18/07/2025
Ruhsal Terakkinin (gelişim - yükseliş) Önemi ve Kazanımları
Bilimin sınırlarını aşmamızı sağlayacak iki şeyden biri ruhsal terakki, diğeri aklın tekamül ve inkişafıdır. Her ikisini sağlayacak yegane kaynak (hakikatine erilmiş) Kuranı Kerimdir.
Böyle iddialı ve ağdalı bir cümle ile başladım konuya. Zaten herkeste öyle yaparak dikkat çekmiyor mu? Amaç ilgi çekmek, merak uyandırmak ve böylece yazının okunmasını (ya da ürünün satılmasını, fikrin yayılmasını, insanların etkilenmesini...) sağlamak.
Yok yok, bizim amacımız bunlar değil. Bizim inancımız bu yönde ve bunu destekleyen çok şey var.
Tüm inançlarda spiritüalizm, ruhçuluk, astral seyahat, ruhun yapısı, ruh anatomisi, ruhsal gelişim gibi kavramlar geniş yer tutar. Bu konularda batıda ve uzakdoğuda, semavi veya insani olarak kabul edilen inançlar sistemlerinde felsefe okullarından beri devam eden okullar, inisiye disiplinleri, araştırma merkezleri, seminerler, konferanslar, paneller düzenleyen uzman kişiler var olagelmiştir. Özellikle yahudilik ve hristiyanlık, bunlara bağlı olarakta katolikler abd'de, ortadokslar rusya'da ve yahudiler israilde metafizik çalışmalar yapan resmi kurumlar kurmuşlar ve bu işe çok ciddi ekonomik kaynaklar ayırmışlardır. Ana başlıkları ökültizm, mistizm, psişizm, parapsikoloji ve metafizik diye değişse de konu hep spiritüalizm ve mentalizmdir. Yani havass ilimlerdir.
Onlarda havass ilimler böyle şekillenirken bizde cincilik, büyücülük, üfürükçülük ve en masum haliyle de şifacılık olarak yerleşmiştir. Ve İslam dünyasında havass ilimler çöplüğe döndürülmüş ve o şekilde popülerleştirilmiştir. Tabi ki bunun bu şekilde olmasında islamın gelişmesinden rahatsız olan ve korkan yahudilik ve hristiyanlığın payı büyüktür.
Diğer yandan ruhsal gelişimi sağlayacak olan ruh konusu "sana ruhu sorarlar. De ki ruh rabbimin emrindendir " ayetini "o Allah'a aittir, kullar ona vakıf olamaz" diye tercüme ve tefsir edenlerin de bunda payı vardır. Oysa ayetteki "rabbimin emrindendir" ifadesi hakikatte "ruh rabbimin alemi emir sırlarındandır" manasını ihtiva eder. Alemi emir konusu makalelerimiz ve derslerimizde defalarca izah edilmiştir.
Keza, ruhsal gelişimi konu edinmesi gereken tasavvuf (islam mistizmi) ruh yerine nefse yönelmiş ve onun terbiyesini, hatta bazıları tarafından ileri gidilerek nefsin yok edilmesini konu edinmiştir.
Burada bir hakkı teslim etmek mi dersiniz, acı bir gerçeği itiraf mı dersiniz bilemem. Ama bildiğim bir şey varsa İslamda ruhsal gelişim konusunda en fazla kafa yoran ve bu konuda çalışmalar yapanlar batıni şii ekolü olmuştur. Onlar da bunu genel islami bir usül yerine batıni ideolojileri temelinde ele almış ve çarpıtarak farklı ve yanlış mecralara çekmişlerdir. Hiç şüphe yok ki ehli sünnet çizgisinde bir ruhsal terakki sistemi oluşturulamaması konusunda batıni şii ekolün etki ve tesirleri tartışılmaz bir gerçektir.
Şii batınıliğinin ehli sünnet ruhsalcılığının oluşmasına karşı çıkma sebebi bellidir. Peki yahudi ve hristiyanlar neden bunun oluşmaması için mücadele eder?
Bu sorunun cevabı ilk paragrafımızla direkt alakalıdır.
Bilim ana hatlarıyla İnsan, doğa, ve kozmografya yani evreni ve bunların alt başlıklarını konu edinir. Tüm bunları gerçekten keşfedebilmek için de iki ana temele yoğunlaşmak gerekir. Fiziksel yapı ve metafizîki yön.
