülmesinden sonraki ikinci önemli olayı da Medinelilerin isyanı ve bu isyan neticesinde gerçekleşen Harre Vakasıdır. Öyle ki Yezid denildiğinde günümüz insanının zihnine ilk gelen olay Kerbela ve Harre vakasıdır. Sosyal bir olayın, toplumsal bir hareketin oluşum nedenini doğaları gereği yalnızca bir sebebe bağlamak doğru olmayacaktır. Çünkü sosyal bir hâdisenin ortaya çıkmasında geçmişten gelen birikim, dinî, etnik, ekonomik, psikolojik, siyasî vb. gibi diğer sebepler rol alabilirler. Kaynakların tamamına yakını, Medinelilerin Harre Vakası ile neticelenen isyanlarında dini sebebin etkili olduğunu belirtmektedirler.
Harre Vakası ile ilgili olarak çok şiddetli tenkitleriyle dikkati çeken Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ise, "Tarihin Yüz Karası Bir Olay" olarak nitelendirdiği yorumunda şu ifadelere yer vermektedir: "Aralarında sahabenin de bulunduğu binlerce Müslüman katledildi. Ensar ve Muhacirin ileri gelenleri ile birlikte on bin Müslüman öldürüldü Yezid adına... Katliamdan sonra Yezid'in komutanı olan Müslim, Medine'yi yağmalamaları, canlarının istediğini öldürmeleri ve kadınlardan istediklerine tecavüz etmeleri için üç gün mühlet verdi. Medine'nin altı üstüne getirildi. Yağmalanıyordu Peygamber'in Medine'si... Müslümanların UluI-Emri Yezid adına... Onun Müslüman(!) askerleri, sahabeleri öldürüyor, evlerini talan ediyor, kızlarına tecavüz ediyorlardı...".
Son olarak kaleme almış olduğu makalede, Harre Vakası ile ilgili aşırı rivayetleri derleyip tenkit süzgecinden geçirdikten sonra, İslâm tarihçisinin olaylar karşısında tarafsız olarak davranıp, hadiseleri saptırmadan kendi boyutları içerisinde vermesinin gerekliliğini ortaya koyan Prof. Dr. Ahmet Önkal'ın konu ile ilgili yorumu şöyledir: "...Hiç şüphesiz Hare'de vuku bulan hadiseleri tasvip etmemiz mümkün değildir. Çünkü, aşikardır ki, Medine halkının isyanı kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bu sırada bazı taşkın ve kendini bilmez askerler zulme varan bazı uygulamalar, yağmalamalar ve tecavüzlerde bulunmuş olabilirler. Ama elbette ki bu tabloyu sınırlan içerisinde çizmek lazım. Şüphesiz Yezid’i adil bir devlet başkanı, iyi bir halife, salih bir insan ve veli bir kul kabul etmek, akla ziyandır. Yezid, hatasıyla sevabıyla tarihte yerini almış bir sultan, idareciliği döneminde tasvibi mümkün olmayan icraatlarda bulunduğuna dair sayısızca rivayet vardır. Bütün bu gibi olaylar ve farklı rivayetler karşısında İslâm tarihçileri ve İslâm aydınları, tarihi, toplumu ve olayları değerIendirirken aynen bir ayna gibi olmalıdırlar. Zamanın şartlarında o ayaklanmayı pekiştiren sebepleri gözardı etmemek lazım.
Harre Vakası, Yezid b. Muaviye döneminde Medine'de Abdullah b. Hanzala başkanlığındaki bir başkaldırma hareketi ve bu hareketin bastırılması olayıdır. Bu hareketi önemli kılan sebeplerin başında hareketin Medine'de olması ve Cemel, Sıffin savaşından sonra birçok ashabın bu hareketin içerisinde bulunmuş olması gelmektedir.
İslâm Tarihi içerisinde meydana gelen siyasi bir takım hareketler, gerek Harre Vakası olsun gerekse diğer siyasi hareketler olsun, hemen o anda ortaya çıkmış ve vuku bulmuş bir olay değildir, kesinlikle geçmişten süregelen bir birikimin sonucudur. Tarihi seyir içerisinde hemen hemen her olay, hazırlayıcısı, geçmişle ilintisi ve sebepleri olan birtakım hadiselerden sonra ortaya çıkmıştır. Harre Vakası'nı hazırlayan ve tarih kaynaklarında geçmeyen ayrıntı diyebileceğimiz küçük birtakım olayları bilme ve tespit etme imkanına sahip değiliz.
Ulaşan rivayetlerden bu olayın geçmişten gelen bir öfkenin, birikimin neticesi olduğunu anlıyoruz. Halife Ebûbekir ve Ömer'den sonra halifeliğe geçen Osman, bu makamda yaklaşık olarak on iki yıl kalmıştır. Osman, iyi huylu, muhlis, halim-selim, mütevazi ve insanlara karşı çok şefkatli olmasıyla bilinirdi. Mes'udi, bu konuda şöyle demektedir: "Osman, cömertlik, iyilik yapmak, alicenaplık, yakınlara ve diğer insanlara yardım konusunda son derece ileriydi. Memurları ve halkının çoğu onun yolunu tuttu ve onun gibi davrandılar”.
İşte sayılan bu yöneticide olmaması gereken bazı özelliklerden dolayı, Osman'ın devlet idaresinde tam bir otorite sağlaması imkansız hale geldi. Bu nedenle hilâfetinin ikinci altı yılında birtakım huzursuzluklar ortaya çıkarak kısa sürede yayılma eğilimi gösterdi. Bütün bu karışıklıklar tüm İslâm coğrafyasına sirayet edince, Mısır, Şam, Küfe gibi merkezlerden gelen isyancılar tarafından Medine işgal edildi ve Halife Osman öldürüldü. Osman'ın öldürülmesi, ilk olarak, Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmaların başlangıcı olmuştur. Osman'ın katillerinin bulunamaması ve cezalandırılamaması, bu hadisenin sürekli ve şiddetli mücadelelere sebebiyet vermesini ortaya çıkarmıştır.
