Kitap Yayınevi

Kitap Yayınevi Kitap Yayınevi Mayıs 2006’da Avrupa Birliği/Ramses II programı çerçevesinde oluşturulan Beşeri ve Sosyal Bilimler Ağına Türkiye’den üye kabul edildi.

Yayın Yönetimi : Çağatay Anadol
Tanıtım ve Halkla İlişkiler : Fatma Füsun Kiper
Satış-Pazarlama : Güngör Tekgümüş
Kitap Tasarımı : Yetkin Başarır/ BEK Tasarım
Tel : (212) 294 65 55
Faks : (212) 294 65 56
Mobil : (533) 340 94 46
e-mail : [email protected]
web adresi : ww

w.kitapyayinevi.com

Kitap Yayınevi Eylül 2002’de Çağatay Anadol, Füsun Kiper ve Lokman Şahin tarafından kuruldu. Popüler-akademik nitelikteki kitaplarını Tarih ve Coğrafya, İnsan ve Toplum, Doğa ve Bilim, Anı ve Yaşam, Sahaftan Seçmeler, Başvuru Kitaplığı adlı diziler altında yayınlıyor. Eserlerini yayınladığı önemli tarihçiler arasında Suraiya Faroqhi, Ahmet Yaşar Ocak, Peter Burke, Carlo Cipolla, Carter Findley, Reşat Kasaba, Hakan Özoğul, Mary Işın, Marianna Yerasimos, Charles King var. Osmanlı coğrafyasına ilişkin seyahatnameleri Türkçeye kazandırmaya önem veren yayınevi şimdiye kadar başta Stephanos Yerasimos’un editörlüğünü yaptığı Tavernier, Tournefort ve Tevenot seyahatnameleri olmak üzere bu türde birçok eser yayınladı. Bu alanda yayınladığı eserlerin sonuncusu 1802’de İstanbul’a gelen Ulrich Jasper Seetzen’in İstanbul Günlükleri ve Anadolu’da Yolculuk adlı iki ciltlik eseri. Kitap Yayınevi, doğru çeviri ve titiz editoryal çalışmaya büyük önem veriyor. 2004’te Dünya Kitap Dergisi’nin organizasyonuyla verilen “Yılın Yayınevi” ödülünü aldı. Kitap Yayınevi bir yandan da Helikopter markası altında edebiyat alanına girdi. Yayınevinin bu alandaki ilkesi klasikleşmiş yazarların eserlerini iyi çevirilerle okurlara aktarmak. Helikopter’in eserlerini yayınladığı yazarlar arasında Shakespeare, Echenoz, Turgenyev, Dostoyevski, Yourcenar, Hawthorne, Gogol, Levi, Vittorini, Tolstoy, Maurois, Stendhal var. Online sipariş için tıklayınız: http://kitapyayinevi.com/

Hazırlayan: Ahmet Yaşar135 sayfa1.Baskı: Ekim 20094.Baskı: Eylül 2024Kahvehane; Kültürel birikim ortamı, sosyalleşme mek...
06/11/2024

Hazırlayan: Ahmet Yaşar
135 sayfa
1.Baskı: Ekim 2009
4.Baskı: Eylül 2024

Kahvehane; Kültürel birikim ortamı, sosyalleşme mekânı ve siyasi iktidar karşısında halkın sesini duyurabildiği bir kamusal alan… Osmanlı toplumunda 16. yüzyıl ortalarında bir şehir mekânı olarak gelişen kahvehaneler, yepyeni bir sivil deneyimin gelişmesine katkıda bulundular. Değişik zümrelerden ve kültür seviyelerinden insanların kahve içmek ve sohbet etmek amacıyla gittikleri bu yerler, kısa zamanda toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir konuma geldi. Bu kitap, beş akademisyenin bu konudaki çalışmalarını bir araya getiriyor. Makalelerin en önemli ortak yanı “kamusal alan” kavramsallaştırmasının bir çeşit eleştirisi ve Osmanlı’da kahvehane kamusallığını anlama çabası. Selma Özkocak; kahvehanelerin gelişiminin daha geniş ölçekli gelişmelerle, örneğin 16. yüzyıl ve sonrasında artan şehirleşme, şehre göç ve bunun bir sonucu olarak sosyalleşmedeki yükseliş ve bütün bunların da özel alanın ve daha çok ev yaşamına ait geleneksel konukseverlik yapısının dönüşümü ile ilişkilendirilmesinin önemini vurguluyor. Uğur Kömeçoğlu; kahvehaneleri Sennett’in “aktör olarak insan” biçiminde kavramsallaştırması ve kamusal alanın bir sosyallik formu olarak okunması üzerinden irdeliyor ve bu mekânda gerçekleşen meddah, karagöz, ortaoyunu, âşık gösterileri gibi toplumsal performansları mekânsal ve eleştirel kamusallığın öğeleri olarak sunuyor. Ahmet Yaşar; kahvehanelerin, Osmanlı İstanbul’una girişi sırasında ve sonrasında devlet erkânı ve ulema arasındaki kötü şöhretini inceliyor ve siyasi iktidarın kahvehane kamusallığı üzerindeki kontrolünü irdeliyor. Ali Çaksu; 1826 yılına kadar Osmanlı siyasetine belirgin biçimde yön veren yeniçerilerin kahvehanelerle ilişkilerini inceliyor ve yeniçeri kahvehanesinin kahve ve tütün içilecek bir yer olmasının yanısıra bir edebiyat salonu, isyancı karargâhı, karakol, tekke, iş bürosu ve mafya kulübü gibi işlediğini örneklerle ortaya koyuyor. Cengiz Kırlı ise 1840-1845 yıllarına ait “havadis jurnalleri” adını taşıyan bir dizi belge üzerinden, mezkûr dönemde sıradan İstanbul insanının kahvede, sokakta, çarşı ve pazarda ve hatta evlerinde yaptıkları sohbet ve dedikoduları inceliyor.