Bilim metafiziğe "enerji" kavramı eksenli olarak yaklaşmış olsa da (ki bununla bile bilimde devrim gerçekleşmiş ve çağ atlamıştır) tam olarak metafiziği fiziksel deneyimlerle keşfetmesi mümkün değildir. Fiziğin tespit ettiği enerji metafiziğin yalnızca görünen yüzüdür. Görünmeyen tarafına ulaşmak için mistizmin sahası açılmalı ve metafizik alemin efendisi olan ruh devreye girmeli, sonra da ruh - zihin uyum ve iletişimi gerçekleşmelidir. Bunu gerçekleştirebilecek tek sistem de kuranda öğretilen islami usüllerdir. Bu sebepledir ki batıda İslam mistizmi üzerine görevlendirilen birçok şarkıyatçı yazar ve akademisyen yıllar, hatta on yıllar süren çalışmalar yapmıştır. Bunların en meşhurları Annemarie Schimmel'dir. Çalışmalarının akademik yönlerini kitap halinde yayınlayan bu oryantalist kadın uygulama ritüellerini raporlar halinde tutmuş ve bir kısmını batı okulları ve vatikana göndermiş, daha sonra da raporlarını tamamen saklamayı tercih etmiştir. Bunu yapmasına en büyük sebebin ihtida etmesi olduğu söylenir ki mezar taşına yazdırdıkları da bunu destekler mahiyettedir.
Evren denilen kainat matruşka gibidir. Her katmanın kilitleri vardır ve bu kilitlerin bilimle açılması ve aşılması imkansızdır. Kainat dediğimiz şey (dünyadan alemi emre kadar olan uzay) o kadar büyüktür ki mesafeleri aşıp evrenin sistemine erişmek, sırlarını çözmek bilimle mümkün değildir. Bunu yapmanın tek yolu evreni evrenin hareketinden daha hızlı hareket eden bir cihazla gezmekten geçer.
Bilim henüz güneş sistemini dahi çözümleyememeiştir. Yaklaşık sekizbuçuk ışık dakikası uzakta olan güneşle alakalı bütün bilimsel iddialar teori ve hipotezden ibarettir. Bugüne kadar evrenin tespit edildiği iddia edilen en uzak noktası onüç milyar ışık yılıdır. Bir ışık yılı ışığın saniyede 300.000 km bir hızla bir yılda kat edebildiği mesafedir ki bu da tam tamına dokuz buçuk trilyon km mesafedir. Dokuz buçuk trilyon... Bunu on üç milyarla çarpın. Bu mesafe belki de gerçek evrenin tespit edilebilen çok küçük bir parçasıdır.
İşin bir diğer yönüne gelirsek;
Diyelim ki bir teknoloji geliştirdiniz ve ışık hızına ulaştınız (ki bu ışınlanma eşiğidir) ve 1 yıl ışık hızında gidip evrende çok küçük, bize göre çok büyük olan Samanyolu galaksisinin bir gezegenine vardınız. Orada birtakım bilgiler elde edip geri döndünüz. Arada geçen zaman binlerce yıl olacaktır. Siz geri geldiğinizde muhtemelen yüzüncü kuşak torunlarınız dünyada yaşıyor demektir. Ve herkes size deli gözüyle bakacaktır. Mesela bugün biz bir milyar ışık yılı mesafede gözlemlediğimiz bir galaksinin güncel halini değil, bir milyar ışık yılı önceki halini görebiliyoruz. Belki de o galaksi şu anda orda bile değil. Yani evren çözümlenemez bir muamma. Bu muammanın sırlarına ermenin tek yolu ışık hızını en az 300.000 katı aşan bir hıza ulaşmaktan geçer. Bu da fiziksel olarak mümkün değildir. Zira ışık hızının bir sonraki adımı maddenin yok oluşudur. Yani o hızı aşarsan sistem seni yok eder. Geri dönmeyi bırak gidemezsin bile. Özetle evrenin sırları bilime kapalıdır.
Tam burada ruh devreye girer. Çünkü ruh evrenin yaratıldığı enerjiyle (alemi emir ve esmaul hüsna nuruyla) aynı ana maddeden yaratılmıştır. Enerji yoğunluğu (kitabımızda açıklayacağımız şekliyle) azaltılarak ve ayarlanarak insan bedenine uygun hale gelip bedenimize yerleşmiştir. Bedendeki (bir anlamda söndürülmüş) olan nur (Yani ruh) yaşadığı beden, çevre, dünya, güneş sistemi, Samanyolu galaksisi, gökada, gök kıta...lara uyumlu şekilde gelişip, alt katmanları aşıp, nihayet alemi emre ulaşacak seviyeye kadar adım adım terakki edebilir potansiyele sahiptir. Bu terakkinin seviyesine göre veya ulaştığı son nokta itibariyle ruh, ışık hızının binlerce katı hıza ulaşır. Ama madde gibi hızda kaybolmaz. Aksine hızlandıkça daha güçlenir.
Diyelim ki ruh terakkide çok az mesafe kat etti. Bu durumda da ruh bedenden özgürleşmeyi ve mental iletişim kurmayı başaracak kadar gelişmeyi sağladıysa daha üst seviyelere terakki etmiş (inisiye olmuş) diğer ruhlarla iletişim kurup onlara öğrenci olabilir. Böylece direkt ya da dolaylı olarak evrenin yapısını, sistemini ve sırlarını öğrenir. Aynı zamanda terakki ettiği seviyenin altında kalan tüm metafizik varlıklar ve enerjilere etki edecek, yön verecek, bilgi alacak ve hatta hükmedecek seviyeye ulaşmış olur.