Diğer taraftan en önemli neticelerinden bir tanesi ise, Müslümanların iki fırkaya ayrılmış olmalarıdır. Daha sonraları Şii-Sünni olarak mezhepleşen bu oluşumun çıkış noktası 3. Halife Osman'ın öldürülmesidir. Ali ve Ehl-i Beyt tarafları bir tarafta, Osman'ı savunanlar ve Ümeyyeoğulları diğer tarafta karşı karşıya gelmişlerdir. Halifelik makamına geçen Ali'nin idare merkezini Medine'den Kufe'ye taşıması Medineli halkın ve ashabın büyük tepkisine neden olmuş ve iki grup arasındaki anlaşmazlıkları derinleştirmiştir. Müslümanların karşı karşıya geldikleri ilk savaş olan Cemel Vakası'nı bunun bir neticesi olarak sayabiliriz. Devamlı olarak ashabın görüş ve gözetiminde olan devlet idaresi, idare merkezinin Kufe'ye taşınmasıyla bu etki ve katkıdan uzaklaşmış oldu. Osman'ın öldürülmesiyle ortaya çıkan bir diğer sonuç ise, iç karışıklıklar nedeniyle fütûhat hareketlerinin durması olmuştur. Buna bağlı olarak da devletin maliyesi zayıflamış ve halkın isteklerine cevap veremez, maaş ödeyemez duruma gelmiş, anarşi ve karışıklık ortamı artarak devam etmiştir.
Osman'ın katledilmesinden sonra ortaya çıkan kargaşa artık durmak bilmemiştir. İsyancı hareketin desteğiyle hilâfet makamına gelen Ali, birliği sağlama yönünde birtakım adımlar atmıştır. Bu adımlar çerçevesinde Şam valisi olan Muaviye’nin de biatını istemiş ancak Muaviye, Ali’yi Osman’ın kanından sorumlu tutarak buna yanaşmamıştır. Resulullah’ın vefatından sonra ilk olarak, Allah Resulünün halifesi ve naibi olarak hizmet edilecek olan hilâfet makamı savaşlarla elde edilmeye çalışılmıştır. Sürdürülen bu münakaşa ve mücadeleler "Cemel"den sonra daha büyük çaplı olarak "Sıffin"de Müslümanların karşı karşıya gelmelerini, birbirlerini katletmeleri ve savaşmalarını ortaya çıkarmıştır. Artık bu savaşlar çarpışan iki grubun, Ali taraftarları ve Emevilerin bir araya gelme imkanını tamamen ortadan kaldırmış ve düşmanlığı derinleştirmiştir. Yine Sıffin Savaşı sonunda, Tahkim Olayı neticesinde ortaya çıkan "Hariciler” fırkası hem o dönemde hem de uzun yıllar boyu İslâm dünyasında çıbanbaşı olmuştur. Ali ile Muâviye arasında cereyan eden Sıffîn Harbi neticesinde ortaya çıkan Tahkim Olayı, birçok açıdan önemli bir olaydır. “Havâric” diye isimlendirilen fırka, tarih sahnesine ilk kez Sıffîn’de işin hakemlere tevdi edilmesini protesto ederek çıkmış ve bizzat Ali’den başlamak üzere İslâm idarelerini yıllar boyu meşgul ve hattâ tehdit etmiştir. Hakemlerin, pek de Ali b. Ebî Tâlib’in lehine neticelenmeyen kararını kabul etmeyen ve daha sonraları “Şîa” adıyla anılan Ali taraftarları da Tahkim Olayı’na tepkilerini her fırsatta asırlar boyu sürdürmüşlerdir. Atık bu noktadan sonra mücadeleler Ali taraftarları-Emevî-Harici üçgeninde gelişmiştir. Ali'nin, hariciler tarafından öldürülmesi, problemi daha da girift hale getirmiş Şam'da Muaviye'ye, Kufe'de ise Hasan'a halife olarak biat edilmiştir. Daha sonra Hasan'ın Muaviye lehine hilâfetten çekilmesi ve de kısa bir süre hariç, karışıklığın sona ermesini sağlayamamıştır. Bu mücadeleler neticesinde ortaya çıkan ikilik, uzun yıllar boyu hiç bitmeden devam etmiş ve ortaya çıkan ikilik, uzun yıllar boyu hiç bitmeden devam etmiş ve ortaya çıkan isyanların temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Suriye bölgesinde Muaviye'ye halife olarak biat edilmiş, Küfe ve Hicaz bölgelerinin ise zorla itaati sağlanmıştır. Ancak bu zorunlu itaat, uzun süre devam etmemiş, çeşitli isyanlarla ve Emevî idaresine başkaldırma olaylarıyla huzursuzluk ve tepki kendisini göstermiştir.
Muaviye b. Ebi Süfyân, uzun mücadeleler sonucunda ele geçirdiği hilâfet makamında gerek iç gerekse dış siyaset yönünden akıllı bir metod takip etmiştir. Zaten, Muaviye şahsiyetinden kaynaklanan zeki, bilgili, hakim, kuvvetli ve çok cömert bir insan olmasının yanında, şeytana pabucunu ters giydirebilecek iyi bir siyasi dehaya sahipti. Bu özellikleri sayesinde Muaviye, halifeliği müddetince dengeleri çok güzel muhafaza etmiş, gerektiği yerde mal ve para ile, etkili insanları satın almaya çalışarak, gerektiği yerde iyi söz ve hareketlerle, gerektiği yerde ise zor ve güç kullanarak insanları disipline etmeyi bilmiştir.
Muaviye diğer bölgelerden farklı olarak Hicaz bölgesine ve ehline ayrı bir ihtimam göstermiştir. Öyle ki, Hicaz bölgesi eşrafından olan Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebûbekir, Eban b. Osman ve Ebû Talib ailesinden birçok kimse sık sık Dımışk'e gelerek huzuruna çıkardı. Muaviye onlara değer verir, güzelce ağırlar ve ihtiyaçlarım karşılardı. Halbuki onlar devamlı olarak ona en ağır sözleri söylerler ve tenkit ederlerdi. Ancak o, bunları umursamazlıktan gelirdi. Onları, hediye ve bol bahşiş vermeden geri göndermezdi.