Roger A. DealÇeviri: Zeynep Rona176 sayfa1.Baskı: Mart 2017İnsan ve Toplum DizisiOnline sipariş için tıklayınız https://...
02/10/2024

Roger A. Deal
Çeviri: Zeynep Rona
176 sayfa
1.Baskı: Mart 2017
İnsan ve Toplum Dizisi

Online sipariş için tıklayınız https://www.kitapyayinevi.com/namus-cinayetleri-ve-sarhos-kavgalari

Namus cinayetleri, kabadayı-külhanbeyi çatışmaları, sarhoş kavgaları, gasp ve hırsızlık. Şehir sakinlerinin büyük çoğunluğu bu olaylardan etkilenmemekle birlikte, sıradan şiddet suçları, 19. yüzyıl sonu İstanbul’unda olağan günlük olaylardandı. Bunların büyük bölümü, kabadayı ve külhanbeyi ya da çeşitli mülteci ve göçmen toplulukları gibi her birinin kendine özgü şiddet standartları olan belli alt kültürlerin ürünüydü. Diğer şiddet olaylarının kökeninde ise açgözlülük, öfke, cinsellik gibi daha evrensel dürtüler bulunuyordu. Öte yandan bu dönemde devlet giderek artan oranlarda şiddetin denetimini tekeline almıştı, insanların çoğu devletin şiddet tekelini benimsemişti ve şiddete doğrudan karşılık vermek yerine polis ve adalet sisteminden yardım istiyordu. Bazıları için şiddet, başkalarına hükmetmek, statü kazanmak ya da zenginleşmek için bir araçtı. Başkaları için yalnızca bir eğlence. İstanbul bir çok açıdan eşsiz bir kentti. Etnik açıdan çok bileşenli bir imparatorlukta kesişen bütün yolların kavşağında yer alması, ekonomik durumu, karmaşık ve sürekli değişken nüfus yapısı ve en önemlisi tarihi, onu imparatorluğun olduğu kadar dünyanın diğer büyük kentlerinden ayırıyordu. İstanbul aynı zamanda bir dünya şehriydi ve başka kentlerle birçok ortak özelliğe sahipti ama kentteki şiddet olaylarının çoğunu biçimlendiren özel etkenler de bulunuyordu. Örneğin kabadayılar yalnızca Osmanlı kentlerinde vardı ve kabadayı ve külhanbeyi kültürünün tuhaf bir karışımı da anlaşılan yalnızca İstanbul’da. Arşiv belgelerine, dönemin gazete haberlerine ve popüler tarih kitaplarına dayanan bu kitap, II. Abdülhamid dönemi Osmanlı başkentindeki şiddetin yapısı ve kaynakları üzerine hazırlanmış çok değerli bir bilimsel değerlendirme. Roger Deal, doktora çalışmasını Utah Üniversitesi’nde yaptı, Montana Üniversitesi, Calgary Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi gibi çeşitli kurumlarda çalıştı. Halen Güney Carolina Aiken Üniversitesinde öğretim üyesi. İlgi alanı geç Osmanlı toplumsal tarihi, özellikle de suç ve ceza adaleti sistemi.

Lütfü Şimşek196 sayfa1.Baskı: Mayıs 20112.Baskı: Haziran 2017İnsan ve Toplum DizisiISBN : 978-605-105-066-9Bu kitap, 19....
20/09/2024

Lütfü Şimşek
196 sayfa
1.Baskı: Mayıs 2011
2.Baskı: Haziran 2017
İnsan ve Toplum Dizisi
ISBN : 978-605-105-066-9

Bu kitap, 19. yüzyıl Avrupa'sında toplumun "bilimsel" olarak incelenebileceği iddiasıyla kurulan sosyal bilimlerin günümüzde yaşadıkları bunalımdan hareketle sosyal bilimlerin doğası sorunu üzerine yapılmış felsefi bir tartışmadır. Çalışmamızda bu bunalımın felsefe-bilim ayrımının mutlaklaştırılmasından kaynaklandığını göstermeye çalıştık. Felsefesiz bilim yapılabileceği yanılgısına yanıt olarak, öncelikle çağdaş bilim kavramının kendisinin bir felsefe yorumu olduğunu öne sürdük. Felsefi açıdan bakıldığında çağdaş bilimler, 19. yüzyıl Avrupa'sında rasyonalist-ampirist felsefe geleneğinin pozitivist yorumu üzerinde kurulmuşlardır. Başka felsefeler de vardır ve başka 'bilim'ler mümkündür. Ancak, felsefeyi gereksiz bir uğraş gibi gören günümüz bilimleri felsefi temellerini eleştirel bir sorgulamanın konusu yapamadıkları için mutlaklaştırdıkları tarihsel kavramların tutsağı olmuşlardır. Sosyal bilimlerin temel probleminin felsefesizlik olduğu iddiası bu kitapta iktisat örneğinde temellendirerek felsefe-bilim ayrışmanın başladığı yerde sosyal bilimlerin de tıkandığı gösterilmektedir.

Mehmet Zeki İşcan312 sayfa1. Baskı: Ekim 20067. Baskı: Eylül 2024İnsan ve Toplum Dizisi İslam düşüncesinin tarihte yaşad...
13/09/2024

Mehmet Zeki İşcan
312 sayfa
1. Baskı: Ekim 2006
7. Baskı: Eylül 2024
İnsan ve Toplum Dizisi