Bunu başarabilen bireyler ilim ve bilime yön veren, insanlığa ve hatta insan ötesi varlıklara hükmedebilen (en azından hükmedenlerin yanında yer alabilen), ulaştığı manevi makamlar sebebiyle ölümden sonrası için hakikat makamlarını mesken edinecek olan kişilerdir.
Konunun ilk paragraf bağlantısına dönersek;
Bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin bilgi seviyesi deneyimleyenebilen tecrübeler ve kıyas yapılabilen teorilerle sınırlıdır. Evreni güncel haliyle keşfetmesi ve güncel bilgiler aktarması mümkün değildir. Uzay ajanslarının verdiği bilgiler yakın evrenle alakalı bilgilerdir. Uzak evrenle alakalı bilgiler güncelliği çoktan geçmiş bilgilerdir. Evrenle alakalı güncel ve gerçekçi bilgi edinmek ancak ruhsal gelişim sürecinde eşik atlamış gerçek ruhsalcılarla mümkündür. Bunu başaran insanlar nisbî zaman ve mekan kavramı ötesine ulaşmış ve izâfî zaman ve mekana erişmiştir. Hakiki zaman ve mekan ise alemi emrin ötesiyle alakalıdır.
Peki bu gelişim ne işe yarar. Nisbî zamanın ötesine aşan birey ve toplumlar diğer birey ve toplumları yönetir ve zamana hükmederler. Bugün dünyaya hükmeden sistem bizden ortalama 100 yıl öncesinde yaşıyorlar. 2100 e kadar olacak ekonomik, sosyal, siyasi olayları çoktan planladılar. Çıkacak savaşları ve hatta sonuçlarını dahi belirlediler. Ve biz onların senaryolarına göre yaşıyoruz. Onların oluşturdukları ekonomik şartları, onların sundukları teknolojiyi ve hatta onların yönlendirdiği sağlık ve psikolojiyi yaşıyoruz.
Bu şuna benzer. Bir öğretmen öğrencilerine göre 20 yıl daha ilerde bir hayat yaşar. Öğrencilerin ne zaman ne öğreneceklerini, hangi sınava gireceklerini ve hangi öğrencinin sınavda başarılı ya da başarısız olacağını bilir. Sapma ve yanılma payı düşüktür. Bir anlamda öğrenci öğretmenin ona çizdiği rolü oynar. Öğretmen isterse eğitim metotlarıyla öğrencilerinin başarı oranlarını yükseltip düşürebilir. Öğrencilerin yaşadığı zaman dilimi öğretmenin yönlendirmesine nispetlidir. Öğretmen ise sistemin zamanına izâfî bir zaman yaşar. Gerçekte ise öğrencinin geleceğini büyük ölçüde idari otoritenin politikaları belirler. Buna bir hastanın tedavi ve iyileşme sürecinde hasta doktor ilişkisini, bir insanın mali gelişmesinde ekonomik sistem vatandaş ilişkisini de örnekleyebilirsiniz. Öğrenci için nisbî zamanda bilinmez (gayb) olan birçok şey izâfî zamandaki Öğretmen için malumdur.
Ruhsal gelişimle nisbî zamanı aşmış kişi de toplumun öğretmenleri veya yöneticileri gibidir. Nisbî zamanda meçhul olan şeyler izâfî zamanda çoktan yaşanmış ve bitmiştir. Dolayısıyla malumdur. Böyle kişileri yetiştirmiş ve onları toplum yönetiminde söz sahibi yapmış devletler dünyaya hükmedebilir.
İşte bu sebeplerden dolayı gayrı müslim ezotik ve batıni toplumlar İslam ruhsallığının gelişmesini engellemekte ve onların gerçek havassla uğraşmasını istememektedir. Bu sebeple de bizde hedef saptırmak için havass ilimler yerine cincilik, ruhsal gelişim yerine nefiscilik mefkûre haline getirilmiştir.
Tabi işin bir de manevi boyutu, Allah'a yakınlık, hakikate erme, ruhun tecessüm haline geçmesi, ervahı mukaddese arasına girme, cünudu müsennede arasında yer alma konuları vardır ki bunlar zahiri boyuta nispetle çok daha kıymetlidir.
Havass ilimler Akademisi olarak amacımız havass ilimleri gerçek zemin olan ruhsal ve mental gelişim odaklı olarak anlatmaya, yazmaya, eğitimler vermeye ve kitaplar yayınlamaya devam edeceğiz.
Zafer Çelik - 17.070.2025
hayranlar Havass İlimler Akademisi