Muaviye'nin Hicaz halkına verdiği önem ve değerin bir örneğini de oğlu Yezid'e yaptığı vasiyette bulabiliriz. Oğluna şöyle demektedir. "Oğlum! Senin işlerini kolaylaştırdım, düşmanları yumuşattım, Arab’ı sana boyun eğdirdim, sana çeşitli imkanlar ve gelir kaynaklar sağladım. Hicaz halkını gözet, çünkü onlar senin aslındır ve sana gelecekler arasında en saygı değerlileridirler.”
Burada dikkati çeken husus şudur. Muaviye, diğer bölgelerin aksine Hicaz bölgesine devamlı lütufkar ve iyilikle muamele etmiş, ancak buna rağmen onların gönüllerini bir türlü alamamıştır. Hatta bu siyasetinin Mekke ve Medine halkının tepkisini biraz daha fazla artırdığını, daha sonra ortaya çıkacak birtakım olaylar göstermektedir.
Şam Emevî idaresiyle, Hicaz bölgesi arasındaki münakaşaların artmasına sebebiyet veren en önemli olay, Yezid'in veliahtlığıdır. Muaviye'nin halifeliğine bir yere kadar ses çıkarmayan Hicaz ehli, Yezid'in veliaht ilan edilmek istenmesi karşısında tavrını çok açık ortaya koymuştur. Kendisinden sonra oğlu Yezid'i halife yapmak isteyen Muaviye, valilere birer mektup yazarak, Müslümanlar arasında varolan ritüelin aksine önce bir veliaht tayin edeceği hususunu bildirerek: "Geçmişte hilâfet konusunda çok kan döküldü. Bunu önlemek için bir veliaht tayin etmek istiyorum” diyerek görüş istedi. Bu mektup karşılığında eyaletlerden olumlu cevaplar geldi. Çünkü hiç kimse yeni karışıklıklar ve ihtilaflar istemiyordu. İkinci merhale olarak, tekrar mektup yazarak, veliaht olarak oğlu Yezid'i bırakacağını ve halkın toplanıp oğlu Yezid’e biat alınmasını istedi. Bu ikinci mektuba da Hicaz bölgesi dışındaki bölgelerden olumlu cevaplar gelmişti. Ancak, Mekke ve Medine'de bulunan Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Hüseyin b. Ali ve Abdurrahman b. Ebi Bekir gibi kimseler Yezid'in veliahtlığını kesinlikle kabul etmediler.
Medine valisi Mervân b. Hakem ile Medine halkı arasında uzun münakaşalar meydana gelmiş ve Mervân'ın durumu Muaviye'ye bildirmesi üzerine Muaviye bin kişilik bir süvari birliğiyle Medine'ye gelmişti. Halka durumu arz ettikten sonra Mekke'ye geçti. Orada kendisine muhalif olanlara bol bol ihsanda bulunacağını bildirdi ise de Abdullah b. Zübeyr ona üç şey teklif etmişti. Bunlar: "Veliaht tayin etme, ümmet kendisi seçsin veya kendi kabilenden olmayan birini veliaht tayin et, ya da bu işi şuraya bırak."
İbn Zübeyr'in sözlerini oradakiler de tasdik etmişti. İşi, ikna yoluyla halledemeyeceğini anlayan Muaviye, mescidde halka hitap edeceğini ve halkın biatını alacağını, eğer itiraz eden olursa boynunun vurulacağını ilan edip minbere çıktı. Halkın biatını aldı. Kimseden ses çıkmadı. Sonra Medine'ye dönerek Medine halkının da biatını aldı. Böylece, görünürde Yezid'in veliaht tayin edilmesi işi ülke çapında halledilmiş oldu.
Her ne kadar görünüşte Muaviye, Yezid'in veliahtlığı için biat almış ise de Hicaz halkı ve ileri gelenleri bunu hiçbir zaman benimsememişlerdir. Hicaz halkının Yezid'in veliahtlığına karşı çıkışının birçok nedenlerini saymak mümkündür. Ancak, burada önemli olan Hicaz halkının Emevî idaresine karşı çıkma konusunda yeni bir sebebe daha ulaşmış olmasıdır. Önceden beri var olan Emevî düşmanlığı tohumu üzerine bu olay su serpmiş ve bu tohumun daha da gelişmesini sağlamıştır. Netice olarak Hicaz halkı, kendisinin zorla biatının alınması karşısında, Muaviye’nin ölümü ve Yezid'in halife olmasıyla reaksiyonunu göstermiş ve isyan hareketlerine girişmişlerdir.
Harre Vakası'nı hazırlayan sebepler içerisinde dini sebepler olarak zikredebileceğimiz bazı rivayetler vardır. Bu rivayetlerde geçen söz konusu olay, Yezid b. Muaviye'nin şahsından kaynaklanan ve Yezid'in İslami emirlere karşı lakayt davranması ve bu emirlere uymamasının görülmesidir. Medine halkı, Şam'a gidip gelen elçiler vasıtasıyla, Yezid'in bu durumunu öğreniyor ve bu yüzden de Yezid'e biate yanaşmıyordu.