İslam düşüncesinin tarihte yaşadığı ve günümüze de miras kalan en büyük bunalımı, hayatın problemlerini kendi içsel bütünlüğü içinde değerlendirmek yerine "nas"tan hareket ederek çözmeye çalışmaktan kaynaklanıyor. Sanki hakikat geçmişte belirlenmiş; 'din' Allah ve resulünün kutsadığı ilk nesiller eliyle tamamlanmış; selef asrında İslam ümmetinin ihtiyaçlarına dayanan en faydalı meseleler çözülmüş; bütün beşeri ihtiyaçlar temin edilmiş, doğrudan bizim çözmemize bağlı hiçbir mesele bırakılmamıştır. Cevherin tükenmiş olduğu böylece kabul edildiği için, insanın yaratıcı orijinalliğine bağlı bir değişim ve gelişimin dinsel temeli, İslam düşüncesinde hâkimiyet kuramamış görünüyor. İnsan böyle bir düşünce düzlemi içinde adeta Allah tarafından üzerine dil, ahlak, hakikat fikri yapıştırılmış olan aciz, şahsiyetsiz, kendiliğinden bir şey yapmaya kabiliyeti olmayan bir heykel, bir taş parçasıdır. Mutluluk gelecekte görülmediği için onu geçmişteki bir "altın çağ"da tahayyül etmek doğaldır. Oysa İslamın saf halinin yaşandığı, en sahih ve komplekslerden en uzak bulunduğu, mezheplerin ortaya çıkmadığı, dolayısıyla birliğin bozulmadığı, diğer milletlerin kültürlerinin İslama girmediği, bunun da ötesinde dinin asıllarını anlamada bir idrak ve düşünce birliğinin olduğu "ideal bir devir" farz etme, günümüz Müslüman bilincinin zaaflarından, yanılgılarından en önemlisidir. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Zeki İşcan, İslam'ın "pişmiş ve kotarılmış" bir sistem, alelade bir formüller serisi, bir kimlik bildirim formu olarak ruhsuz bir makine haline getirilişine etki eden dinsel söylemlerden birinin tarihsel kökenlerini araştırıyor ve "radikal İslam" olarak bilinen anlayışların hangi zeminlerden kaynaklandığını aydınlatıyor.

Online sipariş için tıklayınız https://www.kitapyayinevi.com/selefilik

François WeilÇeviri : Neslişah Başaran352 sayfaŞubat 2013Online sipariş için tıklayınız kitapyayinevi.comEfsanevi özgürl...
06/09/2024

François Weil
Çeviri : Neslişah Başaran
352 sayfa
Şubat 2013

Online sipariş için tıklayınız kitapyayinevi.com
Efsanevi özgürlük limanı, Amerika'nın kapısı, kıtanın bankası, kültürler mozaiği, bir süper gücün hem başarılarının hem de onu lime lime eden gerilimlerinin simgesi, her şeyden evvel kapitalizmin çocuğu New York. Hudson kıyılarındaki bu liman şehri sürekli eşik atladı. Rıhtımları, atölyeleri ve bürolarıyla önce kısa sürede bir ticaret cennetine dönüştü sonra da dünya ekonomisi hâkimiyet yarışında Londra'nın rakibi haline geldi. İlk gökdelenleri 19. yüzyıl sonlarında Wall Street yakınlarında yükselirken, 1900 ile 1940 yılları arasında nüfusu iki katına çıktı. Küçük İtalya'sı, Aşağı Doğu Yakası'ndaki Yahudi mahallesi ve Harlem'i ile bu kent kozmopolitlik açısından ikinci bir Babil. Kimilerine göre düşsel, kimilerine göre Dantevari özellikler taşıyan görünümü modernliğinin tek dayanağı değil; bunun sırrı kendi çelişkilerinin üstesinden gelebilme ve kendini yenileme becerisinde yatıyor. New York eğlence endüstrisinin, Broadway tiyatrolarının ve Coney Island'daki eğlence parklarının yaratıcısı olduğu gibi iletişimin de başşehri. Avangardın kalbinin attığı yer, cazın ve fikir dünyasının merkezi New York tüm dünyadan sanatçı ve entelektüelleri ağırladı ve giderek daha büyük bir çekim gücü kazandı. Artık evrensel kültürün merkezi ve Amerikan rüyasının tipik örneği haline gelmiş olan kent hâlâ yeni göçmenleri kendine çekiyor. Efsanevi mimar Le Corbusier onu şöyle tanımlamıştı: "New York tamamlanmış değil, sürekli oluş halinde bir şehir." New York'u gezerken ayrıntılı kent dizini ile sokak sokak, meydan meydan size rehberlik edecek bir kitap bu. François Weil, Paris'teki École des Hautes études en Sciences Sociales'de (EHESS, Sosyal Bilimler Yüksek Okulu) öğretim üyesi ve Amerikan tarihi uzmanı.

Şenay Özdemir Gümüş151 sayfa1.Baskı: Eylül 2019 Osmanlı Devleti’nde İstanbul Boğazı, Tuna Nehri, Azak gibi yerler ilk ak...
02/09/2024

Şenay Özdemir Gümüş
151 sayfa
1.Baskı: Eylül 2019

Osmanlı Devleti’nde İstanbul Boğazı, Tuna Nehri, Azak gibi yerler ilk akla gelen balıkçılık merkezleri olmakla birlikte küçük göl, dere, çay gibi balık avlanabilen her yerden beslenme veya satış amacıyla istifade edilmiştir. Deniz, göl veya nehirlerde Osmanlı balık avcılarının (sayyad-ı mahi) en yaygın biçimde kullandıkları av araç-gereçleri, özellikle kıyı sularındaki balıkların avında kullanılan dalyan ve ığrıp ağı ile daha açıklarda kayıklardan bırakılan ağlar ve oltalar olmuştur. Balık avcıları da kullandıkları av araç-gerecine göre dalyancı, ığrıbcı vb. şeklinde adlandırılmaktaydı. Bu çalışmada Osmanlı sularındaki balıkçılık faaliyetleri av araç-gereçlerinin avlanma hakkı ve vergilendirme üzerindeki etkileri çerçevesinde incelenmektedir. Dalyan ve ığrıp ağlarıyla avlanılan yerler (voli) aynı zamanda özel bir tasarrufun söz konusu olduğu av alanlarını oluşturmaktaydı. Suların kıyı hattındaki av alanları olarak dalyan ve voliler Osmanlı Devleti’nde miri, mülk ve vakıf statüsündeydi. Bu statüler ise söz konusu av alanlarında mutasarrıflarına özel bir avlanma hakkı vermekteydi. Av alanları statülerinin Osmanlı Devleti’nin ticari amaçlı balık avından tahsil ettiği verginin miktarı üzerinde de etkisi vardı. Dalyan ve voliler balık avı vergisini içeren mali ünitelerin sınırlarının belirlenmesinde de rol oynamaktaydı. Çalışmamızda dalyan ve volilere tanınan tasarruf hakkı kapsamında Osmanlı Devleti’nin sularında balık avlama hakkını nasıl düzenlediği, bu sularda yabancıların avlanma hakkı, suların sınır oluşturduğu bölgelerde balık avıyla ilgili uygulamalar, balık avından alınan verginin miktarı ve tahsili konuları ele alınıyor. Kitapta son olarak balık satışı ele alınıyor ve sattıkları ürüne göre farklılaşan taze balıkçı esnafı ile tuzlu balıkçı esnafı hakkında bilgilere yer veriliyor. Şenay Özdemir Gümüş Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi.

