29/12/2025
Suriye ve Rojava'daki gelişmelerin Türkiye'deki sürece etkisini de yorumlayan DEM Parti Grup Başkanvekili, Suriye meselesinin iç barışın önüne bir ön şart olarak konulmasını doğru bulmadıklarını ifade etti. Türkiye’nin Rojava’daki yapılarla ve Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile ilişkilerini güvenlik tehdidi üzerinden değil, komşuluk ve diyalog zemininde kurması gerektiğini belirten Koçyiğit, Türkiye’deki demokratik çözümün Suriye ve tüm bölgeye olumlu yansıyacağını savundu.
Yakın zamanda TBMM’den geçen 11. Yargı Paketi ve tahliyeler konusuna da değinen Koçyiğit, yapılan düzenlemelerin siyasi mahpusları kapsamamasını eleştirdi. Kişilere karşı işlenen suçlarda infaz indirimi yapılırken siyasi tutukluların istisna tutulmasını "eşitliğe aykırı ve ayrımcı" bir tutum olarak nitelendiren Koçyiğit, bu durumun cezaevlerindeki hukuksuzluğun bir göstergesi olduğunu vurguladı.
2026 yılına girerken umutlu olduklarını ve barışa her zamankinden daha yakın hissettiklerini belirten Koçyiğit, sürecin sadece siyasetçilere bırakılmaması gerektiğinin altını çizdi. Barış ve demokratik toplum sürecinin asıl muhatabının halklar olduğunu söyleyen Koçyiğit, yeni yılda toplumun tüm kesimlerini barışa sahip çıkmaya ve demokrasi mücadelesini büyütmeye çağırdı.
Koçyiğit, Rûdaw Türkçe Editörü Ali Tahsin Güney'in sorularını yanıtladı.
Rûdaw: Yeni süreçle ilgili olarak tüm partiler raporlarını komisyona sundu. AK Parti raporunda ısrarla "terörün sonlandırılması" kavramı kullanılırken, siz parti olarak süreci "demokratikleşme ve barış" olarak tanımlıyorsunuz. Komisyon masasındaki bu isim ve tanım farklılığı ortak bir çalışma zemini oluşturulmasına engel teşkil ediyor mu? Masada aynı dili konuşabiliyor musunuz?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Evet, aslında bu süreci nitelendirmede, isimlendirmede ve tarif etmede çok ciddi bakış açısı farklılıkları var. Her partinin bakış açısı farklı. En nihayetinde bunun yarattığı kısmi zorluklar da mevcut. Çünkü kök sorunları nasıl tarif ederseniz, aslında yol haritanız ve çözüm önerileriniz de o doğrultuda gelişecektir. Özellikle iktidarın sorunu tırnak içerisinde söylüyorum "terör sorunu" olarak tarif etmiş olması, bu işi yani Kürt sorununu sadece bir güvenlik sorunu olarak ele alması, sürecin ilerlemesi ve çözüm önerileri konusunda temel sorunlara eğilmede negatif bir etki yaratıyor.
Şunu demek istiyorum: Eğer siz sorunu bir güvenlik sorunu olarak ortaya koyarsanız, silahların susmuş olması ve silahlı mücadele zemininden çekilme kararının verilmesi sorunun çözüldüğü anlamına gelir. Ama bizim açımızdan Kürt sorunu sadece bir güvenlik sorunu değildir; bir terör sorunu asla değildir. Kürt sorunu tarihsel, toplumsal ve siyasal arka planı olan çok derin bir sorundur. Bunun mutlaka çok yönlü olarak ele alınması ve çözülmesi gerekiyor. Bu bakış açısı farkı, çözüm önerilerinde de farklılaşmayı getiriyor ve bunun yarattığı zorluklar elbette var.
Biz masada mümkün olduğu kadar bu farklı bakış açılarını yakınlaştırmayı, sürece ortaklaşarak pozitif katkı sunmayı hedefliyoruz. Parti olarak ilk günden beri böyle bir yaklaşımı benimsedik. Ancak "Bu bir terör sorunudur", "Bu sorun artık tamamen çözülmüştür" şeklindeki yaklaşımların sorunun kalıcı ve gerçek anlamdaki çözümüne katkı sunmadığını düşünüyoruz. Bu anlamda dilimiz döndüğünce hem masada hem diğer görüşmelerde hem de Türkiye kamuoyuna sorunun aslında ne olduğunu, nasıl bir anlayışla ele alınması ve çözülmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bize göre çözümün ilk ve en önemli adımı sorunu doğru tarif etmektir.
“Bugün Kürt sorununu çözmek bir zorunluluktur”
Rûdaw: Geçmiş süreçlerden farklı olarak bu kez MHP'nin inisiyatifiyle kurulan bir komisyon var. Komisyondaki tartışmalarda devlet aklının veya Cumhur İttifakı'nın yaklaşımında taktiksel değil, stratejik ve kalıcı bir değişim gözlemliyor musunuz?
Gülistan Kılıç Koçyiğit: Açıkçası bugün Kürt sorununun Türkiye ve bölge açısından çözümünü dayattığı bir realite var. Herkesin bu realiteye uygun bir şekilde kendisini konumlandırmaya ve davranmaya çalıştığını gözlemliyoruz. Yani bugün Kürt sorununu çözmek bir zorunluluktur. Hem bölgesel konjonktür hem de ülkedeki gelişmeler bakımından, Türkiye'nin geleceği açısından Kürt sorununun demokratik çözümü belirleyici bir yerde duruyor.
Bu yaklaşım taktiksel bir değişiklik midir, yoksa stratejik mi? Bunu bugünden öngörme şansımız yok. Stratejik bir değişim olduğunu, bundan sonra atılacak adımlardan anlayabiliriz. Sorunu güvenlik meselesinden çıkarmak, kök sorunlara doğru bir perspektifle eğilmek, Türkiye'nin demokratikleşme açığını kapatmak, demokratik bir Türkiye ufkuna doğru hareket etmek, bunun yasal düzenlemelerini yapmak ve dilini kurmak... Bunların her biri, sürecin taktiksel mi yoksa stratejik bir dönüşümün başlangıcı mı olduğunu bize gösterecektir.
Şunu görmemiz gerekiyor: Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye'deki bütün yerleşik kalıpları, siyaset yapma biçimlerini ve statükoları altüst edecek bir etkiye sahiptir. Demokratik çözüm kulvarına girdiğimizde, bu durum doğalında toptan bir dönüşümü de beraberinde getirecektir. Yani hem Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşecek hem de partiler aynı dille, aynı ezberlerle siyaset yapmaya devam edecek; böyle bir şey mümkün değil. Bu durum yerleşik kalıpların kırılmasına yol açacaktır. Sadece Türkiye açısından değil, bütün bölge açısından büyük bir değişimin kapısını aralayacaktır. Şu an derinlikli bir stratejik değişim olduğunu söylemek yanıltıcı olabilir, bunu zaman gösterecek. Biz bunun stratejik bir dönemin başlangıcı olarak ele alınmasını umuyor ve diliyoruz. Ancak atılacak adımlar, izlenecek yol haritası ve bölgedeki Kürtlerle geliştirilecek ilişkiler, meselenin niteliğini bize gösterecektir.