Şam'a giden bir grup içerisinde yer alan Misver b. Mahreme, Medine'ye döndüğünde Yezid'in fıskından ve içki içtiğinden bahsetmişti. Bunun üzerine vali tarafından halife aleyhinde konuşmasından dolayı kendisine had cezası uygulanmıştı. Aynı şekilde, Vali Osman b. Muhammed tarafından Şam'a gönderilen diğer bir grup ise, Abdullah b. Hanzala ve Medine'nin ileri gelenlerinden oluşuyordu. Bu grup, Yezid tarafından çok iyi karşılanmış ve her birine birçok hediyeler verilmişti. Heyet Medine'ye döndükten sonra mescidde toplanan halka şunları anlattılar: "Biz öyle bir adamın yanından geliyoruz ki ne dini var ne imanı; içki içiyor, tanbur çalıyor, huzurunda şarkıcı kadınlar şarkı söylüyor, köpeklerle oynuyor, gece gündüz düşük insanlarla oturup sohbet ediyor. Siz şahit olun ki, biz o adamdan beriyiz, kendimizi hal ettik. (Biatımızı geri aldık)”. Bütün bu rivayetler bize, dini prensiplerin, Medine'deki hareketin ileri gelenlerinin tavırları ve halkın tepkisinin, dolayısıyla da Harre Vakası'nın önemli sebeplerinden biri olduğunu onaya koymaktadır.
Aynı şekilde, Meshidi de Medinelilerin Yezid'e karşı çıkışlarını dini sebeplere dayandırmakta ve Yezid'in, Firavunca bir hayat sürdüğünü, hatta Firavun'un bile tebaasına bundan daha adaletli davrandığını ifade ederek Medinelilerin buna karşı çıktığını ifade etmektedir.
İslâm toplumunun idare merkezinin Medine dışına taşınmasından sonra tabii olarak Medine ekonomik yönden zayıflamıştı. Çünkü, halifelik tarafından ödenen bir takım memuriyet hakları ve atıyye mahiyetindeki birtakım gelirler artık kesilmişti. Bu da Medine'nin ekonomik yönden zayıflamasına neden olmuştur.
Muaviye'nin Medine'deki safavisinin amili olan İbn Mina, Muaviye'ye ait malların gelirini almak için Medine'ye gittiğinde o seneki mahsule ait vergileri alamadı. Uzun uğraşlardan sonra durum valiye intikal etti. Yapılan görüşmeler ve münakaşalar sonucunda İbn Mina, hiçbir şey alamadan geri dönmek zorunda kaldı. Medine halkı içerisine düştüğü fakirlik yüzünden, büyük miktarlara ulaşan vergilerini veremez duruma gelmiştir. Genel birtakım olaylardan dolayı tepkisini dile getirmek isteyen Medine halkının, vergisini vermeme gibi bir yolu tercih etmesi de göz önünde bulundurulacak olursa, konunun iki yönlü olabileceği ihtimali üzerinde de durulabilir.
Yezid'in Medine'ye ordu hazırlayıp göndereceği sırada, Abdullah b. Cafer'le görüşerek onunla Medine'ye bazı vaatler göndermesi de dikkat çekici bir noktadır. Öyle ki, Yezid: "Medinelilere bundan önce hiç yapılmayan bir ihsanda bulunacağını ve onlara yaz ve kış mevsimlerinde ayrı ayrı olmak üzere iki maaş bağlayacağını, Medine'deki buğday fiyatlarını Şam'daki buğday fiyatı olan yedi Sala eşitleyeceğini ve Muaviye'nin kendilerine vermediği atıyyelerini de göndereceğini beyan etmiş. Medineliler bunları kabul ederlerse ordunun doğrudan Mekke'ye, Abdullah b. Zübeyr üzerine gideceğini bildirmişti.
Medaini'nin rivayetine göre, Müslim b. Ukbe, Ravh b. Zenbaityi Harre Savaşı'nı kazandıkları ve Medine'yi itaat altına aldıkları müjdesini Yezid'e ulaştırmak üzere Şam'a gönderdi. Müjdeci olup bitenleri Yezid'e haber verirken Yezid: "Vay benim kavmimin haline!” diye feryat etti. Sonra da Dahhâk b. Kays el-Fihrfyi çağrarak ona şöyle dedi: "Medine halkının başına gelenleri duydun mu? Onları bu savaşa girişmeye zorlayan şey neydi? Dahhâk da: "Yiyecek ve para yokluğu” diye cevap verdi. Bunun üzerine Yezid, Medinelilere yiyecek yüklenip gönderilmesini emretti ve onlara bol bol bağışta bulundu. Yezid'in Medinelilere yönelik bu vaatlerinden ve yardımlarından, o dönemde Medine'nin iktisadi sıkıntılar içerisinde bulunduğunu çıkarmak mümkündür.
Yezid b. Muaviye'nin halifeliği döneminde meydana gelen ve Harre Vakası sebeplerinden, bardağı taşran son damla olarak nitelendirebileceğimiz diğer bir olay da Kerbela faciasıdır. İslâm Tarihinde, İslâm toplumunu derinden sarsan ve yüzyıllar boyu tesirleri devam eden bir olay olan Kerbela faciası, maruf olduğu üzere Hüseyin'in ailesiyle birlikte katledilmesi olayıdır.
H. 61 Yılının 10 Muharrem'inde (10 Ekim 680), 4 bin kişilik Emevî ordusu ile Hüseyin ve çevresinde bulunan 80 kişi, karşı karşıya gelmiş, çok geçmeden Hüseyin ve çevresindeki insanlar katledilmiş, Hüseyin'in başı, kızları ve kardeşleri ile hasta oğlu küçük Ali'nin vali Ubeydullah b. Ziyad'a gönderilmesiyle sonuçlanmıştı. İslâm toplumunu derinden sarsan bu olay, özellikle Hicaz bölgesinde Emevî idaresine olan öfkeyi, kini son noktasına ulaştırmıştı. Bu olay yüzünden Halife Yezid itham edilmiş ve Hüseyin'in kanından sorumlu tutulmuştur. Ayrıca bu olay, Emevî idaresi ile Ali taraftarları arasında zaten iyi olmayan ilişkilerin tamamen kopmasına ve karşılıklı kin beslemeye dönüşmesine neden olmuştur.
Daha önce Yezid'in veliahtlığı işinde zorla biat alınan Hicaz bölgesinin huzursuzluğu, Yezid'in Halife olması ile birlikte, bir kat daha artmıştı. Durumu yakından takip eden Yezid, valisi Osman b. Muhammed'in kendisine bir heyet göndermesini istemiş, bu istek üzerine vali, Abdullah b. Hanzala başkanlığında Medine eşrafından bir grubu Yezid'e göndermişti.