Ahmet Yüksel568 sayfa1.Baskı: Mart 20132.Baskı: Nisan 2017Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)2014 Sosyal Bilimler Telif Öd...
28/08/2024

Ahmet Yüksel
568 sayfa
1.Baskı: Mart 2013
2.Baskı: Nisan 2017
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)
2014 Sosyal Bilimler Telif Ödülü

Osmanlılar, kuruluş yıllarından itibaren istihbarattan istifade ettiler.. Bazen saltanat mücadeleleri etrafında, kimi zaman diplomaside, ama en çok askerî hareketlilik sırasında... Osmanlı eliti, etraflarında veya sınırlarının ötesinde gelişen askeri-siyasî olaylardan bir şekilde haberdar olmaya çalıştı, büyük güç olmanın bir yansıması, hayır, zorunluluğu olarak... Beklenmedik kesinti devreleri dışarıda tutulacak olursa, zorunluluk çok defa yerine getirildi; casuslar, tebdiller, tacirler, yolcular, esirler, tercüman ve gemiciler vasıtasıyla... Hepsinden istifade etme şekli farklıydı ve hiçbir zaman sağladıkları bilgi tek başına mutlak doğru olarak kabul görmedi. En azından birinin ötekini teyit etmesi gerekiyordu... Osmanlı istihbarat çalışmalarının en tanıdık yüzü casuslardı ve kadrolu bir imparatorluk memuru statüsüne sahip olmaya yaklaşmışlardı, en çok da II. Mahmud zamanında... Karşı istihbarat faaliyetlerini engellemenin en az istihbarat çalışmaları kadar önemli olduğu gerçeği de anlaşılmıştı. Osmanlı istihbaratının daha birçok hususiyeti vardı, zorluk ve eksiklikleri de... Bunları aşmak için neler yapıldı? Zorluklar aşıldı, eksiklikler tamamlandı ve doğru bilgiye ulaşıldı mı? Osmanlı istihbaratı hakkındaki daha nice soru ve sorunların cevaplarının çoğunu bu kitapta bulacaksınız. Ahmet Yüksel Cumhuriyet Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi. Osmanlı tarihine ilişkin birçok akademik makalesi ve Zaralı Mahir Paşa isminde bir kitabı var.

Alberto Fabio AmbrosioÇeviri : Ayşe Meral350 sayfaŞubat 2013İnsan ve Toplum Dizisi ISBNhttps://www.kitapyayinevi.com/bir...
23/08/2024

Alberto Fabio Ambrosio
Çeviri : Ayşe Meral
350 sayfa
Şubat 2013
İnsan ve Toplum Dizisi ISBN

https://www.kitapyayinevi.com/bir-mevlevinin-hayati

Osmanlı manevi dünyasının simgesel simaları olan Mevlevi dervişleri yüzyıllardır insanları etkiliyor. Mevlana'nın 13. yüzyılda kurduğu Mevleviye tarikatı şimdiye kadar pek çok kapsamlı araştırmaya konu olsa da dervişlerin hayatları, adapları ve ayinleri pek fazla bilinmiyor. Mevlana'nın önemli yorumcularından Ankaravî İsmail Rusûhî Efendi'nin mistik yolculuğunu temel alan bu araştırma, Osmanlı iktidarının çöküşünün nedenlerini tarikatlarda aradığı bir dönemde sufiliği ele alıyor. İstanbul Galata Mevlevi Tekkesi'nin, etkileri günümüze kadar süren ilmî ve mistik eserler kaleme almış şeyhi Ankaravî, bir yandan dervişleri savunan diğer yandan da gerçek bir mistik yolculuk rehberi olan Minhacu'l-fukara'nın da yazarı. Alberto Fabio Ambrosio, Mevlevi dervişlerin adaplarını anlamaya imkân veren metinlerin tümünü, biçimleri ve yapılarıyla bu kitapta bir araya getirip inceliyor. Eser okurlara Mevlevi yolun tarihine ve semboliğine giden apaydınlık bir yolculuk imkânı sunuyor. Türk tarihi ve Osmanlı sufizmi alanında uzman olan Dominiken Rahip Alberto Fabio Ambrosio İstanbul'da yaşıyor. Dominiken Enstitüsüne (DOSTİ, Dominican Studies Institute) bağlı olan yazarımız, İFEA (Anadolu Araştırmaları Fransız Enstitüsü) ve CETOBAC'ta (Osmanlı, Balkan ve Orta Asya Araştırmaları Merkezi, Paris) araştırmacı, Gregoryen Üniversitesi ve Thomas d'Aquinas Üniversitesi gibi Kiliseye bağlı üniversitelerde ders veriyor. Fransızca, İngilizce ve İtalyancada çok sayıda eseri var.