Şam'a giden grubun, Medine'ye döndükten sonraki tutumu, Medine'deki isyan hareketinin başlangıç noktasını oluşturmuştur. Öyle ki, Yezid'in kendilerine birçok atıyyeler vermesine rağmen, onlar, Yezid'in fısk-u fücur içerisinde bulunduğunu ifade etmişlerdi. Medine mescidinde yapılan konuşmalar giderek şiddetlenmiş, Emevî idaresine karşı tahrik son haddine ulaşmıştı, artık Yezid'i Halife olarak tanımamaları ile birlikte Emevî idaresine karşı mücadele etmek için Abdullah b. Hanzala'ya biat etmişlerdi. Mekke'de halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr'den sonra, Medinelilerin de Yezid'i hal etmeleriyle Hicaz bölgesi Emevî idaresinden çıkmış oluyordu.
Medineliler muhalefetlerini bir adım daha ileri götürerek valiyi ve gıyabında Yezid’i görevden uzaklaştırıp ensardan Abdullah b. Hanzale’ye biat ettiler. Fakat bu seçim ensara üstünlük kazandırması sebebiyle rahatsızlık meydana getirdi ve bu rahatsızlık ancak Kureyş ile mevâlîsinin başına Abdullah b. Mutî‘in, muhacirlerin başına da Ma‘kıl b. Sinân’ın getirilmesiyle giderildi; böylece Abdullah b. Hanzale yerinde kaldı. Hareket her ne kadar Ensari bir karakter taşıyorsa da Kureyş mensupları ve muhacirler buna herhangi bir zorlama olmadan katıldılar. Ali b. Hüseyin Zeynelâbidîn ve Muhammed b. Hanefiyye gibi ileri gelen Hâşimîler ile Abdullah b. Ömer çekimser kalmışlardı. Genel olarak Hâşimîler’in Kerbelâ’dan sonra güçsüz düştükleri için bu savaşa katılmadıkları kaydedilirse de aralarından bazıları iştirak etmiş ve hayatlarını da kaybetmişlerdi. Abdullah b. Ömer ise verdiği biatı bozamayacağını ileri sürerek hadisenin dışında kalmıştı. Nitekim İbn Kesîr, Medineliler’in biatlarını bozmalarını fitneye sebep olduğu için tasvip etmez. Ona göre Yezid fâsıktı fakat zındık değildi ve bundan dolayı hal‘i gerekmiyordu (el-Bidâye, VIII, 235). Yezid durumu haber alınca Hicaz’a bir ordu göndermeye karar verdi; gerçek hedef Abdullah b. Zübeyr olacak, fakat önce Medine’deki ateş söndürülecekti.
Yezid, Hicaz bölgesinde meydana gelen olayları yakından takip ediyor ve orayı yumuşatmak için bazı tedbirlere başvuruyor idi. Bu tedbirler çerçevesinde, Numan b. Beşir el-Ensari'yi Medine'ye göndermiş, bir netice alamayınca Medinelilere sitemle başlayıp tehditle biten bir mektup yazarak, valisinden bunu mescidde halka okumasını emretmişti. Bu tedbirler, Medinelileri teskin etmekten ziyade tepkilerini daha da fazlalaştırmıştı.
Emevî idaresine ve Yezid’in halifeliğine karşı Mekke ve Medine'de güçlenen harekette dikkatimizi çeken husus, Ali evladının bu hareketin içinde olmadığıdır. Ali b. Hüseyin bu hadiselere katılmadığını açıklayan bir mektubu Yezid'e göndermiş, Yezid de buna memnun olmuş ve göndereceği ordunun komutanına Ali b. Hüseyin'e iyi davranmasını emretmişti. Diğer taraftan Abdullah b. Muti ve beraberindekiler, Muhammed ibnü'I-Hanefiyye'ye giderek Yezid'e biatim bozmasını ve kendilerine katılmasını istemişler, fakat Muhammed bu teklifi kabul etmemişti.
İbn Kesir, Ebû Ca'fer el-Bakır'ın şu şekilde söylediğini rivayet eder: 'Ebû Talib ailesinden ve Abdulmuttalib oğullarından hiç kimse Harre savaşında bulunmadı. Müslim b. Ukbe, Medine'ye geldiği zaman bunlara ikramda bulundu, meclisine yakın kıldı ve kendilerine eman verdi".
Şam'da durum bu şekilde iken, Medineliler, Medine'de bulunan Ümeyye oğullarını, Medine valisi de dahil olmak üzere Medine dışına çıkardılar. Mervân b. Hakem'in başkanlığında biraraya gelen Beni Ümeyye, Yezid'e bir mektup yazarak yardım çağrısında bulundular.
Bu mektup üzerine Yezid, bir ordu hazırlayıp komutan olarak yaşı ilerlemiş Müslim b. Ukbe'yi görevlendirdi. Orduda görevlendirilen askerler normal atıyyelerinin haricinde yüzer dinar fazladan peşin olarak alacaklardı. Ordunun sayısı konusunda ise on iki bin veya beş bin kişiden oluştuğu şeklinde farklı rivayetler vardır. Müslim b. Ukbe hastalığını bahane ederek isteksiz davranmasına rağmen ordunun başına getirildi. Müslim’in seçilmesinde Muâviye’nin oğluna yaptığı, “Hicaz’a bir ordu göndermek zorunda kalırsan Müslim’i gönder” şeklindeki vasiyetin rol oynadığı ileri sürülmektedir. Kumandan seçiminin arkasından tellâllar çıkarılarak asker toplamaya başlandı ve bu orduya katılacak askerlere normal atıyyelerinden başka peşin olarak 100 dinar meûnet ödeneceği ilân edildi. Toplanan askerlerin sayısı hakkında Ya‘kūbî, bunları bölgelerine ve yolda katılmalarına göre tasnif ederek 5000 rakamını verir. İbn Kuteybe ordunun seçkin süvarilerden oluştuğunu, yirmi yaşından küçük ve elli yaşından büyük olanların alınmadığını kaydeder. Tartışılan bir konu da orduya katılanların dinî durumudur. Öncü kuvvetleri arasında ve Müslim’in çevresinde 500 Rum askerinin bulunduğu ve bunların ellerinde, üzerinde azizlerin resmi olan bayraklar taşıdıkları rivayet edilmekteyse de bunu destekleyecek bir habere, hadiseye geniş yer veren Halîfe b. Hayyât, Ebü’l-Arab ve Semhûdî’de rastlanmamaktadır (Taberî, III, 355; Belyaev, s. 166; Cemîl Abdullah el-Mısrî, s. 495-497).
Medineliler, Medine'deki Ümeyye oğullarının düşmana yardım etmeyeceklerine ve onlara bir şey söylemeyeceklerine dair ahit aldıktan sonra, Medine'nin dışına çıkardılar. Şam'dan gelen Emevî ordusuna karşı savunma savaşı yapılması kararlaştırılmış ve bu amaçla daha önce Hendek Savaşında kazılan hendekler tekrar açılmıştı. Kaynaklar bu müdafaaya katılan Medineliler hakkında farklı sayılar verilmektedir. İbn Safd iki bin kişilik bir kuvvetten bahsederken, İbn Kuteybe Şehirde on binden fazla erkeğin bulunduğunu bildirir. Taberi ise Şam ordusunun gözünü korkutacak ve savaştan çekinmelerine sebep olacak büyük bir toplulukla ve benzeri görülmemiş bir şekilde harbe çıktıklarını nakleder.
Emevî ordusu Medine'ye gelince Müslim, Medinelileri çağırarak, onların bu işten vazgeçmelerini temin maksadıyla Yezid'in söylediklerini onlara aktararak şunları söyledi: "Müminlerin Emiri sizi asil olarak kabul ediyor. Ben sizin kanınızı dökmek istemiyorum. Bu nedenle size üç gün mühlet veriyorum. Eğer kabul edip itaatinizi bildirirseniz, sizden elimi çekip Mekke'deki mülhidin üzerine yürümek istiyorum. Eğer kabul etmezseniz bize bir özrünüz yoktur”.
Bundan sonra Müslim, Yezid'in tavsiyesine uygun olarak üç gün mühlet verip beklemeye başlamıştı. Ancak, Abdullah b. Hanzala başkanlığındaki Medineliler, hiçbir şekilde teslim olmayı ve onların içeri girmelerine ve hatta Mekke'ye doğru gitmelerine bile engel olacaklarını bildirerek, bu konudaki kararlılıklarını ortaya koymuşlardı.
Bu noktadan sonra Emevî ordusu saldırıya geçmiş, ilk anda hendekler ve savunma sebebiyle şehre girememiş ise de bir süre sonra şehre girerek işgal etmiştir. Bu esnada şehrin her tarafında şiddetle çarpışmalar meydana gelmiş ve şehir tamamen Şamlıların eline geçmiştir. (H. 63 Zilhicce / M. 682 Ağustos). Bu olaylar anlatılırken el-İmame ve's-Siyase'de şu bilgiler verilmektedir:
"Müslim; kim bir adamın kellesini getirirse ona şu kadar mükafat var... diyor ve Müslüman olmayan askerler topluluğunu harbe teşvik ediyordu”.
Harre Vakası ile ilgili rivayetlerde anlaşılması oldukça güç bazı problemler vardır. Bunlardan biri Medine'nin üç gün süre ile yağma ve talan edilmesi, diğeri bu olayda öldürülenlerin sayısı ve yine bir diğeri tecavüz meselesidir. Bu hususlarla ilgili rivayetlerin farklı ve haberlerin bir kısmının mübalağalı olması, konunun anlaşılmasını güçleştirmektedir. Câbir b. Abdullah, Tebük Seferi dönüşünde Peygamber’in verdiği bereket parasını Harre günü Emevî askerleri alıncaya kadar yanında taşıdığını söyler (Müslim, “Müsâḳāt”, 21).
Ordu yola çıkmadan önce Yezid'in Müslim'e şu talimatı verdiğini görüyoruz. "Şayet sana bir şey olursa Husayn b. Numeyr es-Sekuni'yi yerine geçir. Medine'ye vardığında teslim olup itaat etmeleri için üç gün mühlet ver. Eğer üç günden sonra sana gelip teslim olmazlarsa onlarla savaş ve şehrin üç gün işgal (talan) edilmesine müsaade et. Bu esnada eline geçirdiğin her şey askere aittir. Üç günden sonra şehirden elini çek. Ali b. Hüseyin'e iyi davran. O'na meclisinde değer ver. Çünkü o insanların girişmiş oldukları isyanda Medineli insanlarla beraber hareket etmiyor".
Taberi'de geçen rivayette Ebû Mihnef, Müslim b. Ukbe'nin savaştan sonra yukarıda ifade ettiğimiz Yezid'in emri mucibince şehri üç gün askerlerine mübah kıldığını, insanların öldürüldüğünü, mallarının alındığını ve orada bulunan sahabeye daha da kötü şeylerin yapıldığını rivayet etmektedir. Belazüri ise, bu insanların halifeye isyan eden Medinelilerin dinden çıktıkları düşüncesiyle esir aldıkları kadınlara cariye adı altında muamele ettiklerini, oyalanıp, Allah'ın sevmediği şeyleri yaptıklarını ilave eder.
Bu hadiseyi nakleden Taberi'nin diğer ravileri Vehb b. Cerir ve Avane ibaha meselesine hiç değinmemektedirler.