Hristo BrızitsovÇeviri ve Sunuş: Hüseyin Mevsim112 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Eylül 20212.Baskı: Temmuz 2024Yeni bir yüzy...
13/08/2024

Hristo Brızitsov
Çeviri ve Sunuş: Hüseyin Mevsim
112 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Eylül 2021
2.Baskı: Temmuz 2024

Yeni bir yüzyılın başında Boğaziçi’nde hayata gözlerini açma ve çocukluğun gamsız yıllarını payitahtın orta yerinde geçirme ayrıcalığı, yazmaya meyilli her insan için bulunmaz bir nimet olmalı. Bulgar gazeteci ve hatırat yazarı Hristo Brızitsov, bir dini kurumun yayın organı olan gazetede çalışan bir babanın oğlu olarak Ortaköy’de dünyaya geldi (1901), daha sonra da Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi) üzerindeki Rumeli Han’da Balkanlı, batılı, modern ve milli olduğu kadar Levanten, doğulu, geleneksel ve kozmopolit olan bir ortamda buldu kendini. Hristo’nun çocukluğu ve ilkokul öğrenciliği İkinci Meşrutiyet, Birinci ve İkinci Balkan Savaşları gibi sarsıcı olayların yaşandığı bir döneme denk geldi. İkinci Balkan Savaşından sonra doğduğu şehirden ayrılarak ailesiyle yerleştiği Sofya’da baba mesleğini sürdürmeye karar kıldı. 1930’lara gelindiğinde ülkesinin seçkin gazetelerinde genel yayın yönetmenliğine yükselmişti, basın alanında birçok yeniliğe imza attı. Eylül 1944’te iktidarı ele geçiren yeni rejimin hışmına uğradı ve idam edilmekten bir tesadüf sonucunda kurtuldu; çarptırıldığı ömür boyu hapis cezasının dokuz yılını çekti, uzunca bir zaman yazması yasaklandı. Yazmaya izin verildiğinde de, 1980’deki vefatına kadar büyük bir üretkenlik sergileyerek hatırat ağırlıklı eserler kaleme aldı. En sevdiği ve tekrar tekrar dönerek yeniden ve farklı açılardan ele aldığı konu, doğduğu ve çocukluğun altın çağını geçirdiği İstanbul ve özelde Ortaköy ve Pera oldu. Yaza yaza bitiremediği İstanbul’u odağına alan eserleri büyük ilgi gördü ve yüksek tirajlı yeni baskılara ulaştı. Belleğin, yıllar geçtikçe daha da derinleşen dipsiz kuyusundan kazdığı yeni hatıra katmanlarından oluşan bu eserler arasında Bir Çocuğun İstanbul Hatıraları ilk sırayı aldı. Eser, çocuk algısının narin ve yapmacıksız anlatımıyla payitahtın 20. yüzyıl başlarındaki halini canlandırmamıza, havasını teneffüs etmemize ve yeniden yaşamamıza keyifli bir vesile sunuyor. Eseri dilimize kazandıran Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesi.

Yüksel Arslan-Ferit Edgü271 sayfa1.Baskı: Ocak 2011 Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir ...
26/07/2024

Yüksel Arslan-Ferit Edgü
271 sayfa
1.Baskı: Ocak 2011

Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir deyişle bu kitap iki yazar-çizerin kitabı. Yazarın, resme olan düşkünlüğü kadar, çizer de yazına düşkün. Her ikisi de, ilk gençlik yıllarından beri kitap hastası, kitap kurdu. Daha ilk tanışmalarından itibaren (İstanbul 1955) sanatla ve yazınla olan ilgileri benzerlik göstermiş, aynı kitapları okuyup aynı soruları sormuşlar. Bugün, yarım yüzyıl sonra, benzemezliklerinde bile birbirlerinin benzeri olup çıkmışlar. Bakın Yüksel Arslan 1996’da ne yazmış?

Sevgili Edgü=Arslan,

Geçen gün (13.05.96) Galeri’de çok korktum. Bu ünlü otoskopi hotoskopi olgusuna maruz kalacağımı beklemiyordum. Michêele ve Selçuk’la konuşurken, bir an, salonun dibinde, 7-8 metre ötemde, birini gördüm ve kendi kendime dedim ki: “Bu benim.” Kendime doğru yaklaşırken, 3-4 metre kala, gördüm ki bu sendin. İnanılır gibi değil, ama gerçek! Şimdi düşünüyorum da, ne kendim ne sen! 10 yıldır karşılaşmak ve tanımak için çalıştığım İNSANOĞLU’nun kendisiydi bu!”

Ülkemizde pek sık karşılaşılmayan (sözcüğü her ikisi de sevmese de) entelektüel bir dostluğu yansıtıyor bu mektupların her sözcüğü. Dille oynamayı seven, kendilerine özgü bir humor anlayışı olan, birçok ünlü, ünsüz; yaşayan, ölmüş sanatçı, yazardan sözeden; yüzyıllar hatta binyıllaröncesinin sanatına, düşünürlerine gönderide bulunan, tabii sürekli birbirleriyle ve kendileriyle dalga geçmekten de bıkmayan bu iki dostun “mektup-metinler”ni yazınsal birer metin olarak okumak belki de en doğru yöntem. Yüksel Arslan’ın tüm mektupları, okunaklı el yazısıyla yazılmış ve hemen tümü resimli. Bu görsel nitelikleri dolayısıyla kitapta bunlardan bazılarına yer verdik.

Bahattin YamanHazırlayan: Murat Kocaaslan79 sayfa1.Baskı: Mayıs 20182.Baskı: Temmuz 2024Osmanlı padişahları da diğer hük...
25/07/2024

Bahattin Yaman
Hazırlayan: Murat Kocaaslan
79 sayfa
1.Baskı: Mayıs 2018
2.Baskı: Temmuz 2024

Osmanlı padişahları da diğer hükümdarlar gibi giyim-kuşama önem verir, lüks kumaşlardan dikilmiş gösterişli kıyafetler giyerlerdi. Osmanlı devlet geleneğinde ölen sultanların giysilerini bohçalayarak saklama geleneğinin olması, padişahların kıyafet zevklerini 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar kopmadan izlememize olanak sağlar. Başlangıcından 19. yüzyıla kadar padişah kıyafetleri incelendiğinde klasikleşen bir kıyafet tarzı dikkat çekmektedir: Başta sorgucuyla sarık, üstte kaftan, altta şalvar ve çizme. Değişen biçimleriyle bu tarz beğeni haline gelmiş ve adeta sembolleşmiştir. Küçük değişikliklerle bu giyim tarzı üç asır devam etmiştir. Bu klasik çizginin devam etmesinde en büyük rolü kumaş üretiminden kıyafetin hazırlanmasına kadar bütün safhalarda yer alan hassa kıyafet üretim birimlerinin oynadığı anlaşılmaktadır. Çünkü yıllar boyu oluşan tecrübeler bu birimler içinde kesintisiz olarak bir sonraki nesle aktarılmıştır. Ancak 19. yüzyıldan ve özellikle II. Mahmud’dan sonra bu klasik çizginin terk edildiği ve Batı tarzı kıyafetlerin kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Bu değişimde dikkat çeken nokta ise üç asır devam eden hassa kıyafet birimlerin lağvedilmesinin bu döneme yani 19. yüzyılın başına denk gelmesidir. Osmanlı Devleti’nin önemli özelliklerinden biri de arşivciliğe verilen önem açısından döneminin önde gelen devletlerinden biri olmasıdır. Devlet yaptığı her işlemi kayıt altına almış ve bu kayıtlar asırlarca muhafaza edilmiştir. Bu kayıtlar sayesinde kıyafet üretim birimlerini de üç yüzyıl boyunca takip etmek mümkündür. Büyük ölçüde siyakat hattı ile yazılmış ilgili belgelerde teşkilatın adı, kapsadığı tarih, grup isimleri, gruplarda çalışanların isimleri ile aldıkları yevmiyeler gibi ayrıntıların bulunması teşkilatın çalışma sistemiyle ilgili bize çok yararlı bilgiler sağlamaktadır. Bahattin Yaman Osmanlı saray kıyafetlerini, bunlara üç asır boyunca damgasını vuran hassa kıyafet birimlerinin arşiv belgeleri ışığında ve Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bu birimlerin ürettiği kıyafetlerden örneklerle ele alıyor.

Rüya Kılıç125 sayfa1.Baskı: Temmuz 20182. Baskı: Temmuz 2024Elinizdeki eser, Osmanlı son dönemi ve erken Cumhuriyette in...
22/07/2024

Rüya Kılıç
125 sayfa
1.Baskı: Temmuz 2018
2. Baskı: Temmuz 2024

Elinizdeki eser, Osmanlı son dönemi ve erken Cumhuriyette intiharın kişisel, siyasal ve toplumsal anlamını sorguluyor. Siyasi iktidarların ve toplumun kınamadan acımaya varan ama her halükârda savaşılması gereken bir musibet olarak gördüğü intiharın gerçek ve kurgu dünyasındaki izi sürülürken mümkün olduğu ölçüde müntehirin (intihar edenin) sesinin de dinlenmesine dikkat ediliyor. Zira bugün olduğu gibi geçmişte de müntehir, intiharın insanın özel hayatını ve işini tehlikeye sokabilecek bir skandal sayılabildiğinin farkında olduğundan konuşmaya hiç de istekli değildir. İntihar çoğunluğun gözünde saygınlığı olan bir hastalıktan farklı olarak bir irade zayıflığı ve zorluklar karşısında zayıfların mağlubiyet ilanıdır. Kendilerini toplumsal düzenden sorumlu görenler için ise, kişisel bir felaketten ziyade gelecek nesilleri tehdit eden ahlaki, tıbbi ve toplumsal bir sorun olarak önem taşır. İntiharın bu çok yönlü özelliğini dikkate alan bu çalışmada sayılar ve genellemelerin hâkim olduğu bir yaklaşım yerine, insanların kendileri hakkında anlattıklarıyla diğer tarafların anlattıklarını bir arada vermeye, böylece konuya dair yaklaşım farklılıklarını göstermeye çalıştık. Böylece ümitsizlik ve kederin dünyası, ona ait algı, kanaat ve tecrübelerle birlikte bazen doğrudan bazen de dolaylı verilerin değerlendirilmesiyle tarihin konusu olabiliyor. Rüya Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nde Seyyidler ve Şerifler (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2005) ile Deliler ve Doktorları; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Delilik (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014) adlı eserleri yayınlandı. Çalışmalarını psikiyatri ve psikoloji tarihine odaklanarak Hacettepe Üniversitesinde sürdürüyor.
***
Habertürk Gazetesi
2 Şubat 2019
Kürşat Oğuz
Darülacezeliler “O müdürü istemezük” deyip tehdit etmişlerdi
“Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyette İstemli Ölüm Halleri”ni anlatan “İntiharın Tarihi” belki bilerek göz ardı edilmiş bir kitap. Ama söz konusu dönemin toplumsal yapısını intihar vakaları üzerinden okumak ve ahlaki-siyasi yapıyı böyle tartmak bakımından önemli. Rüya Kılıç’ın çalışmasının satır aralarında böyle sürpriz bilgiler de çıkıyor işte…

N. Defne Karaosmanoğlu190  sayfa1.Baskı : Eylül 20172.Baskı: Temmuz 2024https://www.kitapyayinevi.com/ “Yemek ile düşünm...
19/07/2024