Kaynaklardaki rivayetlere göre muhacir ve Ensar’dan üç yüz eli kişi, diğer insanlardan ise bundan kat kat fazla insan öldürülmüştü. Aynı şekilde, Kureyş'ten doksan küsur, Ensar’dan doksan küsur, diğer insanlardan ise sayılamayanlar hariç dört bin kişinin öldürüldüğünü rivayet eden Mes'udi'nin yanında, İbn Kuteybe, Ensar ve Muhacirinden bin yedi yüz kişinin öldürüldüğünü kaydetmektedir. Bunlardan ayrı olarak Ensar ve Muhacirlerden yedi yüz kişi, diğer insanlardan da on bin kişi öldürüldüğü şeklinde rivayetler de vardır. Yakut el-Hamevi ise, Mevaliden üç bin, Kureyş'ten bin dört yüz, Ensar’dan bin yedi yüz olmak üzere, altı bin kişilik bir rakam vermektedir.
Bu konudaki rivayetlerin farklılığı ve çokluğu ne kadar olursa olsun, kesin olan tek şey, bu hadisede Kureyş ve Ensar’ın önde gelen şahsiyetlerinin hayatlarını kaybetmiş olmalarıdır. Bu savaşta, Peygamber'in ashabından seksen kişi katledilmiş ve bu hadiseden sonra Bedir ehlinden kimse kalmamıştır. Yine, Harre Vakası'nda öldürülen Medinelilerin hatırası insanların zihninde daima canlı kalmış, vefat edenlerle ilgili menkıbeler dilden dile söylenile gelmiştir. Medine evlerinde Hare'ye yakılan ağıtlar uzun süre devam etmiştir.
Nakledilen rivayetlerde göze çarpan diğer bir hususta, bu facia esnasında bin bakirenin tecavüz edilerek bekaretinin bozulmuş olduğudur. Taberi'de bu konu ile ilgili herhangi bir rivayetin olmamasına rağmen, İbn Kesir, bu hadisenin ardından bin kadının kocası olmadığı halde babası belli olmayan çocuklar dünyaya getirdiklerini ifade eder. Yakut el-Hamevi ise, bu sayıyı sekiz yüz olarak verir ve burada bu tecavüz dolayısıyla doğan çocukların "Evladü'I-Harre” (Harre Çocukları) adı ile anıldığını söyler. Rivayetlerde abartı ve aynı şekilde kavmi asabiyet, mezhep, taraftarlık endişesi olduğu kuşkusu hep var olmuştur. Bununla birlikte İslam tarihine kara bir leke olarak düşen Kerbela’dan sonraki en önemli savrulmadır.
İbn Said ve İbn Hazınsın rivayetlerine göre ise, bu işgal sırasında halk, korku içerisinde evlerine kapandı, namaz kılmak için mescide bile gidemedi. Bu süre içerisinde ezan okunmadı ve namaz kılınmadı. Mescitten hiç ayrılmayan Said b. el-Müseyyeb, Peygamber'in kabrinden gelen ezan sesiyle mescitte tek başına namaz kıldı. Müslim, onu öldürtmek istedi, ancak, Amr b. Osman ile Mervân b. Hakem’in araya girmesiyle öldürmekten vazgeçti. Yine bu işgal sırasında, Şam askerleri atlarıyla Mescid-i Nebevi'ye girdikleri ve hayvanlarını oraya bağladıkları yolunda rivayetler var.
Medine'nin işgal edilmesi ve üç gün süre ile yağmalanmasından sonra, Müslim b. Ukbe, Medine halkından, kayıtsız ve şartsız Yezid'in köle ve cariyeleri olarak, canları, malları ve eşleri hakkında Yezid'in dilediği gibi hükmetmesini kabul etmeleri şartı ile biatlarını almıştı. Bu esnada Kureyş'ten iki kişiyi Müslim b. Ukbe'ye getirdiler. Kendilerinin bu şartlarla Yezid'e biat etmelerini isteyen Müslim b. Ukbe'ye: "Biz ancak Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti üzerine biat ederiz" deyince Müslim, her ikisinin de öldürülmesini emretmişti.
Medaini'nin rivayetinde, Said b. el-Müseyyeb'i Müslim'e getirdiler. Müslim ona: "Biat et!" deyince, o: "Ben Ebûbekir ile Ömer'in yolundan gidecek emire biat ederim” dedi. Bunun üzerine Müslim Said'in öldürülmesini istedi ise de orada bulunanların onun deli olduğuna şahitlik etmeleri üzerine bundan vazgeçti.
İbn Kesir, İbn Abbas'a nispet edilen bir haberde Harre Vakası'na Kuran'dan bir ayetin delalet ettiğini iddia eden bir rivayeti serdetmektedir. İbn Abbas, Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense, mutlaka buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı" ayetinin tevili altmış senesinin başında ortaya çıktı. Ayette geçen "Buna mutlaka girişirlerdi" lafzı "Bunu mutlaka kabul ederlerdi" demektir. Bu da Hariseoğulları'nın Şam ordusunun Medine'ye girmelerine yardımcı olmalarına işaret etmektedir şeklinde tefsir edilmiştir.
Harre Vakası, kendisinden önce vuku bulan Kerbela hadisesi ile beraber o andaki Müslümanların olduğu gibi, günümüze kadar ulaşan tarihi seyir içerisinde tüm Müslümanların da derinden etkilemiş ve gönüllerinde kanayan bir yara olarak kalmıştır. İşte bu nedenledir ki, önde gelen İslâm tarihçileri ve diğer İslâm alimleri, dönemin halifesi olması nedeniyle bütün bu hadiselerin tek sorumlusunun Yezid b. Muaviye olduğu noktasında birleşmişlerdir. Gerçekten de bu noktadan bakıldığında gerek Kerbela olayının ve gerekse Hare olayının emirlerinin Yezid'den çıktığını görmekteyiz. Her ne kadar durum böyle ise de her iki konuyla ilgili rivayetlerin farklı, çelişkili ve bir takım abartı ayrıntı unsurları taşımaları, bu konuda kesin bir hüküm verilmesini zorlaştırmakla birlikte her iki vahşeti Yezid’in uygulattığından kuşku yok.