N. Defne Karaosmanoğlu
190 sayfa
1.Baskı : Eylül 2017
2.Baskı: Temmuz 2024
https://www.kitapyayinevi.com/

“Yemek ile düşünmek iyidir.” Peki yemek ile neyi nasıl düşünebiliriz? Yemekle kültürel değişimi, dönüşümü, tarihi, coğrafyayı, milliyetçiliği, ırkçılığı, çok kültürlülüğü, kimliği, aktivizmi ve teknolojiyi düşündüğümüzde ilginç hikâyelerle karşılaşırız. Yemek kültürleri, coğrafyaları ve tarihi anlamak için bir araç olmakla birlikte, kimlikleri belirleyen, yaratan ve bozan; milletleri, dinleri, toplumları ve insanları birleştiren veya ayıran; sınırlar koyan veya sınırları tekrar ve tekrar yaratan veya yıkan siyasi bir olgudur. Hem ayrımcı ve ırkçı söylemlerin hem de birleştirici ve barışçıl söylemlerin bir aracı ve hatta yaratıcısıdır. Ulusların temsilinde önemli bir araçtır; milliyetçiliği besleyen, tetikleyen ve bazen de bertaraf etmeye çalışan bir mücadele alanıdır. Ayrıca yemek tarih yazar. Yemek, tarihi farklı bir dille, tatlarla ve kokularla anlatır; tarih egzotikleşir ve bizim olan, bizim tarihimiz, “ötedeki coğrafya” oluverir. Yemek aynı zamanda “sağlam,” “zinde” ve “sağlıklı” bir aile oluşmasına katkıda bulunan bir yönetim ve kontrol aracıdır. Böylece aileyi oluşturan bireyler ve bedenler devlet ve kurumlarınca siyasi bir strateji haline getirilip denetlenir. Mutfak teknolojileri ise hem mutfakta çalışanı denetler hem de verimliliği arttırmak için iş gücünü disipline eder. Bu kitap farklı coğrafyalardan ve farklı tarihlerden yarı-akademik ve disiplinler arası yemek hikâyeleri anlatıyor. Kitapta küresellik ve yerellik, devlet politikaları ve ulusal temsiller, kimlik ve aktivizm, batılılaşma ve Osmanlılık/Türkiyelilik, teknoloji ve mutfak konuları farklı zamansal ve mekânsal bağlamlarda irdeleniyor. N. Defne Karaosmanoğlu doktorasını McGill Üniversitesi'nde tamamladı. Halen Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi. Yemek, kültür ve iletişim alanında çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri var.
***
Mehmet Yaşin
Hürriyet Gazetesi
15 Ocak 2018
Tuhaf yemekler turizmi

Defne Karaosmanoğlu’nun ‘Kitap Yayınevi’nden çıkan ‘Yemekle Devriâlem’ adlı kitabındaki bir makaleden, ‘heyecan yapan’ yemeklerin de artık turist çektiğini öğrendim. Yani bir tür macera turizmi! Karaosmanoğlu’na göre macera turizminden söz edebilmek için endişe ve zevk; korku ve haz; umutsuzluk ve neşe aynı anda yaşanması gerekiyor.
***
Hatice Saka
Yeni Şafak Gazetesi
22 Ekim 2017
Falafel varsa savaş bitmez
Defne Karaosmanoğlu, "Yemekle Devrialem" kitabında, yemekle birlikte; kimliği, kültürel dönüşümü, tarihi, milliyetçiliği, teknolojiyi, ırkçılığı ve daha pek çok şeyi bir arada düşününce ortaya çıkan hikayaleri anlatıyor. Okuyucuları, İsrail-Filistin ve Lübnan arasındaki falafel savaşlarından, Kore'nin devlet meselesi haline getirdiği yemeği Kimçi'den, Türk dönerinin Almanya'da yükseliş öyküsüne kadar yeme kültürünün bilinmeyen yönüne dikkat çekiyor.
***
Burak Özçetin
Birgün Gazetesi
12 Ocak 2018
Yemeğin küresel yolculuğu

Defne Karaosmanoğlu yemek ve yemek kültürlerinin küreselleşen dünyada kazandığı karmaşık ve melez formlar hakkında çok sayıda örnek ve tartışma ile tanıştırıyor okuru. Bunu da akademik yazının -kabul edelim- sıkıcı, kasıntılı, kasvetli ve zorlama dilinden uzak bir şekilde yapıyor

Todor YankovÇeviri: Hüseyin MevsimSunuş: Hüseyin Mevsim80 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Kasım 2022https://www.kitapyayinevi....
05/07/2024

Todor Yankov
Çeviri: Hüseyin Mevsim
Sunuş: Hüseyin Mevsim
80 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Kasım 2022

https://www.kitapyayinevi.com/istanbuldan-izlenimler

Todor Yankov (1865-1941), Almanya’da sosyal bilimler alanında gördüğü üniversite eğitimini doktor unvanıyla taçlandırarak döndüğü ülkesinde uzun yıllar okul müfettişliği ve lise
öğretmenliği yaptı. Aynı zamanda, basın mecrasında da birçok gazete ve dergiye yazılar yazarak başarılı sınav verdi. Daha öğrencilik yıllarında dışa vuran yeni yerler keşfetme ve gezme merakı, ömrü boyunca kendisini terk etmeyecek olan seyahat etme tutkusuna dönüştü. Ülke içi gezilerinde ziyaret ettiği coğrafi bölgeler ve şehirler hakkında eşsiz izlenimler aktardı. Bulgar aydının bir resimli derginin 1898 yılına ait beş sayısında yayınladığı yazı dizisi, komşu ülke edebiyatında ilk İstanbul seyahatnamesi olma özelliğini taşımaktadır. Bulgar yazar; batılı seyyahlara özgü yaklaşım içinde sadece kadim şehrin tarihi yerlerini ve anıtlarını gezmekle yetinmedi, ama dar ve eğri sokaklarında sokak köpekleri ve faytonlar arasında yürüdü, çarşıda pazarda dolaştı, kahvehanede kahve yudumladı, tekkede müridin tutkusuna ortak oldu. Şehrin sıradan insanına ve parıltısız gündelik hayatına dokunma çabası, seyahatnamesine farklı renk ve lezzet kattı. Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesidir.

Editör: Bozidar JezernikÇeviri: Ali Özdamar238 sayfa, 16,5 x  21 Tarihyazımı milli ideolojinin esaretinden doğdu ve birç...
07/06/2024

Editör: Bozidar Jezernik
Çeviri: Ali Özdamar
238 sayfa, 16,5 x 21

Tarihyazımı milli ideolojinin esaretinden doğdu ve birçok yerde tarihçiler, milliyetçiliğin en seçkin başkarakterleri olarak statülerini korudular. Yazarlar ile şairler de ister hayali ister gerçek olsun, kahramanlık mücadelelerinin anılarını sundular. İşte bunun için edebiyat bir milletin tarihini kökten değiştirecek güce sahiptir. Bugün bile tarihyazımı ve daha da büyük ölçüde geçmişin diğer anlatıları tarihsel mitlerle doludur.

Božidar Jezernik/“Türk” İmgesi, Rajko Muršič /Simgesel Ötekileştirme: Tehditkâr Bir Öteki Olarak “Türk”, Özlem Kumrular/16. yüzyılda Akdeniz’de “Türk” İmgesinin Yaratılması, Miha Pintarič/Panurge’ün “Türkler”i, Nedret Kuran Burçoğlu/Erken Modern Çağdan Aydınlanmaya Kadar Alman Medyasındaki “Türk” Tasvirleri, Peter Simonič /Valvasor’un Ezeli; Jale Parla/Byron’ın Gâvur’undan Jezernik’in Vahşi Avrupa’sına: Teori mi yoksa Tarih mi?, Bojan Baskar /Bir Camiye Giren İlk Sloven Şairi, Alenka Bartulović /“Türk’le Görülecek Eski Bir Hesabımız Var, Nazan Aksoy/Erken Türk Romanında Öteki, Aleksandra Niewiara/Leh Dili ve Kültüründe “Türk” İmgesi, Bülent Aksoy/Batılı Gözüyle Osmanlılarda Musiki, Svanibor Pettan/Balkanlar’da Alaturka-Alafranga Sürekliliği, Etnomüzikolojik Perspektifler, Ayhan Kaya/Güvenlikleştirme Çağı: Çokkültürcü ve Cumhuriyetçi Entegrasyon Politikalarına Yönelik Meydan Okumalar.

Sergey A. IvanovÇeviri: Hazal YalınYayına Hazırlayan: Çağatay Anadol652 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Kasım 20202.Baskı: Şub...
29/05/2024

Sergey A. Ivanov
Çeviri: Hazal Yalın
Yayına Hazırlayan: Çağatay Anadol
652 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Kasım 2020
2.Baskı: Şubat 2023

https://www.kitapyayinevi.com/istanbulda-konstantinopolisi-aramak

“Komplocular 26 Aralık 820’de Fil Kapısı önünde toplanan ruhbanın arasına karışarak Teotokos Tu Faru Kilisesi’ne girdi. Hükümdar koronun yanında ilahi okuyordu. Katiller ilahi biter bitmez üzerine atıldılar. Bu Fil Kapısı ve Faru Kilisesi tam olarak neredeydi? Ne birini biliyoruz kesin olarak, ne diğerini. Ya da bir şairin yazdıklarına bakalım: ‘Gençler [hukuk öğrencileri] muzaffer bir alay halinde şehrin bir ucundan Ayios Markianos ve Martyrios Kilisesine yürürlerdi. Kimisi kadın kıyafetleriyle, sefalet içinde yaşayan kimileri de erguvanlara bürünmüş, başlarına taç geçirmiş olurdu. Bugün muhteşem kıyafetler içinde gördüklerim, yarın paçavralar içinde çıkarlardı ortaya.’ Ayios Markianos ve Martyrios Kilisesi’nin nerede olduğunu bilmiyoruz yine. Şehirle ilgili bilgilerimiz açısından sıradan bir durum bu. Kaynaklarda defalarca zikredilen sayısız saray, çeşme, meydan, han, heykel, cadde, hastane ve dikilitaş var, ama nerede bulunuyordu bunlar? Bunda şaşacak bir şey yok, zira Bizanslıların başkenti Konstantinopolis yok artık. Onun yerinde başka bir şehir, yeni bir ülkenin, başka bir halkın ve uygarlığın kültür başkenti yükseliyor. Osmanlı denizinin dalgaları üzerinde batık Bizans anakarasının ancak kimi zirveleri uç veriyor bugün. Elinizde tuttuğunuz kitap bir İstanbul rehberi değil, bir Bizans tarihi de değil. Okura, bir şehir gezisine kalkışmadan dahi okuyabilecekleri bir kitap sunuyorum ben; bununla birlikte, eğer Bizans geçmişiyle ilgileniyorsanız, şehri gezerken bunu yanınıza almaya değer. Elinizde çok özel bir rehber var, yani belli yollarla, belli anıtlara yönlendiriyor sizi ve mümkün olduğunca her şeyi anlatıyor bunlarla ilgili. Bu anıtlarla ilişkili masalları onları ziyaret ederken anlatma geleneğine de uyuyorum kitapta. Geçmişteki bazı olayların işte tam burada meydana gelmiş olduğu düşüncesi, her zaman derin bir heyecana sürüklemiştir beni. Sanki buranın havasında bazı sesler yankılanıyor, sanki buranın denizinde eskiden olduğu gibi ölülerin suretleri aksediyor. Kimi mütevazı, yosun bağlamış tuğlalar, bunların tarihi olaylara şahit oldukları düşüncesiyle fırtınalı duygular uyandırıyor bende. Belli ki bu duyguda yalnız da değilim. Bu büyük şehirle ilgili kitabında Orhan Pamuk’un yazdığı gibi: ‘... zaman ve hafıza oyunları, tıpkı İstanbul’un içinde yaşayan kalıntılar gibi, geçmişin şimdi hâlâ yaşamakta olabileceği geçici yanılsamasını estetik bir zevk olarak yaşatır yalnızca.’”

Sergey A. Ivanov

Address

Kagıthane

Opening Hours

Monday 07:30 - 16:45
Tuesday 09:45 - 16:45
Wednesday 07:30 - 16:45
Thursday 07:30 - 16:45
Friday 09:45 - 16:45

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Kitap Yayınevi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Kitap Yayınevi:

Share

Category