Konu ile ilgili olarak, birtakım hadislerden bahsedildiğini ve bunların Beni Qureyze olayında olduğu gibi zayıf hatta çoğunun uydurma olduğu gözönüne alınacak olursa, tarih kaynaklarında serdedilen rivayetlerin sıhhati konusu insanı tereddüde sevk etmektedir. Rivayetleri göz önünde bulundurarak, ittifak edilen birtakım hususları şu şekilde sıralayabiliriz. İlk önce, Medine halkı diğer bazı sebeplerin yanında, Yezid'in halifeliğini kabul etmişlerdir. Bu kabul etmeyiş beraberinde isyanları getirmiştir. Yezid, kendini meşru bir halife görüp, kendisine karşı çıkanları halifeye başkaldıranlar ve isyancı sayıp şiddetle, zorla itaat altına alma yoluna gitmiştir. Yezid, Medinelilerle arasındaki problemi sulh yoluyla çözmek için uğraşmış, ancak bunda başarılı olamamıştır. Medine'ye ordu göndermeden önce, elçiler göndermesi ve komutanı Müslim b. Ukbe'ye emir verirken, Medinelilere üç gün mühlet verip onların itaat etmelerine fırsat vermesi bu düşüncenin tezahürleri olarak görülebilir. Ancak bunun yanında, itaat reddettikleri takdirde Medine'ye saldırılması, ordunun üç gün süre ile serbest bırakılması ve bu süre içerisinde ele geçirilen her şeyin orduyu ait olduğu beyanı da aynı emir içerisinde bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslim'in, Yezid'den almış olduğu emirleri aynen uygulamış olduğunu görüyoruz. Medinelilerse üç gün süre vermiş, bu süre sonunda Medine'yi işgal etmiş ve ordusunu üç gün serbest bırakmıştır. Bu serbestiyet içerisinde orduda bulunan askerlerin, birçok insanı öldürmüş, malları yağmalamış ve zulümlere, tecavüzlere varan birtakım uygulamalarda bulunmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Yine Medinelileri Yezid'e biat konusunda zorlamış, hatta bu konuda zor kullanıp, biatten kaçınanları öldürmüştür. Zaten ordunun buraya geliş amacı da esas itibariyle budur. Medine'deki isyan hareketinin tamamen bertaraf edilmesiyle de ordu Mekke'ye yani Abdullah b. Zübeyr üzerine yürümüştür.
Diğer taraftan Yezid, kendisini ümmetin halifesi yani devlet başkanı olarak görüyor, kendisine karşı ortaya çıkan isyan hareketlerini bir fitne faaliyeti olarak kabul ediyor ve bu nedenle onların itaatlarını temin edinceye ve toplumun birliğini sağlayıncaya kadar onlarla savaşma hakkına sahip olduğuna inanıyordu. Aynı düşüncelere sahip olan Müslim b. Ukbe de ölmeden kısa bir süre önce şu cümleleri söylemişti: "Allah’ım, ben Allah’tan başka bir ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah’ın elçisi olduğuna yaptığım şehadetten ayrı olarak, Medine halkını öldürmekten çok ahirette sevabını umduğum hiçbir amel işlemiş değilim. Eğer buna rağmen Cehennemle girersem demek ki, şakî bir kimseyim".
Yezid b. Muaviye ve Harre olayı hakkında çağdaş İslâm tarihçileri de farklı mütalaalarda bulunmuştur. Yusuf el-Uşş, olayı rivayetlere dayandırarak anlattıktan sonra şu ifadelere yer vermiştir: “Yezid’in, Müslim b. Ukbe'ye yapmış olduğu bu tavsiye çok şiddetli idi. Çünkü, Medine halkının mallarının ve Medine'nin üç gün süre ile yağmalanmasını emrediyordu. Bu ise İslâm'ın yasakladığı bir durumdu. Ancak Yezid, bunu şarta bağlamış ve eğer Medineliler kılıçlarını bir tarafa bırakıp teslim olurlarsa herhangi bir şey yapılmamasını ve Mekke'ye gidilmesini emretmişti. Bu durum da onun, Medine halkı konusunda kararsızlığını ve onları düşündüğünü ortaya koymaktadır. Hasen İbrahim Hasen ise, konu ile ilgili olarak şu ifadelere yer verir: "Müslim, ihtiyar olmasına rağmen hareket etti ve Medine’yi kenar mahallesi olan Harre tarafından kuşatarak işgal etti. Şehri yağma ve talan etmesi için ordusuna üç gün izin verdi. Kendisi ve askerleri öldürme, yağma ve zulümde çok aşırı gittiler. Bu sebeple Müslim'e "müsrif' lakabı verilmiştir. İbn Tiktaka konu ile ilgili olarak, diğer eserlerde görmediğimiz bir şekilde şöyle demektedir: "Bu olaydan sonra, Medine erkekleri kızlarını evlendireceklerinde bekaretleri konusunda garanti veremiyorlardı. Bu da Harre Vakası'nda geçen olaylardan dolayı idi".
Tarihte yaşanmış bu dehşet verici olaylar mezheplerin fıkıhlarını şekillendirmiş, biat, ululemre itaat, başkaldıranın katledilmesi, başkaldıranların mürted, muharip, müşrik olarak vasıflandırılıp öldürülmeleri gibi konulara referans olmuştur. Tarihte, düşünen, sorgulayan, araştıranların başına gelenler tamamen sultanların kendilerini Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak görmelerinden dolayıydı. İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu bu zilletin köklerinde ne yazık ki böylesine izahı imkansız olan zulümler yatmaktadır. Geçmişiyle yüzleşmekten korkan ve sorgulamanın yerine geleneği olduğu gibi kabul eden kesimler ya bütün bu olanları kaderle yorumlayıp teslimiyetçi alana çekmeye veyahut gelenek olduğu üzere o hadiselerin günümüzde yaşadıklarımıza sebep olduğunu görmezlikten gelmeye çalışmışlardır.
(Derleme)